'Bat dünya bat' diyen umutlu gençler onlar

Konya merkezli bir fanzin Markut. Edebiyata olan muhabbetleri, Markut fanzini ekibini kendi dergilerini çıkarma fikrine ulaştırmış. Ayşegül Uyar konuştu.

'Bat dünya bat' diyen umutlu gençler onlar

Genel yayın yönetmenliğini Hasibe Aydın’ın, editörlüğünü Selma Şipleme’nin yürüttüğü Konya merkezli bir fanzin Markut. Şehide Altınsoy, Rukiye Köse, Abdullah Ötgün fanzinin sabit kalemlerinden. Çay paralarını biriktirip dergi çıkartan gençler diyebiliriz onlara. Edebiyata olan muhabbetleri, onları kendi dergilerini çıkarma fikrine ulaştırmış. Bu hayalin gerçekleşmesi, ekibin kurulması ve Geveze Çay Ocağı'nda yapılan toplantılarla çok da gecikmemiş. Ekim 2014 de ilk sayı ile okura merhaba diyen fanzin bir yılda dört sayı çıkartmış. Fanzinlerin çıktığı şehrin sınırlarını kolaylıkla aşamadığını düşünürsek Markut bir yılda güzel bir ivme kazanmış diyebiliriz.

Bat dünya bat!” sloganıyla okura merhaba diyen Markut Fanzin’in kahramanları ile le sıcak bir ikindi üzeri Alaaddin Tepesi’nde buluştuk. Fanzinciler gazozlara sarılırken ben ince belli çay bardağına sarıldım keyifli bir sohbet için. Ne istediklerini bilen ve yaptıkları işten keyif alan gençlere Dünyabizim okurları için sorduk.

Bir fanzin çıkarma fikri nasıl çıktı ortaya? O sohbetin yapıldığı gün işin buralara geleceğini düşünmüş müydünüz?

Tezer Özlü “insan okumak istediklerini yazar” diyordu. İnsan okumak istediği dergiyi/fanzini çıkarmak istiyor. Amacımız öncelikli olarak buydu. İnsanları kategozire edip tek bir kitleye seslenen dergilerden bunalmıştık artık. Sadece kitapçı raflarında şöyle bir inceleyip geri bıraktığımız değil, yeni sayısını heyecanla beklediğimiz bir dergi olsun istiyorduk. Bu beklenecek dergiyi neden biz çıkarmayalım ki, dedik. Hep bunun hayalini kuruyor ama gerçekleşme olasılığını bilmiyorduk. Fanzin çıkarma fikri birden durduk yere Hasibe'nin başının altından çıktı. Bu vak'a-yı hayriyeyi hiç usanmadan her seferinde şöyle anlatıyor Hasibe: Bir akşam balkonda çay içip aradığımı hiç bulamadığım dergilerden herhangi birini karıştırmaktan yorulmuş durumda otururken ve dergi ile bir taraftan da kah sivrisinek kovalayıp kah serinlemeye çalışırken, birden Selma'ya mesaj atmak isteğiyle doldu gönlüm; “Biz de fanzin çıkaralım mı” diye sordum. Soğukkanlılıkla “tamam çıkaralım” dedi. Bu kabulleniş beni tedirgin etmişti, “ben ciddiyim, duygularımla oynama benim” diyerek niyetinden emin olmaya çalıştım. Selma benden de ciddiydi. Öyle ciddiydik ki hatta, bu fikirden bir kaç gün sonra elimizde hiç bir şey yokken henüz matbaaya gittik. Matbaaya en son her şey tamamlanınca gidildiğini öğrendik sonra. Fanzin çıkarma hakkında pek az şey biliyorduk, paldır küldür daldık bu işin içine. Sonra bir de bakmışız ki dördüncü sayıyı çıkarmışız.

Anlık çıkış hikâyesi bu ama böyle birden gökten zembille inmiyor bu düşünce beynimize tabii. Hep keşke bizim de fanzin/dergimiz olsa diye iç geçirip dergi çıkaranları hayranlıkla seyrettiğimiz uzunca süren bir aşamanın ardından bir anda karar verme eylemi gerçekleşiyor. Bu sürecin yıllar süren bir uzunluğu var.

İşin nereye geleceğini bilmiyorduk o akşam tabii, bilebiliyor olsaydık zaten fanzin çıkarmazdık, geleceği bildikten sonra medyum falan olurduk.

Bat dünya bat!” sloganıyla raflarda yerini alan Markut’un, yaşadığımız dünyada var olmayan bir ülkeye karşılık geldiğini söylüyordu yazı işleri müdürünüz Selma. Markut Ülkesine kimler niçin gelmeli sizce?

Çıkardığı onlarca derginin sayısını bile hatırlamayan minimal öykü yazarı Mehmet Harmancı, dergi çıkararak dünyayı kurtarmayı hayal ettiklerinden bahsediyordu. Bizimkisi ise tam tersi nitelikteydi; bu kirli, bu kötülük dolu dünyayı yerin dibine batırıp yeni bir dünya kurmaktı amacımız. Biz gerçek dünyadan ziyade kafasının içinde yaşayan insanlar için buna ihtiyacımız vardı. En azından düşlerimizde kötülük olmasın, kimse incitmesin bizi istiyorduk. Ve yeryüzünde biz gibi düşünen çok sayıda insanın varlığına inanıyorduk. Etrafında bunca yalnızlık çeken insanlar bir yerde birleşmelilerdi, herkes birbirini arıyordu çünkü habersizce, bunu görebiliyorduk. Bu işe bir el atmalıydık artık.

Hayatı duyumsayan, iyi bir dünyada yaşamadığımızı iliklerine dek hisseden herkes gelmeli bu hayali ülkeye. Çünkü güçlerimizi birleştirirsek dünyaya dönmek, hayata karışmak daha kolay olabilir. (Bu cümlede G.O.R.A filmine gönderme vardır.) Çünkü buraya gelirse yalnız olmadığını ve kendisini anlayabilecek birilerinin olduğunu bilir. Biz karamsarlığımızdan “Bat dünya bat!” demedik. Aksine umut doluyuz. Bu kirliliğin içinde elimizden tutacak bir temiz el ile paklanacağımıza inanıyoruz. Cemal Süreya'nın dediği gibi bir mısrayı daha söylesek sanki her şey düzelecek. Bu ülke şiirler konuşan, hayata şiirle bakan insanların ülkesi. Yüksek ses perdesinden konuşulduğunda incinen insanların ülkesi. Şiir gibi incelik dolu insanların ülkesi. İnsana insan olduğu için değer veren, bizi biz yapanın sahip olduğumuz eşyalar olmadığını bilen, ben varım diye haykırmayan insanları daha çok görebilen insanlar gelsin özellikle. Reddedilmiş, terk edilmiş, çok sevmiş, ötekileştirilmiş insanlar gelsin, herkes tarafından takdir edilen, her sene sınıf başkanı seçilen, annesi sınıf annesi olduğu için öğretmenin daha çok sevdiği öğrenciden ziyade, otobüste hep ayakta kalan, sınıfın en arkasında oturan, oyunlara ancak adam eksik olduğunda çağrılan, koşamadığı için hep kalede durmaya mahkum olan şişman çocuklar, gazoz simit teklifi reddedilen genç delikanlılar, boya kalemleri hiçbir zaman altı renkten fazla olmayanlar gelsin. Gelsin ki kelimelerle saralım yaralarımızı. Gelsinler ki bu adaletsizliğe birlikte başkaldıralım.

İyi bir iş yapma sürecinde bizi zorlayan noktalardan biri de yaptığımız işin adını koymaktır. Fanzininiz Markut Fanzin ismini nasıl aldı?

Dünyaya bir çocuk getirmek üzereydik ve insanların ona seslenmesi için ayırt edici bir isminin olması gerekiyordu. Şiir kitapları arasında altını çizdiğimiz, gönlümüze dokunan dizeleri yeniden tekrar okuyorduk gönle dokunur bir isim koymak için. Gönle dokunurluk önemliydi. İsmet Özel'in “Acının Omuzlanışı” şiiri çıktı karşımıza. “Markuuuuut! Bacadan torbanı sarkıt. Çocukları al da git.” diye sesleniyordu şiirden bir çığlık. Çocukları alıp götürecek mitolojik bir kuştan bahsediliyordu Altay efsanesinde. Biz, dışı büyüse de aslında içi seksek oynayan, ağaca tırmanamadığımız günlerde kalan çocukların alıp götürüleceği bir yer düşledik. Gidecek bir yer. Buradaki hüznümüzü, kırgınlığımızı götürebileceğimiz, başımızı alıp gidebileceğimiz bir yer. Biz annesiyle kavga edip kapıyı çarpıp çıkınca bir saat sonra geri eve dönen insanlarız. Gidecek bir yere çok ihtiyaç duyuyorduk öncesinde. Bir şeyleri değiştirmek için önce gitmek gerekirdi hem.

Markut'un 2. sayısında söylediğimiz gibi gitmek illegal bir eylem değildi. Markut tek başına istediğimiz her şeyi kapsıyordu. Fanzine bu ismi bulmuş olmak Amerika'nın keşfinden sonra en büyük buluştu belki bizim için. Herkesçe bilinmeyen bir kelimeye karşılık geliyordu tüm hikâyemiz, acaba kulağa daha aşina olmuş bir şey mi kullanmalıyız diye düşündük. Sonra karar verdik ki bizler de zaten ilk görüşte akla gelmeyen, ancak dikkatle incelendikten, hakkında bir kaç şey öğrendikten sonra fark edilip anlaşılabilen insanlardık. Fanzinin ismi kesinlikle bu olmalıydı bu yüzden.

Biraz da ekipten bahsedecek olursak, gazoz içmeyi çok seven bu hanımlar kimlerdir?

Kim olduğu sorusu yöneltildiğinde kendine ne yapacağını bilemeyen, kim olduğunu henüz kendileri de bilmeyen, kendisini çoğu kere başkalarında tanıyan, misafirliğe gittiği yerlerde eve dönünceye kadar oturduğu koltuktan hiç kalkmayan bir avuç öğrenci. (Anarşist olmaya giderken yanlış yöne dönüp memur olan, okulsuz toplumu savunduğu okul içinde öğrencilerine Markut okutan biricik öğretmen arkadaşımız Selma ve "Atanamayanlar" listesinde ismi baş gösterdiği halde kendisini öğretmen diye tanıtan Rukiye öğrenci kategorisine dahil değildir.)

Markut yaramaz çocukların, asi gençlerin, çok kitap okuyan entel ablaların, “sen öğrencisin, ödemeyi sonra yap” diyen kitapçı abilerin fanzinidir diyebilir miyiz?

Sosyal medyada bunun çokça mizahını yapıyoruz: Zippo çakmağını sevdiğine hediye edecek abilerin, bisikletini çalınmasın diye ağaca sıkıca kilitleyen amcaların, dantelli vitrini olan odalarda kızlarının saçını ören teyzelerin, geceleri mutfağa girip buzdolabındaki tencereden soğuk yemek tırtıklayanların, sigarayı tersten yakanların, Bethowen'in 9. senfonisini dinlerken kuru fasulye pişiren annelerin ya da kek çırparken ontolojik problemlerine epistemolojik yanıtlar arayan genç kızların, sabahları yatağında uyandığında hayata karışabilmek için büyük çaba sarf edenlerin, bahşiş verirken utananların, övülünce ne tepki vereceğini bilemeyenlerin, elinde kitap, pazar torbası vs. taşımayınca ellerini nereye koyacağını bilemeyenlerin ve aslında içinde bir parça incelik olan, durup ince şeyleri anlamaya vakti olan herkesin fanzini. Hayatı görenlerin fanzini, yaşamını alışveriş merkezlerine, beyinlerini smart telefonlara hediye edenlerin, teşekkür etmeyi ve özür dilemeyi bilmeyenlerin, en son okuduğu kitap Cin Ali serisi olanların, Adidas eşofman altına topuklu ayakkabı giyenlerin, Ahmet Kaya'yı gizli gizli dinleyenlerin değil. Nezaketsiz, samimiyetsiz insanların hiç değil. Aramızda böyleleri varsa sessizce uzaklaşsın lütfen. Biz iyilik istiyoruz sadece.

Markut’u çocuğunuz olarak gördüğünüzü söylediniz. O zaman şunu sorayım: Çocuğunuzu nerelerde görmek istersiniz, Markut büyüyüp dergi olur mu yoksa hep fanzin olarak mı kalır?

Evlensin, çoluk çocuğa karışsın, devlet memuru olsun ki aylık sabit bir gelirle evini geçindirebilsin isteriz. Başımıza çorap örmesin, hayırlı bir evlat olarak kalsın, biz yaşlanınca bize baksın isteriz.

Yurt dışında görmek istiyoruz Markut'u artık. Konya'dan yola çıkıp Şırnak-Cizre'ye kadar ulaştıktan sonra uluslararası fanzin kültürünü oluşturmak hayalimiz, şu an bunun üzerine ciddi bir proje üretiyoruz. Hasibe İngilizce öğrenmeye başladı. Yazıları çevirip Avrupa ülkelerine ihraç edeceğiz fanzini.

Bunca şakanın üzerine soruya gelecek olursak şimdilik dergi olmak istemiyoruz. Bizim dergiden pek bir farkımız yok zaten yasal izin dışında. Fanzin kültürü daha farklı. Biz ne fanzin ne dergiyiz. Ara geçiş formu gibiyiz. Prosedürlerle uğraşmak istemiyoruz. Şimdilik bu şekilde keyfimiz iyi ama belli olmaz, fikrimiz değişirse bir gün dergi de olabiliriz. Kendimizi sınırlamıyoruz. Yeniliğe hep açığız. Keşfetmek bizim işimiz.

Edebi bir ürün ortaya koymak kişinin iç dünyasını aşikâr etmesi, başka insanları kendi dünyasına buyur etmesi anlamını taşıyor. Bu açıdan bakarsak hayatınızda ne değişti Markut’un varlığı ile?

Bu kulağa çok ürkütücü geliyor. İnsanın içini bir başkasına açmasından daha tedirgin edici bir şey yoktur belki de. Bir kişiye anlatmaktan çekinirken kendimizi, hiç tanımadığımız insanlara iç açabiliyor olmak masum bir eylem değil sanki, tehlikeli. Hayatımızda bununla ilgili değişen şey şu: Okuduklarıyla fanzine kendilerini yakın hisseden insanlar bir şekilde gelip bizi buldular. Kalabalıklaştık. Korkunç bir yalnızlık hissi ile dolup taşardık her birimiz önceden. Artık yalnızlık bizi rahatsız etmiyor. Hayata komşu açılardan baktığımız insanların sayısı bir hayli çok. “Tek başına olduklarını sananlar topluca ortadan kaldırıldılar” diyordu bir dizesinde Ataol Behramoğlu. Ortadan kalkmadan birleştik. Yok olacakken yeniden var olduk sanki. Tükenmişliğimiz bir varoluşu başlattı. Birhan Keskin, “içimi açtım sana içini açmak için” diyor ya hani. Bizim içimizi görenler gelip bize içlerini açıyorlar. Öyle çok insan tanıdık ki fanzin sayesinde, sayamayacağımız kadar çok...

Soruşturma ve söyleşilerinizden anlaşıldığı üzere Markut bir başkaldırı şekli aynı zamanda. Peki, neye başkaldırıyorsunuz Markut'la?

En başta klişelere, mantık dışı kalıplara. Söyleşi sorularını hazırlarken çok keyif alıyoruz. Gülmekten öldüğümüz zamanlar oluyor bazen. Bu sorularla ne yapmaya çalışıyorsunuz diye sormuştu son sayıda İsmail Özen bize. MİT için çalıştığımızı, bu sorularla özel bilgileri sattığımızı, burada, herkesin içinde sizinle paylaşacak değiliz. Mesela Germiyanogulları beyliğinin çeyizle Osmanlıya katılması hakkında söyleşi yaptığınız yazarın ne düşündüğünü merak etmez misiniz siz? Hep aynı soruları yanıtlamaktan yazar/şairler de sıkılıyordur zaten. Sözü yormak değil de ironi yapmak istiyoruz bu söyleşilerle. İroni edebiyata tat veriyor.

Sonra, biraz önce de dediğimiz gibi adaletsizliğe, eşitsizliğe, canımızı sıkan, içimizi acıtan şeylere başkaldırıyoruz. Efkârımız buna sebep oluyor belki. Sigara içmenin zararını konuşuyor herkes, sigaranın zararlı olduğunu bilmeyen yoktur, peki neden içiyor insan buna rağmen, bunu düşünüyor muyuz? Sokrates'a göre insan bilmediğinden kötülük yapar. Sigara bunu çürüten nitelikte, ciğerlerimizi zehirlediğini vikipedi kadar en az bildiğimiz halde neden içmeye başlıyor, bundan keyif alıyor ve yıllarca daha erken öleceğimizi bile bile devam ediyoruz içmeye? Soruşturmada bu merakı gidermeye çalışıyoruz. Başkaldırı da değil de belki hayata farklı açıdan bakabilmek bu.

Markut’un bir yayın politikası var mı? Size gönderilen yazıları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Çok sayıda yazı ve şiir geliyor Markut'a. Hepsini defalarca kere okuyoruz. Reddedilmek çok onur kırıcı ama gelen her yazıyı yayınlayacak gücümüz yok. Topluca değerlendiriyoruz yazıları. Hepsinin içinde en iyi olanları alıyoruz. Siyasi yahut bir ideolojiyi savunur nitelikte bir yazı gelse almayız. Rahatsız edici müstehcen yazıları almıyoruz bir de. Bunun dışında bir sınırımız yok. Derginin bir ideolojisi yok çünkü. Bazen daha önce yazılarının nerde yayınlandığına dair özgeçmiş gönderiyorlar okuyucular. Biz buna bakmıyoruz bile. Esere bakıyoruz. Sanatsal niteliğine dikkat etmeye çalışıyoruz. Öykünün bir numarası var mı, şiir kaliteli mi ona bakıyoruz.

Markut’un köşeleri de ismi kadar dikkat çekici. “Dil kültürü ve laklak bilgisi”, “dantelli raflar”, “benim adım hikmet” ilk aklıma gelenler. Hareketli, canlı, neşeli bir fanzin var karşımızda. Okurlardan aldığınız geri dönüşler nasıl, bu enerjiniz okura nasıl yansıyor?

Hepimizin kötü günler, acı dolu anlar, kâbus gibi geceler geçirdiği oluyor. Okuyan yazan insan diğerlerine göre biraz daha mutsuz bir insan. Okumak ve yazmak hayatı daha iyi görmeye olanak tanıyor çünkü. Hayatın keyifli yanlarını görmeye ve göstermeye çalışıyoruz biz fanzinle. Bize dönüş yapan okurlar genelde içinde bir nebze delilik istidadı olanlar. “Çılgın ve hüzünlü” okurlar. Böyle yaşamak zor ama böyle yaşıyoruz, çılgın ama hüzünlü. Fanzinin genel havası da bu yönde zaten. İçi içimize yakın olan okurlar eğleniyorlar bu durumdan. Sosyal medyada bunu gözlemliyoruz. İnsanın yüzünün gülmesine ihtiyacı var.

Markut’un bir de biyografi köşesi var. Belli ki çok emek veriliyor o köşeye. Sylvia’dan bahsederken Neşet Ertaş’ı unutmayan, dünya edebiyatını okurken kendi köklerini yadsımayan bir profil çıkıyor karşımıza. Bu isimleri nasıl seçiyorsunuz? Yoksa “seçim de ne, biz yüreğimizin sesini dinliyoruz.” mu diyorsunuz?

Yüreğimizi dinliyoruz. Orada yer eden herkesi okuyucu ile buluştururuz bir gün umarım. Sylvia’nin da, Neşet’in de, Zweig’in de, Hypatia’nin da ortak bir noktası var aslında her ne kadar birbirlerinden bağımsız gibi görünseler de. Okuyucu bu ortak noktayı kendisi keşfediyordur zaten. Fanzinin malum mottosu var ama özellikle bir misyon oluşturmuyoruz. Bizi etkileyen, okuyucuyla farklı yönlerini buluşturmak istediğimiz hayat hikâyeleri... Bir keresinde 'Artık bilgiye ulaşmak çok kolay, birinin hayatını merak etsem açar internetten okurum' şeklinde bir geri dönüt almıştık. Biz biyografide ansiklopedik bilgilere yer vermiyoruz. Kaynakça bile göstermiyoruz. Hayatlarının bize dokunan yanlarını ele alıyoruz ve bu dokunuş okuyucuyu da etkiliyor. Slyvia Plath biyografisinde tahmin edemeyeceğimiz kadar beğeni aldık. Slyvia'yı okurken çok içselleştirmiştik okuduklarımızı, hissettiklerimizi yazdık sadece. Bir edebi eserde samimiyet çok önemli.

Hanımlara yaşı, beylere maaşı, dergilere tirajı sorulmaz ama soralım: Tirajınız nedir? İlk baskıdan bu yana bir artış var mı satışlarda?

Her sayıyı farklı adet basıyoruz. Standart değil, elimizde ne kadar para varsa. Matbaaya gidip avucumuzdakileri masaya boşaltıp “abi buna ne eder” diye soruyoruz. Ne ediyorsa tiraj da o oluyor. Rakamlarla konuşmayalım.

Ederi 3 TL olan bir fanzin çıkarmak kapitalist dünyanın anlayamayacağı bir iş olsa gerek. Cepleriniz boşalıyorken görmediğimiz kefeleri ne dolduruyor ki dolu dolu 4.sayıyı çıkardınız?

Gönlümüz doluyor. Bu paha biçilemez bir şey.

Markut’un ülkesine bende dâhil olmak istiyorum diyenler yazılarını hangi adrese göndermeli? Yoksa önce tanışıp bir gazoz mu ısmarlarsınız yazı sahiplerine?

Mevsim şartlarına göre yazın gazoz, kışın oralet. Çay da önemli. Bizimle tanışmak isteyen okuyucuyu hiç geri çevirmedik. Nezaket hayattaki en önemli şeylerden bir tanesi. Hatta arkadaş olduk bazen okuyucularla. Uzaktalarsa mailden mektup yazdık bazen.

[email protected] adresine canları ne istiyorsa yazabilirler. “Markut çok sıkılıyorum” yazsa can sıkıntısına ortak oluruz. Kız meselesi ise yardım ederiz. Paraya sıkışıksa elimizde olanı paylaşırız. (Genelde olmadığı için böyle söylüyoruz.) Kavgaya, halı saha maçına çağırsalar gideriz. Geçenlerde bir okuyucu bayram şekeri göndermek istedi mesela. Kitap tavsiyesi istiyorlar bazen. Bazen Markut iş bulma kurumu olarak atanamayan arkadaşlara hayali rütbeli işlere yerleştiriyoruz. Hayal kurabilmek önemli. Biz her şeye açığız.

Okumak isteyenler için Markut nerelerde vardır? Konya dışına da gönderiniz var mı?

Konya’da dergi satan her kitapçıda var. Bunun dışında İstanbul, Ankara, Eskişehir, İzmir, Denizli, Van da Markut okuyor. İnternet üzerinden satışımız yok, her şeyle takas yapabiliriz; küpe, bileklik, kitap, dergi, kol saati, saç maşası, çakmak, anahtarlık, bir öğün yemek... Abonelik de yok, bir gün canımız sıkılır basmayız belki, insanlara emekli maaşı misali her üç ayda bir yayınlanacağına dair teminat veremeyiz. Biz ki vazgeçmelerin insanıyız çoğu kez nitekim.

 

Ayşegül Uyar konuştu

YORUM EKLE
YORUMLAR
Halil
Halil - 7 yıl Önce

Teşekkür ederim keyifli bir söyleşi olmuş. Arkadaşları görmesek de bilmesek de sevdik. Allah yar ve yardımcıları olsun. Nerede olursa olsun çay içilebilecek insanların varlığını bilmek bile güzel.

Şerife
Şerife - 7 yıl Önce

Keyifle okuduk. Devamını bekleriz

Gülnaz Eliaçık
Gülnaz Eliaçık - 7 yıl Önce

Bat dünya bat derken batmanın da nasıl bir yükseliş olduğunu ve kaybolurken insanın nasıl da keyiflendiğini gördük. Cevaplar zalım olmuş diyoruz, okurken hiç sıkılmadık keşke biraz daha sorulsaymış dedik hatta... Ekibe selam eder Markut'un gözlerinden öperiz...

banner36