Edebiyat türleri içinde bir yönüyle en risklisi eleştiri… Yanılmıyorsam şiirle başlamış biri olarak neden eleştiriyle devam ediyorsunuz?
Şiirle başladığımı söylemek pek de doğru değil aslında. Başlangıçta sadece düzyazı vardı. 1997’de Selam gazetesinde çıkan ilk yazım da bir edebiyat dergisi (Düşçınarı) hakkında kısa bir değiniydi. Daha sonra ise 2000 yılından itibaren Yedi İklim’de inceleme ve eleştiri yazılarım çıktı. Aynı yıl aynı dergide bir şiir çalışmam Ali Günvar’ın editörlüğünde yayınlandı. Sezai Bey için yazılan bu şiir başıma bela oldu, kurtulamadım ondan. Geçen yıl Kültür Bakanlığı tarafından hazırlanan Sezai Karakoç Kitabı’na da alınmış maalesef o şiir denemesi.
Sorunun diğer kısmına gelirsem; eleştirinin riskli olduğu konusunda haklısın. Bu risk biraz da hakkında yazdığın konu, eser veya kişiye bir değer biçme gereğinden kaynaklanıyor. Bir yargıya ulaşmak kolay. Fakat bu yargıyı temellendirerek, gerekçelerini net bir biçimde ortaya koyarak sergilemek belirli bir gayretin yanı sıra ahlâk ve adalet duygusuna ihtiyaç duyuyor. Bu üçü ise kolay kolay bir araya gelmiyor. Eleştiriyi seçme nedenim, okurluk temeli üstüne inşa edilen bir tür olması. Zaten kendimi yazardan çok okur olarak görüyorum. Titiz ve dikkatli bir okurum ben sadece. Yapmaya çalıştığımsa ahlâk ve adalet duygusunu ihmal etmeyen bir anlama çabası.
Kral Yolu ismi çok başarılı bir isim. Açıkçası eleştiri yazanların imrenecekleri bir kitap ismi. Sizin Kral Yolu’ndan kimler geçebilir? Yani Ali Görkem Userin değerlendireceği bir kitap ya da konuyu neye göre belirliyor?
Kral Yolu tabirini, eleştiriden anladığımı ve çoğu yazıda yapmaya çalıştığımı en iyi simgeleyen karşılık olduğu için seçtim. Yoksa kitapta bu başlıkta bir yazı olmadığı gibi herhangi bir yazıda da geçmiyor bu tabir. Kitabın önsözünde de ifade edildiği üzere, Kral Yolu, İpek ve Baharat Yollarının ticarî amaçlarının aksine geçtiği şehirleri birbirine yaklaştırmak, onlar arasında bir bağ kurmak ister. Bunu da anlama çabasıyla yapar.
Değerlendireceğim kitap ya da konuyu seçme işi çok şahsi bir mesele aslında. Daha çok beni heyecanlandıran kitapları, konuları yazıyorum. Bu heyecan bahsi disiplinden ve ciddi bir kriter süzgecinden uzak gibi görünebilir tabii. Fakat beni heyecanlandıran, yazmaya sevk eden konu, eser ve yazarların da ortak yönleri var muhakkak. Mesela Türkçeyi ne kadar iyi kullanırlarsa kullansınlar, yerli turistler diyebileceğimiz yabancılaşmış, Batılı yazarlardan ve eserlerinden uzak durmaya çalışıyorum. Onlar Kral Yolundan değil İpek veya Baharat Yolundan geçiyorlar zaten.
Ele aldığınız konularda olumsuz eleştiri değil daha çok beğenilerinizi dile getiriyorsunuz. Kitabın genel karakterinden anlaşılıyor ki bilinçli bir tavır bu. Bu konuda eleştirildiğiniz olmuyor mu? Buradan hareketle eleştiri nedir sizce?
Doğrudur, olumsuz ve yıkıcı eleştiriyi pek tercih etmiyorum. Geçmişte bu tarz yazılar da yazdım, fakat bunların kimseye bir faydası olduğunu düşünmüyorum. Kötüye kötü demek, insanın nefsine hoş gelse de, malumu ilam etme basitliğinden ibarettir. Başka bir deyişle, iyinin altını çizmeyi kötünün üstünü çizmeye tercih etmek lazım. Benim yaptığımsa sadece iyiyi işaret etmek ve nitelikli olanın altını çizmek. İyiliğin, insanın ve kayda değer tüm eylemlerinin özünde olduğunu unutmamalıyız. Eleştiriden anladığım da buraya kadar söylediklerimden ayrı değil. Bir de, kitaptaki yazılardan çok, yazıların işaret ettiklerinin önemli olduğunu düşünüyorum. Sık sık zikrettiğim anlama çabası, iyinin altını çizme ve ahlâk ve adalet duygusunu gözetmeye bunu hususu ilave edebilirim. Ayrıca kul hakkı ve emeğe saygı hesaba katılmadan sağlam bir eleştiri kurulamayacağı kanaatini taşıyorum.
Anlaşılıyor ki kuramlarla arası iyi olmayan bir yazarsınız. Kuramcı eleştirmenlerin objektif olması diye bir şey söz konusu olabilir mi?
Tespitinde haklısın. Edebiyat eleştirisinin bugün geldiği noktada kuramların ve kuramsal yaklaşımların tek başına işimize yarayacağını düşünmüyorum. Şucu eleştiri veya bucu eleştiri bir derdi olmayan yazarı dert sahibi yapmaz. Bunun da ötesinde eseri veya yazarı doğru anlayıp sağlıklı yorumlamamızı da kolaylaştırmaz. Bir kere eleştirel kuramların hemen hemen hepsi edebiyat dışı alanlardan ithal edilmiştir. Örneğin Marksist eleştiri anlayışı, Marksizmin ekonomik dünya görüşü temelinden hareket eder ve sınıf mücadelesiyle kapitalizm eleştirisini merkeze alır. Ama bunların hiçbiri edebiyatın ve edebî eserin temel ve öncelikli meseleleri değildir. Sanatına saygı duyan hiçbir şair veya romancı kalkıp da “Ben eserimi Marksist dünya görüşüyle kaleme aldım” demez, diyemez. Çünkü sanat ve edebiyat eseri dünya görüşü ve ideolojiden daha derinlerde bir yerden doğarak gelişir. Öte yandan kuramcı eleştirmenin nesnel olması da mümkün görünmüyor. Çünkü esere yaklaşırken bir kuramın penceresinden bakıldığında eserin de ister istemez bir cephesi görülebilir. Hakkaniyetli ve ayakları yere basan eleştiri yerine göre eseri birçok kuramdan yararlanarak değerlendireceği gibi hiçbir kuramı kullanmadan da değerlendirebilir.
Kitabın bütününde ele alınan kitaplara ve konulara baktığımızda ortak payda İslam medeniyet dairesine girmiş ve Osmanlı modernleşmesiyle başlayan sürecin ürettiği eserler olması. Buradan kültürel süreklilik meselesine gelelim. Günümüz edebiyat ortamında aktif birisiniz. İtibar dergisinin mutfağındasınız. Kültürel süreklilik meselesini ya da daha doğru ifadeyle “devam fikri”ni baz alarak söylerseniz yeni yazan şair, öykücü vs. yazarlar bu fikre aşina mı? Nasıl görüyorsunuz?
Bana kalırsa Türkiye’nin 20. asırdaki en mühim meselesi Cumhuriyet devrimlerinin neden olduğu büyük yıkımdır. Bu yıkımın etkileri inanılmaz boyutlara ulaşmıştır. Bugün bile Türkiye’nin ve Türkçenin başına gelen kötülüklerin çoğunun tetikleyicisi 1923 ve sonrasıdır. Hal böyleyken bu süreçte ortaya konulan ve kültürel kopuşu onarmaya çalışan eserleri vurgulamak boynumuzun borcudur. Kalemin vebali de bunu gerektirir.
Günümüz edebiyat ortamında kültürel süreklilikten, devam fikrinden veya gelenekten bahsedildiğinde daha çok birtakım biçimsel tercihler anlaşılıyor. Devamın özden gelen ve özle ilgili bir hadise olduğunu, dolayısıyla bunun teknik ve biçimsel tercihlerle olamayacağı gerçeğini atlıyoruz. Dergiciliğimiz bağlamında ise bir klişeyle kurtardığımızı sanıyoruz kültürel sürekliliği ve devam fikrini. Büyük Doğu, Diriliş, Mavera çizgisinden söz ediliyor sürekli. Sakız gibi çiğneniyor bu isimler ağızlarda. Neticede Büyük Doğu’nun kapağını bile görmeyen onlarca insan o çizgiden söz edince bu içi boş bir klişe olarak kalıyor.
Mustafa Kutlu’ya özel bir yer ayırmışsınız sanki… Bu bir rastlantı mı, yoksa özel bir sebebi var mı?
Kitabı oluşturan yazılar kalabalık bir toplamın elenip seçilmesiyle bir araya geldi. Bu toplamda yer almayan yazıların sayısı kitaptaki yazıların yaklaşık dört-beş katı kadardı. Dolayısıyla Mustafa Kutlu yazılarının bu şekilde olması da bir rastlantı değil. Tıpkı Mehmet Akif, Tanpınar ve Dücane Cündioğlu yazılarının rastlantı olmadığı gibi. Öte yandan kitaba alınmayan Kutlu yazıları da oldu. Örneğin Kılavuz dergisinde çıkan ve Menekşeli Mektup’taki Türklük vurgusunu işleyen yazı Kral Yolu’na dahil edilmedi. Bu seçimi yaparken de yazıların birbirlerine uyumuna ve genel kalitesine bakıldığını söyleyebilirim.
İlerde bir müstakil Mustafa Kutlu çalışmasıyla karşılaşabilir miyiz?
Hangi konuda olursa olsun müstakil çalışmalar farklı bir disiplin ve çalışma tarzı istiyor. Mustafa Kutlu’nun hikâyeciliğine dair Necip Tosun ve Ercan Yıldırım’ın kıymetli çalışmaları oldu. Özellikle Ercan Yıldırım’ın kitabı titiz bir çalışmanın ürünü. Fakat Kutlu sadece bir hikâyeci değil. Zaten Kutlu, Karakoç ve Pakdil gibi büyük sanatçıların ortak bir yanı da sanatı ve düşünceyi ortak bir potada eriterek edebiyat yapmalarıdır. Mustafa Kutlu’nun özellikle düşünce cephesine dair bağımsız bir çalışma yapılmalı. Bunu yapmak da kime kısmet olur, orasını Allah bilir.
En nihayetinde bir anlama çabasıysa tüm yazdıklarınız, bundan sonra nasıl devam edeceksiniz?
Konu ne olursa olsun, geleceğe dair konuşurken dikkatli olmak lazım. Planlama ve yazma aşamasındayken insanlara bahsettiği yazıların birçoğu yarım kalmış biriyim ben. Konuştuğum zaman tadı kaçıp, büyüsü bozuluyor sanki bu işlerin. O yüzden en iyisi, gayret etmek ve “Yaa nasip” deyip susmak. Çünkü gayret bizden, tevfik ise sadece O’ndandır.
Abdüssamed Bilgili Kral Yolu’ndan yürüdü