Bir bereket ayıdır Ramazan. Gelişindeki bereketle beraber bir de hareket getirir şehrimize, mahallemize, evimize. Hangi mevsime denk gelirse gelsin, onun misafirliği farklı bir tat farklı bir haz getirir bizlere. Bundan dolayıdır ki gelişi, pür heves "hoş geldin ya şehr-i ramazan" sayhalarıyla karşılanır. Ve bizden hoşnut ayrılması için niyazda bulunulur.
Sivas'ta, Ramazan ayının gelişiyle birlikte yediden yetmişe herkesin gündelik telaşesine yeni bir soluk gelir. İlk önce şehrin çehresine yansır bu kutlu geliş. Şehrin en işlek meydanına günler öncesinden kurulan iftar çadırı akşamın serin saatlerinde oruçlu ağızların zengin fakir demeden aynı sofrada oturup dua ile oruçlarını açmasını beklemeye başlar. Sivas Belediyesi'nin ve Hayat Ağacı Derneği'nin organizesiyle kurulan bu iftar çadırında her gün Sivas'ın zenginlerinden birisi karşılar yüzlerce kişinin yemeğini. Daha sonrasında, her ne kadar mevsim yaz da olsa Sivas kalesinden atılan topun sesine karışan akşam ezanlarının getirdiği serinlik, boşalan sokaklarda teravih namazına gidecekleri karşılayacaktır.
Hatimle teravih cemaati daha bir sıkıdır
Camiler ki belki en neşeli ve en kalabalık zamanlarını yaşarlar bu vesileyle. Beş vakit müdavimi olanlarının yanında hem yıl boyu kendinden uzak kalanlarına kavuşur bu vesileyle, hem de hayatında ilk kez camiye gelmeye başlayan küçük çocuklarla buluşmuş olur. Sivaslılar teravihin ve Ramazan'ın ilk günlerinde özellikle Ulu Cami'de, Paşa Camii'nde veya Yukarı Tekke'de olmaya özen gösterirler. Geç kalanlar için Ulu Cami'nin geniş avlusunda yer bulmak oldukça zordur. Namaza gelişteki mana ve niyet elbette sadece ubudiyettir ama insanlar severler teravih namazlarını Ulu Cami'de Abdullah Hocanın, Paşa Camii'nde Orhan Hocanın, Meydan Camii'nde Durmuş Hocanın, Şehitler Camii'nde Yıldırım Hocanın arkasında kılmayı. Kılınan namazların, getirilen salâvatların, okunan Ya Hannan ilahisinin ve edilen duaların tadı bir başka alınır bu camilerde. Özellikle de Kadir Gecesinde sabaha kadar açık kalan ve sürekli zikir çekilip dualar edilen Ulu Cami'nin avlusundan taşan cemaat caminin etrafındaki yolları bile insan seliyle kapatır, yol üstüne serilen seccadeler üzerinde namaz kılınır. Belediyenin dağıttığı çorba ve kahvaltılıkla sahur yapılır.
Efendimizin sancaktarlarından olan ve Sivas'ı kuşbakışı seyreden bir kayanın başında medfun bulunan Abdülvahhabi Gazi'nin eteğinde, Yukarı Tekke Camii'nde namazdan çıktığınızda, "el-mevtü hakkun" nasihatini öğütleyen Sivas kabristan ehli karşılayacaktır sizi, okumanızı bekledikleri üç İhlas, bir Fatiha ile.
Tabii bir de bu ayın nimetlerinden çokça istifade etmek isteyenlerin gittikleri hatimle teravih kılınan Meydan Camii, Yeni Camii, Vişneli Camii, Hacı Zahit Camii, Şeyh Çoban Camii, Akmescid Camii, Bulut Camii, Hoca Hüssam Camii gibi camilerin cemaati de oldukça çoktur. İlerleyen günlerde diğer camilerin cemaatinde azalmalar olsa bile bu camilerin cemaati daha bir dikkatle aralıksız devam ederler teravihlere.
Gündüz sakin olan sokaklar gece canlanıyor
Belediyenin bu aya has tanzim ettiği etkinlikler olur Cumhuriyet meydanında, Kongre Binasının yanında. Ramazan kitap fuarı kurulur, birçok stant açılır, çeşitli ilahi ve ezgi konserleri olur. Teravih sonrasında İstasyon caddesinde tur atanların en uğrak yerleridir buralar. İstasyon turlandıktan sonra gecenin berraklığı ve sakinliği ile Çerkezin Kahvesi'nde, Nostalji Çay Evi'nde, Selçuklu Çay Bahçesi'nde veya Buruciye Medresesi'nde sahur vaktine değin muhabbet meclisleri kurulur. Muhabbetine muhabbet katmak isteyenler şehirde Kadirî dergâhının ileri gelenlerinden yaşı doksana merdiven dayanmış olan Şahabettin Dede'nin misafirhanesine giderler, çayını içip sohbetinde bulunur, duasını alırlar.
Ramazan'da çarşısı, sokakları şehrin gün içinde daha bir sakin ve tenhadır gecesine nazaran. Bu aya, oruç tutanlara olan hürmet ve saygı bariz bellidir. Lokantalar, yemek salonları ve müskirat satıcılarının dükkanları kapalıdır. Camlarında "Ramazan dolayısıyla kapalıyız." yazılıdır. Bu âdete uymayanlar da vardır elbet ama onlar da işlerini gizliden sessizce yapmaya çalışırlar.
Günler uzun, havalar da sıcak olunca halkın iftar için gittiği mesireler de vardır. Paşabahçe, Aksu, Soğuk Çermik gibi. Buralarda büyük ailelerin eşiyle dostuyla kalabalık yer sofralarına oturdukları görülür. İftarla sahur birleştirilip öyle dönülür.
Sivas'ın bir tel helvası vardı
Ramazan'ın gelişi evlere günler öncesinden farklı bir telaş getirir. Ev hanımları temizce karşılamak isterler bu ayı ve ev temizliği yaparlar. Aynı temizlik çok geçmeden bu ay sonunda Ramazan bayramı için de yapılacaktır. Eşlerine siparişler verirler iftarda yapılacak yemeklerin malzemelerini. Davet edilecek misafirler için bütün ev halkı seferber olur. Maksat riya değildir, muhakkak gelen misafir kim olursa olsun hoşnut edilmesidir.
Artık Ramazan'ın gelişiyle hemen her yerde satılmakta olan ve bu aya mahsus fırınlardan uzun kuyruklarla alınan yumurtalı susamlı pideler el yakan sıcaklığıyla evin küçük erkek çocuğu tarafından alıp getirilir. Sofralarda, yaşlıların "yürek yağmuru" diye tarif ettikleri ve olmazsa olmaz çorbalar öncelik alır. Varsa ki olsa çok da güzel olur. Peskütan çorbasıdır tercihen sofraya konan. Un ve çok az yarma ile yoğurdun pişirilmesiyle olur, içine çeşitli eklemeler de yapılabilir. Sonra, pancar çorbası, hamur çorbası, ayran çorbası (yayla çorbası), tarhana, patates, mercimek, düğülcek, madımak ve bulgur çorbası gibi çorba çeşitleri de tercih edilmektedir.
Sivas'ta, "fırına tava vermek", "etliekmek döktürmek" Ramazan için olmazsa olmazlardandır. Saatler öncesinden evlerde hazırlanan malzemeler ve içler yine çoğunlukla çocuklar tarafından mahallenin taş fırınlarına gönderilir ve iftara yakın pişirilmesi için sıraya girilir. "Keşik" denilen bu sıra kimi zaman akşama ezanına yetişmeyip sonrasına kaldığı için sırasını bekleyenlerin oruçlarını fırınlarda açtıkları da çok olmuştur. O sırada kimin tepsisi çıkmışsa ateşten veya kimin etliekmeği pişmişse onun ikramıyla "gardaş, ucundan kopar bari..." ısrarıyla açılır oruç.
Evlerde kadınların maharet gösterecekleri büyük emek isteyen yemekler de vardır. Yaprak sarması, lahana sarması, biber dolması, yağlı hingel, mantı, içli köfte, sulu köfte, mirik köfte, mıhlama,tabii sofranın olmazsa olmazı eskilerin "ekmek hazır, pilav vezir" dedikleri pilav da vardır, erişte, bulgur, pirinç, kuskus gibi çeşitleriyle.
Sıcak günün ardından hararete gark olmuş vücudun serinlemesi için başta Mihr ü Vefa'dan gelen buz gibi soğuk su içilir, sonrasında soğuk kompostolar ve hoşaflar vardır. Börek de varsa eğer sofrada o da su böreği, köylü böreği, yufka böreği, tel böreğinden biridir. Kadınlar yemekten sonra tatlı vereceklerse eğer o tatlıyı muhakkak evlerinde yapmış olmalıdırlar. Sivas'ta ev kadınları için hâlâ dışarıdan alınan tatlıların pek bir makbuliyeti yoktur. Yaz aylarında hamurunu yoğurmaktan tutun da kızgın sac üzerinde pişirip, kıyıcıda kıydırdıktan sonra mahallenin taş fırınında kızartma aşamasına kadar hepsini kendi emekleriyle yaptıkları; şiresini (şerbetini) dahi kendi evlerinde hazırladıkları için en gözde tatlı kadayıftır. Varsa eğer ilk tercih ondan yanadır. Hurma tatlısı, sarı burma, baklava, sütlü (sütlaç), güllaç yapılan diğer tatlılardandır.
Tabii bir de tel helvası varmış, eski Ramazan günlerinin olmazsa olmazlarındanmış ama şimdilerde tamamen unutulmaya yüz tutmuş. Aslında bu helva sadece bir tatlı değilmiş eskiden bizim için. Eşin dostun bir araya gelerek muhabbetle birlikte iş yaptıkları bir uğraşmış. Bu işi bilen birinin biraz nazlı biraz sözlü tarifiyle yeni gelinlerin ve yetişkinlik çağına gelmiş genç kızların ellerine bir maharet kazandırma işiymiş. Zaman değiştikçe adetler de bir bir değişiyor, kimisi de unutuluyor, Sivas'ın tel helvası gibi.
"Mukabele sürmek" önemli
Sivas'ta yerel ağızda sahura Zöhür denilmektedir. Zöhürde anneler ve ablalar belki de hiç yatmadan sofrayı serme telaşesine düşerler. Kızgın yağda "bişi"ler kızartırlar. Önceden mayalandırılmış ve dinlendirilmiş hamur oklava ile açılır, içine peynir, haşlanmış patates veya çökelik konur, nar gibi kızartılır. Eğer içine bir şey konulmayacaksa o zaman da sade bişi sofraya gelen pekmezle birlikte yenir. İmsak vaktinin girmesiyle abdestler alınır, Kur'an ile camiye geçilir. Camide ilk önce sabah namazının sünneti kılınır ve mukabeleye geçilir; bir cüz bittikten sonra namazın farzı kılınır. Sıralanan rahlelerin önünde oturan hocanın okuduğu cüz cemaat tarafından sürülmeye başlanır. "Mukabele sürmek"hâlâ büyük önemi haizdir. Bazen yatılı Kur'an kurslarından hafızlar gelir. Bir ay boyunca okuduğu sürelerin sonunda hatim tamam olunca, mukabeleye katılanlar kendi aralarında topladıkları hediyelerini okuyan hafızlara sunarlar.
Çocuklar âleminde ise Ramazan unutulmaz hatıraların mevsimidir. İlk oruç, belki de ilk namaz ve ilk teravih. Günlerin uzun olmasıyla büyüklerin “dayanamaz tutmaya” diyerek gece sahura kaldırmadığı çocukların uyandıklarında sabah olduğunu görünce büyüklerine "niye beni sahura kaldırmadınız?" diye ağlamaları ve sonraki gece "haydi sahur oldu, uyan" diyerek uyandırılışı. O çocuğun gece kurulan sofrada yer almaktan dolayı duyduğu sevinç...
İlk orucunu tutan çocukların o günkü halleri görülmeye değerdir. Dayanabilenler tam gün tutar. Takat getiremeyenler ise ancak öğlene kadar tutabilir. Oruçla yeni tanışmanın verdiği çocuksu sorular ile büyükleri usandırana kadar sorulan, "bugün iki saat tutsam da yarın tutmasam. Su içsem olur mu? Ben gece kakmadım ya hani yine de olur mu?" sorularının yanında büyüklerin daha ilk orucunu tutan küçüklere gösterdikleri şefkat ve sanki büyükleriymiş gibi gösterdikleri hürmet ile birlikte her dediklerini yaptıran merhamet ile mecz olmuş bir saygı göstermesi unutulmaz manzaralardan bir tanesidir.
İftara yakın saatlerde evdeki çocuklardan ağzı ilk defa oruçlu olanlar, dedeleri, nineleri tarafından sırtlarında ev içinde gezdirilirler. O ilk oruç mutlaka bir şekilde ödüllendirilir. Bu ödül genellikle renkli birkaç tane horoz şekeriyle olur. Horoz şekeri ki Sivas'ın 150 yıllık bir Ramazan geleneğidir. Ramazan'da özellikle de ilk orucunu tutan çocuklara büyükleri tarafından hediye edilmek üzere doğal olarak renk renk üretilen bu şekerlerin Ramazan ayının gelmesiyle şehrin köşe başlarında seyyar satıcılar tarafından satıldığını görmeye başlarız.
Çocuk oruçla öylesine mutlu bir şekilde karşılaşır ve tanışır ki Ramazan'ın geleceği günlerin heyecanı artık bütün ev halkı ile birlikte onu da sarmaya başlayacaktır. Küçüklerin kendi aralarında konuşurken tuttukları oruç sayısını parmakları ile göstermeleri, ya da bazılarının ‘ben öğleye kadar tutuyorum’ diyerek orucu en azından bir şekilde sahiplenerek benimsemeye başlaması, toprağa atılan bir tohum, hamura katılan bir maya gibidir ve öz gittikçe kavileşmektedir.
Sefa Toprak yazdı