Sınavdan çıkmıştık. Arkadaşımla bahçede muhabbet ediyorduk. Gözüm birden bina girişinde asılı afişe takıldı. Bu bir minyatür sergisi ilanıydı. Arkadaşımın da benim gibi sanata düşkün olduğunu bildiğim için beraber gitmeyi teklif ettim. O da kabul etti. Cuma günü için anlaştık ve ayrıldık.
Kararlaştırdığımız gün ve saatte buluşup Yıldız Sarayı’nın yolunu tuttuk. ‘’Hava soğuk.’’ dedi arkadaşım. ‘’Bu kadar hassas olma, boşver.’’ dedim ben de. İlk defa bir minyatür sergisine gideceğim için buna aldırış etmiyor, nelerle karşılaşabileceğimi düşünüyordum. Neyse efendim, saraya ulaştık. Güvenlik görevlisi kapıda bizi gayet iyi karşıladı, serginin olduğu bölümü gösterdi. İçeri girdiğimizde mekanın zarafeti, bizi âdeta büyüledi. Kendimizden geçtik. Bu hâl, minyatürleri görünce daha da arttı. ‘’Allah’ım bu ne kadar zarif bir sanat!’’ demekten kendimizi alamadık. Sabırla işlendiği her hâlinden belli olan motifler, mükemmel renk tonlarıyla görenleri hayran bırakacak bir uyum içinde beğenimize sunulmuştu. Özellikle at motiflerini çok beğendik. Yeleleri o kadar güzel çizilmişti ki insanın okşayası geliyordu.
Biz böyle hayran hayran minyatürleri inceledik, birçoğunun hikayesi vardı. Onları okuyup müzakeresini yaptık. Derken bir de baktık ki başladığımız yere tekrar dönmüşüz. Minyatürler bitmiş, artık deftere düşüncelerimizi yazma zamanı gelmişti. Ne hissettiysek hepsini yazdık. Tam çıkacaktık ki serginin sahibi Cihangir Aşurov geldi. Onunla tanıştık. Orta boyu, çekik gözleri ve güler yüzüyle; tam bir Özbek. Kendisine birkaç soru sormak istediğimizi söyledik. O da memnuniyetle kabul etti. Şive farklılığı sebebiyle anlaşmakta biraz zorlansak da durumu idare edebildik. Hikmet Barutçugil’den ebru dersleri almak için bir süre İstanbul’da kalan Aşurov, bu vesileyle Türkiye Türkçesini az çok öğrenmiş. Onun sözlerini, özüne sâdık kalmaya çalışarak size manen aktarıyorum.
Minyatür sanatına ilginiz ne zaman ve nasıl başladı?
Sanat Okulu’nda son sınıfta okurken elime bir geleneksel sanatlar dergisi geçti. Orda minyatür sanatını görünce çok beğendim ve bu sanatla ilgilenmeliyim dedim. Daha sonra bir üstaddan özel dersler almaya başladım. 17 senedir bu sanatla uğraşıyorum.
(Aklıma hemen Türkiye’de sadece sanatla uğraşan insanların yaşadığı maddi sıkıntılar geliyor. Merak edip soruyorum.)
Başka bir mesleğiniz var mı? Yoksa sadece minyatür sanatçısı mısınız?
Ben sanatçıyım. Bütün işim bu.
Geçinebiliyor musunuz peki?
Bazen zorlansak da idare ediyoruz.
Özbek halkı sanata ilgi gösteriyor mu?
Evet, sanatla oldukça ilgililer.
Devlet, sanatçıları destekliyor mu ülkenizde?
Elbette destekliyor. Mesela hükûmet, bizleri vergiden muaf tutuyor.
Bildiğimiz kadarıyla bu sizin ilk kişisel serginiz. İlk sergi için neden İstanbul’u seçtiniz?
İstanbul’u çok seviyorum. Burası, İslam sanatlarının merkezi. Aynı zamanda sanattan anlayan insanlar da çok.
Eserlerinizde Buhara ve İran üslûbunun etkilerini görüyoruz.
Evet, Buhara üslûbu farklıdır. İnsanın içinden geçen hayalleri sembolize eder, tasavvufîdir, realist değildir.
Minyatür sanatını icra etmekle neyi hedefliyorsunuz?
Geleneksel Orta Asya Minyatürü’nü devam ettirmek istiyorum. Kendimi ön plana çıkarma gayretinde değilim. Değerli bir geçmişimiz var. Bunu iyi bir şekilde saklayıp devam ettirmek, daha ileriye götürmek lazım. Benim isteğim, bu sanatın dünyada tanınması. Çünkü bu sanat, gerçekten çok esaslı bir sanat.
Özbekistan’da modern sanatlar mı yoksa geleneksel sanatlar mı daha çok rağbet görüyor?
Özellikle son yıllarda, geleneksel sanatlara bir yöneliş söz konusu.
(Bu sırada ilahiyatçılığımız tutuyor ve bakın ona ne soruyoruz?)
Canlı resmi çizmenin haram olduğuna dair hadisler var. Gerçi, sahih mi değil mi araştırmadım. Ama alimlerimiz de yüzyıllar boyu bu meseleyi tartışagelmişler. Haram diyen de olmuş, caiz diyen de olmuş. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?
Bu tartışma hiç bitmez. Bu mevzu, sanat okulunda da tartışılıyordu ama yine herkes bildiğini okuyordu. (Ancak şu, câlib-i dikkat bir noktadır ki) İslam medeniyeti zirvede olduğu dönemde minyatür sanatı çıktı ortaya. Daha evvelinde yoktu. Eğer bir haramlığı olsaydı, o dönemde yapılmazdı.
(Düşündük; sadece biz Müslümanlara özgü, Müslümanların dünya medeniyetine kazandırdığı harika bir sanatımız var. Neden bu değerimize sahip çıkmıyoruz? Yoksa, kökleriyle bağını koparan ağaçların yaşayabileceğine, üstelik meyve verebileceğine mi inanmaya başladık?)
Bu düşünceler zihnimizi kurcalarken, artık gitmemiz gerektiğini düşündük ve bu kıymetli sanatkârımızdan izin istedik. Cihangir Aşurov, bütün konuşma boyunca edepli, nazik ve mütevazı tavırlarıyla bizi kendine hayran bıraktı.
İmkanı olanların Yıldız Sarayı Çit Kasrı’ndaki bu sergiye gidip hem birbiriyle adeta güzellik yarışına girmiş eserlerle hem de onların mütevazı müessiri Cihangir Bey ile tanışmalarını şiddetle tavsiye ederim.
Not: Sergi, 26 Kasım’a kadar açıktır.
Fotoğraf galerisi için: //www.dunyabizim.com/gallery.php?id=117
Şeyma Derbeder, iyi ki gitti.
şu an ben de o sergide bulunmak istedim :( arkadaşım eline yüreğine sağlık.çalışmalarının devamını sabırsızlıkla bekliyorum...