Söylenenlerin aksine sevgiden maraz doğmaz

Kays’ı kızgın çöllerde dolaştırıp Mecnun eden sevgi değil miydi?

Ferhat’a dağları deldiren, Yunus’u kayıtsız şartsız kırk yıl boyunca bir dergâha bağlayan, Kays’ı çöllerde dolaştırıp aklını kaybetme noktasına getiren ve Mecnun eden sevgi değil miydi? Kediyle fareyi, kurtla kuzuyu düşman eden kör olası nefretten başka nedir ki?

Sevgidir gönül susuzluğumuzu gideren… Yürek çöllerimizi onunla yeşertiriz. Bulutları sağdıran ve toprağa can veren gücün dayandığı hissiyatın kaynağı da sevgi değil midir? En büyük ve tesirli büyü sevgidir kanımca… Zira onun elinin uzanamayacağı uzaklık yoktur. Odur mesafeleri aradan kaldıran… Sevgi uzakları yakın eder, zamanı avucuna alır, uçurumları ve yokuşları düzlüğe çıkarır. Rayından çıkmış hayatları rayına oturtur.

Hiçbir maliyeti yoktur sevginin. Manalı ve içten bir gülümseme, göz parıltısı, önyargılardan uzak yaklaşım yeter de artar bile. Yeter ki ‘severmiş’ gibi görünmeyin. Zira kalpten kalbe uzanan yollar içtenliğimizi ölçen radarlarla doludur. Samimiyetten uzak hisler, bu radarlara kolayca yakalanır. Bunun ceremesi ödenemez parayla pulla. Zira kırılan gönüller yapıştırılmaz ki! Siz en iyisi kalpler arasında muhkem köprüler kurun.

Kaynağı Allah’a dayanmayan sevgi, saman alevi gibi sönmeye mahkûmdur

Kalbin çalışması için sadece nefes yetmez ki! Kalbin maddi ciheti solukla hayat buluyorsa manevi ciheti de sevgiyle cilalanıyordur. Kaynağı Allah’a dayanmayan sevgi ise saman alevi gibi sönmeye mahkûmdur. Çünkü sevgi O’ndan neşet etmiştir. Güneşin huzmeleri altında mumun ne hükmü vardır? Hiçbir zaman kurumayacak olan o membadan nasiplenenlere ne mutlu… O kaynaktan tasını dolduranlar hiçbir zaman susamazlar.

Sevgi bulutlarının olduğu bir dünyada çorak topraklar ne de bahtiyardır. Her bir kum tanesine değen damla iksirdir kanımca… Onların suladığı topraklarda boy atan ekinler yarınların ambarlarında güven ve emniyet sunarlar bize. Kin tarlalarında ancak gam ve kasavet yetişir. Zira o tarlalar gözyaşıyla sulanırlar. Etrafları dikenli tellerle örülüdür.

Sevginin can evimizi çepeçevre sarmadığı bir dünyada yaşamak, kuru kuruya soluk alıp vermekten başka nedir ki?...Yaşamak nefes alıp vermekten ibaret değildir zira…Gam soluduğumuz dünyada her an, bir asır uzunluğundadır. Aldığımız her nefes, içimizi daha da acıtır, kalp sineye yabancılaşır. Ketum davranır dil, gönülden kopunca…

Bahar taşıyabilir mi kara kışın kurşundan ağır yükünü? Serçelerin sırtına palan vurulur mu hiç? Bülbüllerin sedası ne ifade eder sağırlar için? Körler çarşısında aynanın hükmü nedir ki? Öyle de sevginin mahkûm sandalyesinde, nefretin hâkim koltuğunda oturduğu bir dünyada adalet aramak gülünç değil midir?  Böyle karanlık bir göğün altında soluksuzluğu soluğa tercih etmez misiniz? Bırakıp da gitmez misiniz geriye dönüp bakmadan?

Kalbin ve ruhun gıdası müzik değil Allah için sevmektir

Kalp sevmekten yorulmaz elbet. Aksine kalbin ve ruhun gıdasıdır sevgi… O, umutların ve solukların tükendiği demlerde hayat öpücüğüdür adeta. Paylaşıldıkça artan ve tesir sahası o denli genişleyen tek şeydir sevgi… Bir yelpaze gibi açıldıkça genişler, serpilir.

Sevgiyi içimize hapsetmek, muhataplarına açmaktan imtina etmek; ona yapılacak en büyük kötülüktür aslında. Vaktinde ve yerinde gösterilmeyen sevgi, kalp olmuş sandıklar dolusu para gibidir. Zamanında çok büyük değer ifade eden bu paralar, nasıl ki bir zaman sonra sobayı tutuşturan kâğıt hükmünde muamele görüyorsa, öyle de vaktinde yansıtılmayan sevgiler de bir şey ifade etmezler. Bu yüzden emsalsiz değerlerimizin değerini bilmeliyiz.

Sevgi, karanlığa doğan güneş gibidir. Hem içimizi aydınlatır, hem de buz tutmuş hissiyatımızı ısıtır. Dünyaya bakışımızı tayin eder. Onun penceresinden bakınca dikende gülü, baykuş yerine bülbülü, çöl yerine vahayı, Kâinatın Sevgilisi’nin yaptığı gibi bir at leşinde inci gibi parlayan dişleri görürüz. Bu bakış açısı hem dünyamızı, hem de ukbamızı mamur eder.

Sevgi dua gibidir. Onun içine her şeyi sığdırabiliriz. Koydukça genişler haznesi… Dualar nasıl ki genişledikçe ve içi doldukça tesiri artarsa, sevgi de paylaşıldıkça öylece büyür. Başkası için edilen dualar nasıl muteberse kişinin kendisi dışındakileri sevmesi de öyledir. Bununla beraber insanın kendini fazlaca sevmesi, bu duyguyu sadece kendisine layık görmesi ve bölüşememesi fakirliğin en çirkinidir. Sevdiğiniz kişiyle yarın düşman olabileceğinizi düşünseniz de sevgi, sınır koyulmaması ve ertelenmemesi gereken tek şeydir bence.

Sevgi, çoraklaşan yüreklerimize yağan nisan yağmurları gibidir

Bugüne kadar sevgi üzerine neler söylenmedi ki! Hiç kimse bu his karşısında bîgâne kalamadı. Sevgiye pusu kuranlar da ondan yana göründüler. Sevgiye dair söylenen şu sözler ne kadar da manidardır: “Kavgayı sonbahar yapraklarına yazdım; rüzgârlar alsın götürsün diye… Nefreti karlara yazdım güneşle erisin gitsin diye. Kini bulutlara yazdım fırtınalar dağıtsın diye… Sevgiyi yeni doğmuş bebeklerin kalbine yazdım; onlarla büyüsün diye…”

Sevgi; nefretin ikliminde çoraklaşan yüreklerimize çiseleyen nisan yağmurları gibidir. Her damlası yüreğimizi temizler ve yumuşatır. Kinin tarlasında boy atan dikenlere inat, sevgiler başak verir; büyür, gelişir, serpilir ardı sıra… Ondan süzülen her damla, çürüyen ve kokuşan benliğimizi yeşertir. Hoyrat vakitlere umudun ve huzurun gölgesi düşer. Nefretin bıraktığı boşluklar iri güllerle dolar. Bahçelerden yükselen rayihayla ruhumuz arınır.

Hoşgörünün sultanı Mevlana ne güzel demiş Divan-ı Kebir’inde: “Altın ne oluyor, can ne oluyor, inci, mercan da nedir bir sevgiye harcanmadıktan, bir sevgiliye feda edilmedikten sonra.” Al benden de o kadar… Altının, inci ve mercanın değeri hükmi olsa da, sevginin kıymeti sabittir. Sevgiyi maddeyle satın alamazsınız hiçbir zaman.

Yunus Emre, sözüyle ve özüyle sevgi yolunun vefalı yolcusu olmuştur

Sevginin bayraktarlığını yapan ve sesi yedi asırdan beri asumanda yankılanan Yunus Emre, sözüyle ve özüyle bu yolun tavizsiz yolcusu olmuştur. O, huzuru sevgide bulmuş, bunu iman ve irfan göğüne basamak yapmıştır. Eşyaya maneviyat penceresinden bakan bu nur yüzlü dost bize, altın yaldızlı harflerle yazılmaya layık şu veciz sözleri yadigâr bırakmıştır:

“Gelin tanış olalım, işin kolayın tutalım

Sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz”

Sevgi, değer vermesini ve değer görmesini bilmektir. Hayat ağacının can suyudur sevgi… Güçleri birleştirmektir bir anlamda; ayrımcılığın kökünün kazınmasıdır. Var olmanın doyumsuz hazzını yaşamaktır. “Güzel bakan güzel görür, güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır.” veciz sözü, bakış açısının önemini ne de güzel ortaya koyuyor. Alphonse Kann “Bazı kimseler güllerin dikeni olduğundan yakınırlar. Ben dikenlerin gülü olduğuna şükrederim.” der… Fazla söze ne hacet… İşte işin özü budur.

Dünya sevgi üzerine bina edilmiştir. Sevgi, şefkat, hoşgörü ve muhabbettir aslolan. Kalp kıran kişi Kâbe’yi yıkmış gibi muamele görür Hakk katında. Zira gönül Kâbe’dir. Vaktiyle halk edebiyatı ürünlerinden birinde rastladığım şu ifadeler beni fazlasıyla etkilemişti:

“Bu ne viran çeşmedir, su içecek tası yok

Kırma insan kalbini, yapacak ustası yok”

Halt etmiş "Sevgiden maraz doğar" diyenler

Gönlün en kıymetli sermayesidir sevgi… Onu bütün yürek sarraflarında rahatça bozdurabilirsiniz. Nefretin taştığı demlerde dalgakıran olur gönül sahilinize. Kalkan olur kılıçların gölgesinde…  O en büyük servettir yürek işçileri için. Bırakılacak eşsiz bir mirastır yarınlarımızı şekillendirecek çocuklarımıza. Yürek denizlerinde kaybolanlar için emin bir pusuladır. Sihirli bir anahtardır meselelerin yumak haline dönüştüğü açmazın eşiğinde… Kullanıldıkça çoğalan, gönül pınarlarımızı besleyen tılsımlı bir membadır.

Nefretin sağanağında ıslanan, kirlenen ve paslanan gönül tellerimizi sevgi zımparasıyla temizleyebiliriz ancak… Gönül bayramlarımızın lokumu ve şekeridir sevgi. Acılaşan ruhlarımız onlarla tatlanır. Düş bahçelerimizdeki çiçekler onların ikliminde açar taç yapraklarını. Biteviye aymazlıklarımıza basiret nazarı olurlar.

Halt etmiş sevgiden maraz doğar diyenler. Zira marazlara en tesirli ilaçtır sevgi iksiri… Onun doyumsuzluğunda ebediyete kanatlanır ruhlar. Buzların saçaklarda salkım salkım asıldığı zemherilerde içimizi ondan başka ne ısıtabilir ki… Issız çöl gecelerinde gönül imbiğimizden süzülen ayışığına yaranlık eden, sevgiyle beslenen hayaller değil midir?

Sunaklara nefretin gölgesinin sindiği kerih zamanlardan beri şebnemler düşmüş deli kanımıza. Sevginin bezediği kadim zamanlar asılmış darağacına. Kaskatı kesilmiş gözbebeklerimiz. Talan edilmiş yürek bohçalarımız… Hayaller buz tutmuş güneşin eteklerinde. Sevgisizliğin kırbaç izleri nasırlaşmış yüreğimizde. Güzelliklere açılan yolların cümlesi dikenli tellerle kesilmiş, varmayı murat eden ayaklara paslı prangalar vurulmuş… Bu prangaları ve düğümleri sevgiden başka çözecek bir güç tanıyor musunuz acaba?

Şefkat bir çiy tanesidir

Acıyarak ve koruyarak sevmedir şefkat… O, kâinata mührünü vuran yüce sultanın hudutsuz çağlayanından beslenir. O okyanustan bir damla düşse payımıza, yeter de artar bile. Kâinatı temaşa eden gözler, nice ibret nazarlarına muhatap olurlar. Bakmasını bilen gözler, zahirden batına akıp gider. Şefkat şemsiyesini yavrularının üzerine geren bir kedinin, düşmanı hissettiği bir anda aslan kesilmesini şefkat dışında hangi hissiyatla izah edebilirsiniz? Vahşi aslanın azı dişleri, aç karnını doyurmak için onca mahlûkatı parçalarken, bir anda sevimli yavrusunu sarmalayan bir kıskaç oluşunu gördüğümüzde nasıl bir hisse kapılırsınız? Bunu şefkatin tılsımı dışında neyle izah edersiniz acaba?

Gönüller ancak şefkatle fethedilir. İstanbul Fatih’i engin şefkatiyle Bizans artıklarının katılaşan, hatta taşlaşan gönüllerine girmemiş miydi? Anneleri o doyumsuz gece uykularından kaldırıp yavrularına köle eden, alnı kadar ak sütünü bir çağlayan misali taşıran, ipek dokunuşlarla bebeğinin saçını okşatan şefkat değil de nedir? Yusuf’u bir kuyudan alıp Mısır’a sultan eden, göktekileri uçuran, yerdekileri yürüten, sudakileri yüzdüren şefkattir elbet…

Merhamet, ışıyan ve ışıtan bir nurdur semada

Rahmetten gelir merhamet… Öyleyse merhametin pınarı ilahi menşelidir. Gözelerinden nur akar merhamet oluğunun… Halikın merhameti olmasa mahlûk helak olurdu şüphesiz. Güneş denen alevden topu yerinde sabit kılan ve ateşten bereket ihsan eden yüce Sultan, bütün azametine rağmen merhametinden hiçbir şey kaybetmiyorsa, zerre hükmündeki bizlere ne oluyor da merhamet fakiri olup çıkıyoruz? Güneş ki azıcık yaklaşsa bize yanarak, azıcık uzaklaşsa bizden donarak helâk oluruz. Yaratanın merhameti onu tam olması gereken yerde sabit kılarak yarattıklarına duyduğu engin hürmeti göstermiştir.

Merhamet nurdur semada… Bu nura erişmek için yukarıya kalkıyor avuçlarımız. Her birimiz merhamet dilencisiyiz. Merhamet nazarlarıyla yeşeriyor ağaçlar, su maviliğini ondan alıyor. Sağnak yağmurlar bereketini Rahman’ın merhamet hazinesinden aşırıyor. Damlalar toprakla buluşurken merhamet saraylarından alıyorlar ilhamını. Güneşin arzı ısıtması O’nun merhametinin tecellisidir. Nemrut’un ateşinin İbrahim’i yakmaması, ateş içinde güller açması, balığın Yunus’a aşiyan olması merhamet dışında başka neyle açıklanabilir ki!

Kusurları örten merhamet şalından başka bir şey değildir zannımca… O, gecenin karanlığı gibi örtmeli bütün kusur ve kabahatleri… Fakat kendimizinkileri asla… Şahsın zatına merhameti kusurlarını at gözlüğüyle görmesine zemin hazırlar. Fakat zulmetmek de gerekmez zatımıza. Tam olması gereken noktada tutmak gerekir denge ıskalasını…

Sevgi, şefkat ve merhamet; insan olmanın ve insan kalmanın alâmetleridir

Mülkün sahibi Kadir-i Mutlak, merhameti varlığın sebebi kılıyor. Gönül hanesinde ona yer açanları, yürek coğrafyasının ışığı addedenleri ebedi saadetle müjdeliyor.  Ayetler onun engin merhametini haykırıyor: “…O, merhamet etmeyi kendine gerekli kıldı” (En’âm Suresi 6/12) “…Birbirine merhameti tavsiye edenlerden olanlar var ya, işte onlar ahiret mutluluğuna erenlerdir.” (Beled Suresi 90/12–13)…Ne mutlu onlardan olanlara…

Sevgi, şefkat ve merhamet insan olmanın ve insan kalmanın alâmetleridir. Bunları ertelemek insanlığı ertelemekten farksızdır. Gönül tezgâhında sevgi dokuyanlar, aşk mektebinde sadakat okuyanlar, baykuşlar diyarında bülbül olup şakıyanlar; sonlar âlemi olan dünyada sonsuzluğu yakalamış bahtiyar kimselerdir. Aşk ve muhabbetin gönül soframızda azık olduğu, sevginin yürek heybemize dolduğu bir dünya dileğiyle!

YORUM EKLE