Ali Emre benim için rikkatli şiirlerin şairidir. Onun narin ve naif şiirinde oldukça geniş anlamlar barındıran imgelerle karşılaşırım hep. Şiir kadar şiirin tüm meselelerine de kafa yoran bir şair olarak hazırladığı “Şiirin Saçağı Altında” (İz Yay.) kitabını çıkarmışken biraz söyleşelim istedim. Ben sordum, o cevapladı; ortaya şiirin mühim dertlerine dair çok şeyler söyleyen bu söyleşi çıktı. Umarım şiirle gönüldaş olanlar keyifle okurlar.
Ali Emre’nin, şiir kadar şiirin meselelerine de kafa yorduğunu biliyorduk. Şiire dair yazılarını toplayıp okura sunmanı ‘İşte benim şiirime giden yollar bunlardır.’ diye mi anlamamız lazım, yoksa işin başka bir boyutu mu var?
Bunu kısmen söyleyebiliriz. Kitapta benim şiirime giden yolları gösteren, şiir anlayışımı ve serüvenimi yansıtan yazılar da var elbette. Fakat bunların yanında şiirin genel ve güncel konularını merkeze alan yazılar sayıca daha fazla. Poetik metinlerin yanısıra incelemeler, eleştirel yazılar, polemikler ve öznel değerlendirmeler de içeriyor kitap. Bazen kadim bazen güncel bir sorun olarak şiirin saçağı altında yer tutan çeşitli mevzuların bir bölümüne belli dikkatler, yorumlar ve öneriler eşliğinde yönelen yazılar bunlar.
Çatı yoksa altındakiler ıslanır
Hatırlarsan, Endülüs Edebiyat Dergisi’nde Cahit Zarifoğlu’nun Ahmet Yalçınkaya’ya gönderdiği bir mektubu yayınlamıştım. Orada “Çatı yoksa altındakiler ıslanır, o yüzden önce çatımızı sağlam tutmalıyız.” diyordu. Senin kitabı görünce aklıma birden o geldi. Bu saçaklar o çatının saçakları mı?
Cahit Zarifoğlu’nun sözü güzel, doğru ve anlamlı. “Çatı” ve “saçak” kelimesini, metaforunu çeşitli bağlamlarda kullanan başka şairler, yazarlar da var. Çatı; düşünce ve sanat alanındaki birikimimizin, tercihlerimizin, tasarımlarımızın genel mihveri olarak görülebilir. Bir yola çıkış bilgisi, kapsamlı ve bütüncül bir kılavuz, toparlayıcı bir fıkıh prosedürü. Dağınıklığı, savrulmayı, parçalanmayı azaltan, engelleyen ve koordinatları da az çok belli olan bir düşünsel külliye. Neyi, nasıl çattığımızı, kurduğumuzu, inşa ettiğimizi gösteren, hatırlatan bir zihinsel mimari göstereni. Bu çatı ve onun altında uzanan saçaklar bizi korur, kollar, toplar, bir araya getirir. Aynı zamanda hem kendi evimize hem de gök kubbe altında yer tutan başka çatılara, o çatıların içinde olup bitenlere nasıl yaklaşacağımızı, onlara hangi perspektif ve hissiyatla yaklaşacağımızı da ihsas ve ima eder.
“Şiirin Saçağı Altında”, ‘Şairler Loncasında' ve ‘Halkın Minderinde’ başlıkları altında iki ana bölümden oluşuyor. İlk bölümün şiire kafa yoran şairlere ve ikinci bölümün de şiiri ciddiye alan okurlara doğru çevrilmiş olduğunu düşünüyorum. Sen özelikle mi yaptın bunu?
Evet, geneli itibariyle doğru bir belirleme. İlk bölümde, zaman zaman şairlere, şiir örneklerine de bata çıka ilerleyen tematik yazılar ağırlıkta. İkinci bölümde yer alanlar ise daha rahat, öznel ve güncel.
Kitabın girişinde, dünyanın yaşadığı kaotik ortama benzer olarak şiirin ana arterlerinde ciddi sorunlar olduğunu söylüyorsun? Nedir bu sorunlar ve dünyanın içinde bulunduğu durum şiiri bu denli etkilemeyi nasıl başarıyor?
Şiir dünyadan, insanlık hâllerinden kopuk bir şey değil sonuçta. Önemli ve belirleyici olan sizin duruşunuz, bakışınız, tercihleriniz. Bir tarafta durmadan tepinen, gürültü çıkaran, küçük burjuva kompleksiyle olmadık şaklabanlık ve hokkabazlıkların peşine düşen, her tarafa hazcılığın ve günübirlik yaşayışın nesnelerini, görüntülerini, cinliklerini serpiştiren bir şiir anlayışı ve örnekliği var. Gerçek ve hak edilmiş bir zemini, süreğen bir nefesi, içimize kalıcı ışıklar düşüren bir aydınlığı yok bu şiirin. Kirli bir enerji yayıyor daha çok. Gürültü patırtıdan geçilmeyen bir diskoda çatılıyor adeta. Safrasını bile atmaya kıyamıyor üstelik. Sürekli yatay, enlemesine gelişiyor. Sık sık soluğanlaşsa da sosyal medyadaki gevezelik marazının içinde yeni bir kimya edinmekte zorlanmıyor. Özetle yılışık, sırnaşık, gürültülü, eklektik bir şiir bu. Kimlikten, büyük anlatılardan, doğru dürüst bir yaşama üslubundan kopuk günümüz insanının durumuna denk düşüyor birçok noktada. Aynı zamanda içinde şeytanlar dolaşan Batılı paradigmaya da fazlasıyla boyun eğmiş, onun önünde diz çökmüş durumda. Taraftarı az olsa da bunun dışında kalan, başka bir şiirin, eleştirinin, edebiyatın hâlâ mümkün olduğunu öngören bir vadi, bir istikamet de var elbette.
Yusuf kokulu gömlek
Yusuf peygamber kıssasından hareketle şiire, şairin yaşam karşısındaki duruşuna ve tercihlerine dair çok güzel sonuçlara ulaştığın bir yazın var kitapta. Şair duracağı yeri de bilmeli diyorsun burada. Nerede durmalı şair ve şiir?
Şiir, insanî hizayı gözetmeli en azından. Çer çöp yığınının, yozluk ve düşkünlüğün, gönüllü köleliliğin ötesine geçerek, varoluş ve yaşayışını bir değerler dizgesi eşliğinde anlamlandırmaya çalışan insanlarla göz hizasını, temasını korumakta da istekli, duyarlı olmalı. “Sahte kanlı gömlek”, “arkadan yırtılan gömlek” ve “Yusuf kokulu gömlek” metaforlarıyla örülü söz konusu yazı, hem bu durak yerlerini hem de hüsran ablukasından çıkabilmeyle ilgili tavır ve tutum biçimlerini göstermeye dönük bir çalışma. “Uydum kalabalığa” anlayışı, hayatımızın hiçbir alanında egemen olmamalı. Gürbüz insan ağacı; ıslahın, furkanın, inşirahın avlusunda yeni bir diriliş iklimi bulabilir. Edebiyatın ve dolayısıyla şiirin bir şekilde içinde yer aldığı savaşım da aslında “güzel söz” ile “kötü söz” arasındaki o kadim çekişmenin sürekli güncellenen tezahüründen başka bir şey değil.
Şiirin etrafındaki gürültülerden bahsediyorsun. Nedir bu gürültüler? Bütün bu gürültüler altında iyi işçilikli ve incelikli şiirler yazılabilir mi bugün?
Şiiri geliştirmesi ve belli noktalarda da olsa dönüştürmesi umulan şairlerden, verili şairlik ya da saygınlık kalıplarına uymaları beklenmiyor artık. İçinde dönendiğimiz zamanın aritmik yaşayışına koşut olarak, mekanik ve matematiksel bütünlüğün kuşatılmışlığı içinde bugün daha cesur, coşkulu, genel yapıyı ve buyurganlığı patlatıp bozmaya eğilimli bir yaklaşım öne çıkıyor. “Çağın isterleri” denen şey, şiiri de hem sıkboğaz edip telaşlandırıyor hem de çoğaltıp dirençli kılmaya yöneltiyor. Bunun hem olumlu hem de olumsuz tarafları var kuşkusuz. Günümüz insanı ve dolayısıyla şairi, gerçeklikle karşılaşırken yalnız değil. Temiz bir yüreğe, berrak bir zihne sahip değil. Dünya ile arasında eskisine göre daha uzun, daha büyük bir mesafe var. Gerçeklikle, dünyayla çeşitli araçların, odakların ürettiği imajların süzgecinden geçerek ilişki kuruyor.
Aynı sıkıntı bu imajların tasallutu altındaki dil için de söz konusu. Şair, şiire kalabalık, gürültücü ve kirli bir kadro ile, örtüler yahut perdeler yumağı ile, tadı tuzu kalmamış bir dil ile başlamak zorunda kalıyor bu yüzden. Rutin ilişkilerle, mekanik yaşantılarla malul bu atmosferde yeni bir duyguya, etkili bir edebî görüşe kaynaklık edecek yalın, sarsıcı bir kişisel deneyimin yaşanma şansı da kalmıyor neredeyse. Edebiyatın birçok türü gibi şiir de öncekilere atıf ya da salt kurgu ekseninde gelişmeye evriliyor. Pastişe, kolâja, parodiye dönüşüyor kolaylıkla. Asmaların, tasmaların, yosmaların koynundan çıkmakta da zorlanıyor bazen.
Fakat bu gürültüleri aşabilen, bu zindanlardan çıkabilen, bu zincirlerden kurtulabilen insanlar da var. Parça doğrulara, parça güzelliklere sahip örneklerin yanında iyi, sıkı, etkili diye nitelenebilecek çok sayıda şiirle, kitapla karşılaşıyoruz hâlâ.
‘Ağu Tasındaki Bal’ geliyor
Ali Emre şiirine gelirsek, tüm bu konuştuklarımızın ışığında, o nerede duruyor? Şairi olarak şiirini nasıl tanımlayabilirsin?
Kendi şiirim hakkında fazla konuşmayı doğru bulmuyorum. Yazdığım şiir ve yazıların, kendi tercih ve tutumum konusunda da ipuçları taşıdığını söyleyebilirim. Öğrendikçe, olgunlaştıkça, çalıştıkça daha güzel, daha nitelikli şiirler yazabileceğimi düşünüyorum. Vade ne zaman dolar bilmiyorum ama, daha yeni başlıyor şiir.
Bu şekildeki yazıların devamı gelecek mi, en azından yakınlarda bir kitap daha var mı?
Şairleri ve şiir kitaplarını merkeze alan bir çalışmam var. Mehmed Âkif’ten, Safahat’tan başlayarak günümüz şiirindeki önemli yükseltilere kadar uzanan çok sayıda şairle, kitapla ilgili yazıları içeriyor. Yakında, “Ağu Tasındaki Bal” adıyla yayımlanacak inşallah. Onun dışında, çeşitli alanlarda fırsat ve imkân buldukça yazmaya gayret ediyorum. “Şiirdeki hikâye” ana başlığıyla, bir hikâyesi olan şiirler hakkında yazmaya başladım bir de. Post Öykü dergisinde yayımlıyoruz bunları da. İleride, bu yazılar da bir kitap boyutu kazanabilir.
Adem Özbay yazdı
Adem Özbay'a teşekkür etmek lazım.Şiir ve yazılarını zevkle okuduğumuz Ali Emre ağabeyle güzel bir söyleşi yapmış.