Kültürel hassasiyeti/duyarlılığı yüksek bir şiiriniz var. Buradan alarak şairin sorumlukları nedir, ya da böyle bir sorumluluktan bahsedebilir miyiz?
Şair siyasal, kültürel ve toplumsal sorumluluktan yola çıkarak şiir yazmaz. Ağacın esası gölge değildir, çünkü gölge ancak güneşe göre ortaya çıkan bir durumdur. Sorumluluk bu anlamda gölgeyi çağrıştırır bana ve tıpkı ışığın saatlerine göre gölgenin uzayıp kısalması gibi değişkendir.
Oysa şair, ağaç gibidir; ağaç olduğu için oradadır. Meyvesi de, gölgesi de, bir kuşun ona tüneyip yuva kurması da onun dışında kalır. Bunu söylemekle, şairin sebepsiz olduğunu ileri sürmüyorum; şiir öncelikle bir amaç olmadığı için amaca ilişkin sonuçlarla doğrudan ilgilenmediğini söylüyorum.
Dil, şairin mayası olan dil, belli bir zaman aralığında can bulmakla, estetik yapıya kavuşup kendi varoluşunu kurup tamamladıkça, sözünü ettiğiniz kültürel hassasiyet de kendiliğinden sızacaktır şiirden. Şiirdeki kültürel hassasiyet şairin mizacının dille kurduğu ontolojik ilişkiden doğar.
Öteki türlü, kültürü ve kültürel motifleri kullanmak derecesinde kalmak gibi geçici bir hevese kapılır şair. Örnek olsun diye söyleyeyim, birden hatırıma geldi; Tanpınar, Beş Şehir’in İstanbul bölümünde, İstanbul sularını sayıklayan bir kadından bahseder. Su, böylesi bir durumda tek başına fiziksel bir ihtiyaç değil, zamanın, kültür, sosyal hayat ve hatta inançla birlikte yoğurduğu hakikate dönüşür. Benim sorumluluğum bir misyona bağlı olarak gelişmez. Varlığımın doğal bir sonucudur.
“senle ben konuşurken türkiyede” ve “seni bir kerre gördüğümde suriyede” size ait ifadeler… Coğrafya kavramınız sınır tanımıyor; Türkiye’nin Suriye’den bir farkı yok… Mesela ‘Türkiyemde’ demiyorsunuz ya da Suriye’yi Türkiye’den başka bir yer olarak görmüyorsunuz…
Neden göreyim, neden ruhumun ve bedenimin ait olduğu bir yeri başkasınınmış gibi kabul edeyim. Şam’da, Navhara Kahvehanesinde, ‘İstanbul’ diyerek gözleri ışıyan yaşlı bir kadınla konuştum. O, benim, her sabah camdaki saksılarına su veren teyzelerimden birisiydi. Gidin Kahire’ye, gidin Kerkük’e, gidin Halep’e, Bakü’ye, Semerkant’a, İran’a, Pakistan’a… Siz kimsiniz ve kim olarak algılanıyorsunuz. Devletin kör kofluğu bizi bize ırak etti. Ama şiirin ve sanatın bir adımı yüzlerce yıllık tozu bir çırpıda yok eder.
Oturup izleyin mesela Mecid Mecidi’nin “Serçelerin Şarkısı” filmini. Kim var orada. Bir de şu var tabii ki, ‘Bir Kere Gördüğümde Seni Suriye’de’ şiirini ben ne zaman yazmışım, ona bir bakın. Bir bakılsın. Devletin işadamları güruhuyla dalmasından nice evveldir. Bin yılda bizi yoğuran tarihten yüz yılda kopamayız. Buna ne hakkımız var ne gücümüz yeter.
Hemen burayla ilintili, son kitabınız Kireç’te “Bağdat” şiirine gelsek… Başlık Bağdat ve devamında vokallerin nerdeyse hiç yer almadığı bir metin? Kelimelere vurulamayan şey ne?
Birkaç yerde söyledim. Bu şiir hakkında konuşmam. Her şey çok açık bence.
Bu durum bana Kur’an-ı Kerim’de bazı surelerin anlamlandırılamayan harflerle başlamasını çağrıştırdı…
Bakın bu bir sonuç. Alabildiğine özgürsünüz bu yıkım karşısında. Erdem bazen susmaktır.
Grameri hırpaladığınızı görüyorum, imlalarla, harf tekrarlarıyla… Bu durum şiirin söylediğine nasıl bir katkı sağlıyor?
Bunu düşünmek benim işim değil. Dilde her şey mümkündür. Dilin yaratıcılığı bitmez ki…
Bir mısranız şöyle: “kent ucuzluk pazarı.” Burada kente karşı olumsuz bir yükleme söz konusu. Yitirişler kitabında ise ilk şiir “Bir Şehri Yitiriş” başlığını taşıyor. Burada ise şehir olumlu imajlara sahip. En azından yitirilen bir şey. Bir şeyin yitirildiğini söylemek o şeyin değerli olduğuyla eş anlamlıdır kanımca. Yanlış mı düşünüyorum?
“Çakal” şiirinde söyle konuşuyor Çakal: ben çöle geçtim onlar kent çattı. Sanırım şiirin amacı salt bir şekilden ibaret değil. Şehir bir yorumdur, kent bir sonuç. Şehir helal kazançtır, kent rantiyecilik. Birinin diğerine karşı mahiyet farkından söz edilmiş olmalı.
Yitirişler; çocukluğu, bir dostu, bir aşkı yitiriş olarak devam ediyor. Peşpeşe yitirişler… Ve kitap ardından Nar Şiirleri bölümüyle bitiyor. Çağrışımsal olarak nar çoğalmayı, artmayı, doğurganlığı akla getiriyor…
Saflaşmayı da. Kristalize olup niteliğe dönüşmeyi de.
“Dönüş” şiirine baktığımızda öze, bozulmamış olana, tabii olana, insanî olana özlemi anlatıyorsunuz sanki… Buna rağmen şiirlerinizde bir yarım seslilik, bir yerden sonra okuru tek başına bırakmak gibi modern bir tavır söz konusu. Bu çelişki yaşanılması gerekir bir çelişki midir?
Şeyler kadar zaman da bağlamından kopmuşsa, insanın çelişkisizliğinden söz açamayız. Her şey insan içindir ama insansızlaştırılmış bir kalabalıktan söz açmanın gerilimini doğru okumak gerekir. Yarım seslilik, her şeye kavuştuğunu sanan insana kavuştuğu her şeyin kendisinden bir şey çaldığını söylemek ister. Yarım olan hem insanîdir hem de zamansallık bağlamında modern. Bu poetik bir sezi olduğu kadar tutumdur benim için.
Aslında sadece son kitabınız Kireç’le ilgili sorular soracaktım ama siz diğer şiirlerinizi de Evvel’de bir araya getirince söyleşi biraz dağıldı. Kireç’e tekrar gelelim. Kireç tam anlamıyla olumsuz imajlar yüklü bir kelime şiirinizde. Ama bazı yerlerde -kirecin beyaz olma çağrışımından olsa gerek- Ömer Erdem’in şiirinde bembeyaz bir sayfa açıldı gibi şeyler yazıldı. Aslında soracağım şey şu: Neden böyle riskli bir kelime kitabınızın adını oluşturuyor?
Kireç, başka bir şey olamayacağı için oldu. Risk nedir ki? Bir gülün açılışından daha büyük risk mi olur, güneşin doğuşundan, sabah uyanmaktan? Şair, aldığı, dokunduğu şeyi kendisine benzetir. Kendisine ait kılar. Onu zamana bırakır. Eğer Kireç’te böylesi bir risk varsa bu tabii bir şeydir ve yaratıcılığın özünden süzülüp gelir. Bembeyaz bir sayfa açılmasına gelince, yüksek ışık etkisi gibi bir şeydir bu. Orada, o zamana kadar geçerli olan kanunlar yok olur.
“bakın ve inanın bana kaç nesil geriden geliyor başağrımız”
Başağrımızın, şiirlerinizde geçen Bağdat’la, Üsküdar’la, Kahire ile, İstanbul’la kurulmuş olan medeniyetin bir başağrısı olduğu muhakkak. Peki burada aspirin görevi görebilecek mi şiir?
Haydi canım, kim demiş şiirin aspirin olduğunu. Ateşli adamın karda, yola çıkıp yürümesi içindir şiir, sıcak odada, yorganın altında uyuması için değil.
Son olarak söylemek istediğiniz bir şey varsa…
Gençler çürük elmalardan uzak dursun.
Abdüssamed Bilgili şiir üzerine konuşuyor
çürük elma derken ömer erdemin kastı nedir...böyle muallak ifadelerle gençlere öğüt mü verilir üstadım. öğüt denilen şey muallak ve imgesel mi olmalıdır anlamış değiliz. ömer erdemin ne kastettiğini açıkca bilmek isteruk. kapalı göndermeler istemezuk. çürük elmalar kimdir kim kim kim!