Hocam merhum Seyyid Kutub’un eserlerini yayınlayanlar arasındasınız. İlk kitabı hangi yıllar da çevirdiniz?
İlk kitabı 1968’de “Cihan Sulhu ve İslam”ı çevirdim. Sonra bu çevirilere birkaç kitap daha ekledim. “İslami Dünya Görüşü” iki sene sonra çevirdiğim bir kitap.
Seyyid Kutub’un kitaplarını çevirdiğinizde ne gibi tepkiler aldınız?
Seyyid Kutub’un kitaplarını çevirirken birçok çevre bana reformcu, vahhabi, mezhepsiz gibi yaftalar yakıştırmak istediler. Fakat kendilerinde kaldı inşallah bu yaftalar. Hem mezhepliyiz, hem Müslümanız. Vahhabi filan da değiliz. Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat mensubuyuz; İmam Şafii’nin mezhebine, İmamı Azam’ın mezhebine göre amel ediyoruz. O dönemlerde bize aslı astarı olmayan ithamlar yapılıyordu: İbni Teymiyyeci’dir, Vahhabi’dir gibi. Bu çevrelere göre Nasır hükümeti meşru bir hükümetti. “Bunlar meşru hükümeti yıkmak istiyorlar” diyorlardı. Bizi tenkit edenlere göre Nasır’ın idaresi meşruydu, bizler de bu meşru hükümeti yıkmak isteyen Seyyid Kutub’un eserlerini yayınlıyormuşuz. Allah rahmet eylesin, Hasan El Benna da rejim tarafından Vahhabi olarak itham edilmişti. Bu rejimin yerine İslam rejimini ikame etmek istediği için bu ithamlara maruz bırakılmıştı. Aynı şekilde bize de haksız ithamlar yapıyorlardı. Tabii biz bu ithamların altında kalmadık. Gerekli cevapları verdik. Hatta bizim hakkımızda o dönemde Yeni İstanbul gazetesinde yazılar çıktı. Öyle ki biz güya İhvan-ı Müslimin’in kitaplarını tercüme etmek suretiyle Amerikan ARAM- CO şirketinden para alıyormuşuz.
O dönemde Seyyid Kutub’un eserlerinin yayınlanmasına kimler, niçin karşı çıkıyorlardı?
Seyyid Kutub’un eserlerine karşı çıkanlar, İslam şeriatının bu memlekete gelmesini istemeyenlerdir genel olarak. Fakat şayan-ı teessüftür ki bunların içerisinde şeriatçı, samimi Müslüman, ehl-i sünnetten olduklarını iddia eden çevreler vardı, onlar karşı çıkıyorlardı. Ayrıca İslam’ın gelmesinden korkanlar, İslam’ın gelmesini istemeyenler, İslam’ı çağdışı ilan edenler de aynı şekilde davrandılar.
Bugün Seyyid Kutub’un eserleri özellikle Fî Zilali’l Kur’an, Müslümanlar arasında en fazla okunan eserler arasında. 30 yıl sonra bugünden o günlere baktığınızda Seyyid Kutub’un kişiliği ve düşünceleri ile ilgili nasıl bir değerlendirme yaparsınız?
O günlerde Seyid Kutub tabii yeni tanınıyordu. İsmi yeni yeni yayılıyordu Türkiye’de. Arap aleminde biliniyordu. Hatta Pakistan’da, Hindistan’da, İhvan-ı Müslimin’in en keskin kalemlerinden biri olduğu biliniyordu. Fakat bizim memlekette, o dönemde yeni yeni tanınmaya başlamıştı. İhvan’la irtibatı olan bazı arkadaşlar, bazı çevreler bunu biliyordu. O zamanlar ismi pek bilinmezdi. Şimdi Allah’a şükürler olsun, parlayan bir güneş gibi İslam inkılabını isteyenler, İslam ruhunu taşıyanlar, İslam’ı dünyaya hâkim kılmak isteyenlerin gönlünde yaşıyor. Seyyid Kutub, artık bir tane değil, binlercedir. Türkiye’nin Seyyid Kutubları şimdi o fikirleri takip etmekteler, gerekirse canlarını feda etmekten de çekinmezler. Allah onların emsalini çoğaltsın.
Nasır, Seyyid Kutub’un “Yoldaki İşaretler” kitabını Moskova’dan uçakla Kahire’ye dönerken okuyor. “Bu bir hükümet darbesi girişimidir” diye niteliyor. Yoldaki işaretler, Nasır’ı niçin bu kadar korkuttu?
“Yoldaki İşaretler”, diğer kitaplarında olduğu gibi İslam’ı bir bütün olarak ortaya koyuyordu. Onu diğer sistemlerle mukayese ediyordu. İslam’ı yüceltiyordu. En büyük sistemin o olduğunu ve haklı olarak Mısır’daki batıl sistemin yok olacağını, İslam’ın hâkim olacağını söylüyordu orada. Nitekim Nasir, haindi, İslam’a ihanet etmişti. İhvan-i Müslimin’e ihanet etmiş bir adamdı. Diktatördü, ne demokrasi bilirdi, ne hak hukuk… Kendisinden başka hiçbir şey kabul etmeyen, Rus taraftarı olduğunu açıklayan, esasında Amerikan ajanı olduğu ortaya çıkan bir adamdı. Böyle bir adam ruhsuzdur. Kendi tatbikatından başka hiçbir şey kabul etmez. İslam’ın gelmesinin kendisine neye mal olacağını da biliyordu. Bunun için esere tepki gösterdiği kanaatindeyim.
Hatta “Yoldaki İşaretler” kitabı, Seyyid Kutub’un Nasır tarafından idam edilmesine neden oldu. İdam kararı üzerine Alem-i İslam’da İslami hareketin faydalı olduğuna inanan liderler, Müslüman alimler, fazıl insanlar, gerek fert olarak gerekse toplu olarak Nasır’a baş vurdular. Seyyid Kutub’un idam edilmemesi için… Nasır da: “Seyyid Kutub hapishanede bir basın toplantısı yapsın, benden özür dilesin, bizim hak yolda olduğumuzu ifade etsin, onu da bırakalım, onun bütün arkadaşlarını da bırakacağız.” dedi. Seyyid Kutub bu ifadeyi tebessümle karşıladı. “Eğer benim davam, hak ise ben Nasır’dan niçin şefaat dileyeceğim? Eğer hak değilse benim gibi bir yalancının bu dünyada kalması, insanlar için zarardır. O zaman beni idam etsinler.” şeklinde tarihin sahifelerine altın harflerle yazılabilecek cümleler kendisinden sadır olmuştur. Bir Seyyid Kutub idam edilmiş, yüz binlerce Seyyid Kutub, İslam aleminde bugün mücadele vermektedir. Kitapları İslam aleminde bütün dillere çevrilmiştir. Türkçeye, Arapçaya, Urducaya, Farsçaya hatta İngilizceye, Fransızcaya kadar birçok dilde tercüme edilmiştir. O tercümeler sayesinde yüzbinlerce Kutublar yeryüzünde faaliyet göstermektedirler. Cezayir’deki ve Tunus’taki hareketin temelinde Seyyid Kutubların dahli vardır. Hatta Libya’da Mecnun Kaddafi’ye karşı gelen ve “bunları mahkeme etmeden öldürün” dediği Müslümanlar da Seyyid Kutubların takipçileridir. İnşallah fikir düşmanları, hakikat düşmanları kısa devrede Seyyid Kutubların takipçileridir. İnşallah fikir düşmanları, hakikat düşmanları kısa devrede Seyyid Kutubları kendi tepelerinde, Alem-i İslam’ın her yerinde göreceklerdir.
O yıllarda Seyyid Kutub’un idamı Türk basınında nasıl yer almıştı? Hatırlıyor musunuz?
Hatırlıyorum, ben o tarihte Tekirdağ’da müftü idim. Seyyid Kutub’un idamı üzerine ne yapacağımı şaşırmış vaziyette olduğumu itiraf ediyorum. Nasır’a bir telgraf çektim, postaneden almadılar. Bir devlet başkanlığına telgraf göndermek belli bir protokol dahilinde gerçekleşir dediler. Sonra o zamanki Müslüman talebeler cemiyetine söyledim, protesto etsinler. Fakat fayda vermedi. Kader-i ilahi vâki olmuştu. Basın, Seyyid Kutub’a hücum ediyordu. Şeriatçı Müslüman, radikal Müslüman, katıksız Müslüman dedikleri Seyyid Kutub, Mısır’ın meşru hükümetini yıkmak isteyen bir adamdı bunlara göre. “İdam edildi, Türkiye’de de bu fikri benimseyenler vardır, ikaz ediyoruz bunları. Bu rejim köhne bir rejimdir, gitmiştir, tarihe karışmıştır” diyorlardı.
Ender birkaç Müslüman gazete vardı lehinde yazanlar. Seyyid Kutub tasavvufa taraftar değilmiş, o tarafı olmadığı için eleştiriliyordu. Halbuki Seyyid Kutub’un konusu tasavvuf değildi. Onun konusu İslam’ı yeniden gündeme getirmek ama saf İslam’ı... Kur’an ve Sünneti yorumsuz olarak gündeme getirmekti. Müslümanlara o şekilde sunmak istiyordu. Ben tasavvufa karşı sözler görmedim. Bazı ibarelerinde eğer tasavvuf İslam’a uygunsa onun bizim başımız üzerinde yeri var. Değilse zaten reddedilmiştir. Şeriata uygun değilse tarihi kalıntılardır, şeklinde ibareleri vardı. Bütün enerjik alimler, İslam’ı getirmek için mücadele eden alimler eğer tasavvuf, şeriata uyuyorsa, şeriat dahilindeyse, “şeriatın özünü aldık, postunu köpeklere attık” gibi saçma sözler sarf etmiyorlarsa sorun yoktur. Her Müslüman, Allah’a sığınır, ancak Allah’a ibadet eder. Seyyid Kutub’u mezhepsiz olarak itham ediyorlardı. Bunu da bazı tasavvuf çevreleri yapıyordu. Seyyid Kutub’un kitaplarının konusu mezhebin ispatı veya reddi değildi. Mezhep var mıdır, yok mudur, bunu müzakere etmiyordu. Onun hedefi de bu değildi zaten... Hedefi, İslam’ı gündeme getirmekti. İslam geldi mi, mezhepleriyle, tasavvufuyla, bütün özellikleriyle gelir. Konusu mezhepleri tenkit etmek değildi. Müslümanların zilletten kurtulmasını amaçlıyordu.
Hocam, son olarak Müslüman gençlere tavsiyeleriniz nelerdir?
Müslüman gençlere tavsiyem; Kur’an ve Sünneti güzelce öğrensinler, hemen kendilerini içtihad edecek güçte görmesinler. Temkinli bir şekilde Kur’an’ı ve Sünneti güzel bir şekilde okusunlar, takip etsinler. Kur’an okusunlar, Kütüb-i Sitte’yi okusunlar. Bunu gündeme getirsinler, acele etmesinler, netice inşallah, ehl-i iman lehinde olacaktır. Cenab-ı Allah, azmimizi, kuvvetimizi arttırsın.
Söyleşi: A. Muradoğlu
Yeni Yeryüzü dergisi, 4. Sayı, Eylül 1993