Ne zorlu günler geçiriyoruz böyle. İçimizde ağır yükler bırakarak akıyor zaman. Yaşanmamış ve bir ilk nişan gibi izler bırakıyor her an ve zaman hepimizin ruhuna. Düş gördük saysak o da olmayacak. Şairin dediği gibi “Uyudun uyanmadın olacak” denli bir hafiflik de yok savrulup giden takvim yapraklarında.
Geçmişte de karanlık günler oldu elbet. Dünya ne de olsa kırıla kırıla dönüyor. Bizden öncekilerin aldığı notlarla yolumuzu açıyoruz. Çoğu kez; “Hadi canım, o kadar da değildir.” dediğimiz de oluyor. Biz bugün Veba’yı Kolera Günlerinde Aşk’ı, Körlük’ü okurken yazarların kurgu güçlerini de takdir ederek okuduk o satırları. Elbette o günlerden yaşanan da vardı tamamen kurgu olan da.
Şimdi, biraz geriye gitsek… Çok uzağa değil. Geçen yıl bugünlere. Hiç aklımıza gelir miydi bu günleri yaşayacağımız? Salgın yeni başlamış ama bize uzak. “Bize bir şey olmaz.” kalkanı zaten elimizde sımsıkı duruyor.
Olmadı. Küresel bir saldırıdan herkes payını aldı. Bir vakit için bile cuma günü camilerin kapalı olacağı dense kabul etmeyeceğimiz acıyı derinden yaşadık. Daha neler neler…
Bugünleri de yazmak gerek. Geleceğe kalacak notlarımız mutlaka olmalı. Hafıza-i beşerin nisyan ile malül olmak gibi bir hüneri var. Unutuyoruz ve bir anda suyun akışına kaptırıyoruz kendimizi.
A.Talip Koktaş’ın Çizge Yayınları’ndan çıkan “Sokağa Çıkmak Yasak” kitabını okurken düşündüm tüm bunları. İsmiyle müsemma bir çalışma olmuş bu kitap. Eğitimci-şair-yazar kimliğini yazılarına çok iyi yansıtmış Koktaş. Kitapta yer alan otuz altı denemeyi de geleceğe bir mektup olarak gördüm. Mart 2020’den başlayıp bugüne kadar yaşadıklarımıza şerhler var kitapta.
Selamünaleyküm diyerek başlıyor kitap. Aleykümselâm dedim can-ı gönülden. Uzak kaldığımız dostluklar, muhabbetler, kucaklaşmalar adına aleykümselam dedim.
“Bir virüs illeti ile imtihan olduğumuz şu günlerde tokalaşamadığımız, hasbıhal edemediğimiz dostlarımızla aramızdaki muhabbeti bakî kılabilmek adına elimizde kalan yeğâne eylem olan selamı diri tutma günüdür bugün. Aradaki sosyal mesafeyi bir söz ile ortadan kaldırır selam.” (s.13)
Salgın günlerini ve özellikle evde geçen vakitleri her şeyiyle yazılarına yansıtmış Koktaş. İçimizin kırılan bütün dallarına rastlıyoruz. Geçirdiğimiz en mahzun ramazan, en ıssız teravihler, en yarım bayramlar ve elimiz kolumuz bağlı haldeki faniliğimiz.
Bütün bunları yaşarken tekrarladığımız esenlik bildirisi gibi bir ifadeye kitapta da rastlıyoruz; “Vardır bunda da bir hayır.” Bir de “zahmeti rahmete çevirmek.” Zaten bunlar da olmasa cenderede kalan ruhumuzu nasıl avutabilirdik ki.
“Söz konusu sabır olunca, şu karantina günlerinde hayatımızın en fazla zamanını birlikte geçirdiğimiz aile ferlerimizle olan muhabbetlerde birbirimizi daha iyi tanımış olmanın verdiği güzellikle nerede ve ne zaman durmamız gerektiğini ve birbirimize karşı saygıyı öğrenmiş oluyoruz.” (s.65)
Elbette bu salgın döneminde yaşadığımız olaylara değinen Koktaş, Ayasofya coşkusunu da unutmuyor. Hem de çok isabetli bir bağlantı kurarak. “Ayasofya’dan 15 Temmuz’a” diyerek sıkı bir gönderme yapıyor Talip Koktaş yazısında.
“15 Temmuz’da kardeşimiz zannettiğimiz hainlerin rahatsızlığı ne ise bugün de Ayasofya’nın tekrar cami oluşunu hazmedemeyenlerin rahatsızlığı aynıdır. Sessizlikleri de kabullenemeyişleri de aynı ızdırabın içinde olduklarının en açık göstergesidir. 15 Temmuz da Ayasofya’nın cami oluşunun kararı da bir turnusol kâğıdı olarak tarihin sayfalarında yerini alacaktır.”
Sokağa Çıkmak Yasak, yarınlara yazılmış bir mektup gibi Koktaş’ın şiirlerle ve dualarla bezediği bir kitap. Unutmamak ve unutturmamak için okumakta fayda var.