İlklerin hayatımızda şüphesiz ki özel bir yeri vardır. "Kiralık Oturduğumuz Ev" adlı kitabınız ise sizin ikinci eseriniz olarak okurlarınızla buluştu. İlk kitabınızla birlikte düşünürsek bu kitabınızın sizdeki karşılığı nasıl oldu?
İlk kitabımı kendi öz kaynaklarımla çıkarmıştım ve amatör bir heyecanın ürünü olarak bendeki karşılığı cüzdana sığmayacak kadar büyüktü. Yol bilmiyordum, pek çok şeyden habersiz köyden şehre gelen Kemal Sunal filmlerindeki tiplemeler gibiydim. Sonra yolu öğrendim, azığın yolda düzüldüğünü… Çok eskiye dayanan şiirlerin toplamıydı ilk kitap. Hatta içinde şiir olamayacak metinler de vardı. Düşüncem benden bir şeyler kalmasıydı. Dikili bir ağaç gibi ve ikinci, üçüncü, dördüncü bir kitap düşüncesi yoktu. Öyle çıkardım bu kitabı. Sonra düşüncelerim değişti.
İkinci kitabın yolculuğu keyifli oldu benim için. Dergileri bilmeme rağmen ilk kez dergilerle yüz yüze tanışma fırsatım oldu. Yolu öğrendim. Edebiyat kamusunu daha yakından tanıdım. Bu işlerin öyle ha deyince olmayacağını, biraz sabır ve gayretle belki denize düşen bir yağmur tanesi olabileceğimi fark ettim. Üç yıllık bir serencamın sonunda ortaya çıktı bu şiirler. Kendim, çevrem ve ailemle ilgili pek çok şeyi sığdırdığımı düşünüyorum ikinci kitaba. Amacım da buydu zaten. Yaşadıklarımın rafine bir şekilde dizelerde anlam bulması. Tekrar tekrar okuduğumda bana birçok şey hatırlattığını düşünüyorum bu kitabın. Eksiği fazlasıyla ilk kitap gibi bu da benim. Ben’den kastım koyu bir bencillik olarak algılanmasın. Eksiğiyle fazlasıyla içime sinerek kurguladığım bir kitap oldu. Gerisini zaten okura bıraktım.
Aynı isimli şiirinize dayanarak sormak istiyorum. "Belgesel"ler bize gerçeği gösteriyor mu? Yoksa gerçeği bir şairden mi dinlemeliyiz?
Yaşadıklarımızı kesit kesit böldüğümüzde belgeseller çıkacak kadar sahici tarafları var. Sonuçta şiir dediğimiz şey bir gerçeklikten yola çıkıyor. Ve bu gerçekliği okuyucuya sezdirmeden vazifesini yapıyor. Ben belgesel şiiriyle bir fotoğraf çekmek istedim aslında. Güçten düşmüş bir atın son fotoğrafını göstermek istedim. Özelde bu şiirde genelde bütün şiirlerde de yapmak istediğim şey kendi gerçekliğimizi nesneler, eşyalar üzerinden okuyucuya sezdirmek. Okuyucunun yaşadığı gerçekliği yakalayabilme fırsatını bulabilmek. Şairler gerçeğin saf haliyle ilgilenirler. Onların dizelerinde gerçek en saf haliyle okurun karşısına çıkar. Hepimizin böyle bir muradının olduğunu düşünüyorum.
“Boksör” şiirinizde mücadele eden, direnen, meydan okuyan bir insan tavrı ile karşılaşıyoruz. Şairleri de bu şekilde birer boksöre benzetebilir miyiz?
Şairlerin bu dünyadaki karşılığı nedir, hangi kavram ya da mefhum şairleri tanımlar bunun pek çok cevabı olabileceği düşüncesindeyim. Belki bu karşılıklardan biri de boksör olabilir. Tabiatı itibarıyla boksörler her an tetikte yumruğunu bekleten birer avcı gibidirler. Uyanıktırlar. Rakipten gelebilecek bütün yumruklara karşı kendince bir koruma içgüdüsüyle hareket ederler. Bu noktada şairlerin de böyle her an tetikte ve uyanık olma gibi bir vasıfları olduğu kanısındayım. Hayatın yumruklarına karşı ayrıca dirençlidirler. Şurası da önemli; insan hayatın içinde bazen olumsuz durumlarla karşılaşabilir, sendeleyebilir, düşebilir, tıpkı boksörler gibi ve sonuçta yerden kalkmasını da bilir şairler. O darbelere aldırmadan hayatın adeta üzerine üzerine yürürler ve bunu yaparken de senfonik bir dille yaparlar.
“Kiralık” kelimesi bana hep farklı bir hüzün vermiştir. Bu dünyadaki her şeyin geçici olduğunun güzel bir şekilde ifade ediyor. Siz bu kelimeyi kitabınızda sembolik olarak işliyorsunuz. Geçici olanın hüküm sürdüğü bu dünyada sizce neden şiir var?
Yaşadığımız, bedenimiz de dâhil olmak üzere hiçbir şeyin asıl sahibi biz değiliz. Hepsinden sorumluyuz. Bize verilen pek çok şey belli bir süreliğine ve izin dâhilinde verilmiş. Buna göre yaşamamızı sürdürmekte fayda olduğu düşüncesindeyim. Şiirin bu noktada bize kazandırdığı şey işte bu düşünce. Hayatı anlamlı kılma düşüncesi. Yaparken ve yaşarken ayağımızın altındaki toprağın her an kayabileceği düşüncesi. Şiirin bu ayağımızın altındaki toprağı berkitme gücü var. O yüzden şairlerin en önemli vasıflarından biri toprağı berkitme gücü. Ayakları yere sağlam basan şiiri hiçbir şey yerinden oynatamaz.
Sizce şiir tanımlanabilir mi? Eğer öyleyse kendi şiir tanımınız nedir?
Elbette şiirin bir tanımı yapılabilir ama bu eksik kalacak bir tanım olacaktır. Çünkü şiirin düşünen ve duyan bir tarafı var. Bu taraf şiirin tanımlarını çoğaltıyor. Şiir dediğimiz mefhumun müphem ve aleni bir tarafının olduğu kanısındayım. Bendeki karşılığı, bu ikisinin arasında bir yerde kesişiyor gibi. Şiir kendini çok kolay ele veren bir tür değil. Kendinizi zorlamanız gerekiyor. Bazen zorlasınız bile o müphemiyeti çözebilmeniz mümkün olmuyor. Çünkü şiirin diğer bütün türlerden daha fazla sır tutan bir tarafı var. O sırrı kolay kolay da ifşa etmiyor. Aynı zamanda aleni, bazen çok kolay yakalıyor sizi.
Size göre iyi şiirin ölçütü nedir? Bazı şiirlerinizde görselliğin öne çıktığı açık. Şiirinizle alâkalı olarak da "görselleştirme" ifadesini kullanıyorsunuz. Bu unsuru iyi şiirin özelliklerinden biri olarak kabul edebilir miyiz?
Ben iyi şiirin okuyucunun belleğinde yer ettiğini düşünenlerdenim. Okuyucu mutlaka hayatının herhangi bir anında onu hatırlamalı. İnsanların gördüklerini daha iyi hatırladıklarına dair edindiğimiz bir bilgimiz var. Ben de özellikle şiirlerimde buna dikkat etmeye çalışıyorum. Mutlaka şiirlerin çekilmiş bir fotoğrafı olmalı. Mesele burada şu. Hangi fotoğraf zihinlerde yer etmiş. Bazen öyle güzel fotoğraflarla karşılaşırız ki gerçek olup olmadıklarıyla ilgili aklımızda soru işretleri kalır. Bizi hayrete düşürür. Şaşkınlık dediğimiz mevzu. Şaşkınlık ve dimağımızda oluşan beğeni. İşte şiirin bendeki ölçütü.
Şiir size nasıl gelir? Şiirinizin beslendiği kaynaklardan bahsedebilir misiniz?
Hemen hemen bütün şiirlerimi sessiz bir ortamda ve gece saatlerinde yazıyorum. Hafif bir müzik tınısı ve sonra birdenbire gelen o büyülü ses. Şöyle ki yazmak için ceht ettiğiniz bir anda yaşadıklarınızın izleriyle belleğinizde yer etmiş duygu ve düşüncelerin toprağın altından yer yüzüne çıkması. Herhangi bir şiiri okurken ya da bir film seyrederken, bir haberi dinlerken de gelebiliyor bu tür şeyler. Yeteneğin çabayla birleşmesi ve bir metne dönüşmesi. Siz sadece o ilk mısraı bekliyorsunuz, gerisi çabanın ve okumanın ürünü. Şiirlerimin beslendiği kaynaklar aslında yaşadıklarımın toplamı. Şöyle ki çalıştığım kurumdaki öğretmen ve idareci olmam nedeniyle karşılaştığım bir durum. Bu yaz bir öğrenci velisi gelmişti. Benden oğluyla ilgili yardımcı olmamı istedi. Oğlu üveymiş. Ve ‘’evlatlık’’ gibi bir kelime kullanmıştı. Bu beni çok duygulandırdı. Sarsmıştı. “Evlat değil evlatlık nasıl oluyor?” diye düşündüm akşama kadar. Baba ile oğul arasında oluşmayan bir bağ bu. Yani yeteri kadar sahiplenilmemiş bir çocuk var görüntüde. Bu olayın akşamında yazmıştım “Evlatlık” şiirini.
Bir şair olarak varmak istediğiniz merhale var mı? Nasıl bir yol çiziyorsunuz kendinize?
Bu biraz da mukadderatla alakalı bir durum. Şiire ilgim lise çağlarında başlamıştı. Zamanla özellikle de üniversite hayatıyla kemale erdiğini düşünüyorum. Sonrasında bir ara durak oldu hayatımda. Evlendim ve çocuklarım oldu. Sonrasında içimizden gitmeyen o ses tekrar yankılanmaya başladı. Yazabileceğim en iyi metni, şiiri yazabilmek varmak istediğim yer diyebilirim. Bu edebiyat tarihi kitaplarında yer etmemi sağlar mı ya da okuyucunun iltifatına tabi olur mu bunu söylemek kolay değil. Ancak şiirin uzun soluklu bir yaşam alanı olduğunu varsayarsak hepimiz için ortak bir kader olduğu fikrindeyim.
Son olarak günümüz insanının şiirle ilişkisi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Kuşak ve dönemlerle birlikte ben şiir okuyucusunun da dönüştüğü ve değiştiği düşüncesindeyim. Bugün şiir ortamı, ezcümle üreten ve üstüne katma değerini koyan bir yapıya dönüşmüş durumda. Sizin ortaya koyduğunuz ürünlerin kıymeti belki bugün ortaya çıkmayabilir. Ama zamanla sesini bulan, içeriğini hayatla bağdaştıran, yaşadığını yansıtan bir şiirin geleceğe kalacağı kanısındayım. Bugünün okuyucusunun albenisi, değer dünyası geçmişle kıyaslanamayacak şekilde farklı. Pragmatist bir okuyucu kitlesiyle karşı karşıyayız. Bugün bu kadar çok ürünün çıkmasının sebebi de bu pragmatist anlayış. Okuyucuyu doyurmak zorundasınız. Ve bu işi yaparken de nitelikten ödün vermemelisiniz. Ondan ödün verdiğiniz takdirde bugün belki okuyucuda bir yanılsama olabilir ama nitelikten yoksunluk, şiirin geleceğini karartan en önemli saik.
Söyleşi: Fatih Memiş