Sohrap Sepehri: Henüz yolcuyum...

“Henüz yolcuyum

Hayal ediyorum

Dünyanın suları üstünde bir tekne var

Ve ben-teknedeki yolcu- binlerce yıldır

Yaşlı balıkçıların yaşamının şarkısını

Mevsimlerin kulağına söylüyorum”

“Bir kitap gördüm kelimeleri billurdan”… Bir nefeste, öyle keyifle okudum ki kitabı. Çünkü müziği, resmi, şiiri kucaklıyordu, gökyüzünü, kuşları. Bir âlemdi. Henüz yolcuydu şair. “İki yasemin ağacı arasına salıncak kuruyordu bir şair.” diyordu şiirinde. Ufkun olduğu yerler vardı, inanıyordum. Kaşan şehrindenim diye başlayan “Suyun Ayak Sesi” sizi alıp ötelere götürüyordu.

Kaşan şehrinden ancak şehri kaybolmuş bir şair Sohrap Sepehri. Biyografisini şiirlerinden okuduğum, hissettiğim bir şairdir İran edebiyatı üstadı. Yaşamın ne olduğunu ne olmadığını kelimelerle, resimle öğreten adamdır bence. Öğreten deyince… “Kaşanlıyım. Ama Kum’da doğmuşum. Kimliğime doğru yazılmamış. Annemin dediğine göre mehr ayının on dördünde( 6 Ekim) dünyaya gelmişim.” Dersleri çok iyidir öğrenciliğinde ancak okulu ve dersi sevmemiştir, uçurtmayı ders kitabından daha çok sever, ağustosböceğinin sesini öğretmenin öğütlerine tercih eder. Cumartesilerden nefret eder, perşembeyi sever. Cumartesi okul başlar çünkü perşembe günü ise hafta sonu tatilidir. Öğretmen nar ağacından yapılmış sopasını almış ve “Bütün derslerin iyi. Tek kusurun resim yapıyor olman” demiştir. Ve on yaşında ilk yazdığı şiirin dizelerini unutamaz Sohrap, “Cumadan salıya kadar inleyerek/ Mektebi hiç aklıma getirmedim.”  Hepsi ince ayrıntı, nar ağacı nasıl dayak olur ki…

Öz yaşamını, anılarını okudum bir solukta evet Sohrap Sepehri’nin.  İyi ki… Damla Gürkan Anar çevirisiyle. İyi ki Sohrap Sepehri’nin tanıştırdığı böyle güzel insanlar var hayatımızda.  Alfa Kitap’tan Mart 2023’de doğmuş kitap. Öz yaşamı, Hatıralar’ı, Mavi Oda’sı ve Resim Öğretmeni ayrı bölümler halinde yer almış kitapta. Fotoğraflar ve kendi çizimi olan resimleri var ki annesinin resmine uzunca daldım mesela. Kitabın başındaki alıntıya, portrelere, çizgilere. Âşıkane yalnızlığı vardı Sohrap’ın, aynı zamanda çokça seveni. İşi gazel yazmaktı, hayatla mutlu bir kavgası vardı. “Rüzgâr, sarhoşlukla eşti ve ben âşıktım.” diyor Sohrap.

1928 doğumlu şair, 1948 yılının hayatının dönüm noktası olduğunu söylüyor. Ailesiyle Kamsar’a gidiyor o yıl ve Menuçer Şeybani ile karşılaşıyor orada. Resimle ve şiirle değişiyor hayatı. Tahran Güzel Sanatlar Üniversitesine gidiyor. Eski ve yeni savaşıyorken onun sanatı da bu kavga ve dönüşün içinde yavaş yavaş şekilleniyor.

“Babam öldüğü vakit şöyle yazmıştım: Polislerin hepsi şairdi. Yine de ben, polislerin şair olmadıklarını biliyordum ve biliyorum.” Sohrap’ı dinliyorum. “Hiçbir eser, el sürülemeyecek kadar bitmiş değildir.” diyor. Bir edebiyat öğretmeni olarak düşünüyorum bu cümleleri de. Evet, kitaplar vesilesiyle çok uykusuz kaldığım oluyor,  Sohrap Sepehri/ Henüz Yolcuyum uzun bir kitap değil ancak tesiri sanırım uykusuz bıraktı beni, yeniden Sohrap şiirlerine, şehirlerine, seslerine ve renklerine yöneltti beni.

Sohrap’ın Mavi Oda’sı, mavisi, gökyüzü, suyu, kuşları… Sohrap’ın renklerle ve seslerle aşkı. Kaybetme korkusu kuzeyde, merhamet güneyde ona göre. Yılan efsaneleri, yılanlara bakışı. O mavi odadaki yılana dokunmayıp odadan taşınmalarıyla başlayan duygular, düşünceler…

Sohrap’ın fotoğraflarının çıplak ayaklı oluşu… “Ayakkabıda şeytani bir şey vardır. O, yeryüzünün sesi ve ayak arasındaki söyleşiden doğan bir gürültüdür.” “Çatıda çıplak ayaklı olurdum. Çıplak ayaklı olmak, kaybettiğim bir nimet.” Ve “Çatının nabzı ayaklarımın altında atıyordu.” diyor. Güneşin de nabzını dinliyordu Sohrap Sepehri. Eşyanın hekimi, ressamı, eşyanın ruhuna hâkim şair.

Mavi Oda’yı tamamıyla özetlemek istemiyorum elbette. Çünkü o kadar şiirsel ki düz yazıya çevirmek istemem. Hakikaten Sohrap’ la baş başa şiir okumak gibi bir hissiyat bırakıyor insanda bu kitap. “Eski Mısır’da mavi, bilgeliğin simgesiydi.” İran, firuze şehri olarak biliniyor. Kaşan’ da beni çağırıyorken Sohrap şiirleriyle maviyi hissetmiştim. İlginç ama bu çölün rengi mavi, demiştim. Aşkın rengi de maviydi orada. “Söylediklerine göre firuze, gözlerin keskinliğini artırır. Nazarlardan korur. Kısırlığı ortadan kaldırır. Yücelik getirir. Namazın sevabını birkaç yüz kat artırır. Kutsal bir taştır. Bu taşın, Nur’un Zulmet’e karşı zaferinde de bir payı vardır.” Siyah, mavi, Yahuda elbisesinin rengi… Mavi Oda’da.

Tükenmez kalem ve fosforlu kalemle tanışmadan ressam oluyor Sohrap Sepehri. Küstahlık yok iken henüz. Yolcu. Kurşun kalem, sakinlik ve renkli kurşun kalem, uyum demek henüz yolcuya göre.  

Sohrap Sepehri çağırıyor sizi. “Çağır Beni” diyor. Sesiniz güzel. Yalnızlığının büyüklüğünü anlatıyor. İşitiyor musunuz?

Peki Sohrap’a bu kadar yakın duran, sesine ritmine kulak veren kıymetli insan kim miydi? Damla Gürkan Anar. Biyografisi kısa onun da.” Keşan’da doğdu. Cağaloğlu Anadolu Lisesinden mezun oldu.  Lisans, yüksek lisans ve doktorasını Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümünde tamamladı. Farsça ve İngilizceden çeviriler yapmaktadır.” Sanatı, hikâyesi ne kadar kelime eder, bilemiyorum. “Gel, birlikte taşın halinden bir şeyler anlayalım” diyen şairi, memleketini, sanatını, Allah’ın nimetlerini şükür halinde seyreden bir güzelliktir ancak. 

Havanda ışık döven kadını görebilen gözler gerekti bize, onlarla hemhal olmak uykumuza da uyanıklığımıza da güzellikti. Bugün de yoldaydım. Yoldaşımdı bu kitap. Hikâyeler anlattı. Dilim döndüğünce anlattım. “Henüz Yolcuyum/ Sohrap Sepehri.” Yolunda gerek…

YORUM EKLE