Yazı türleri içinde hayatla en sıkı bağı olan öykü, yaşanan ve yaşanmakta olanla irtibatı mesafesinde canlılığını koruyan bir türdür. Yazar, kendi yaşadıklarını öyküsünde aktarırken aynı zamanda yaşadığı çağa da tanık olarak çağının da bir gözlemcisi olabilir. Bunun için öykücünün elinde sınırsız bir imkân vardır. Çünkü yaşamın sınır alanı sonsuzdur.
Sanatçı kimliğini taşıyan kişilerden topluma karşı daha duyarlı olmaları beklenir. Yani dört bir yan yangın yeri iken hoşsohbet bir tarzı benimsemek yerine acının da rengini yazması, seslendirmesi, kendi üslubuyla olaya bakış açısını belirlemesi arzulanır sanatçının.
Akif Hasan Kaya’nın Aşkar dergisinin 32. sayısında yayınlanan “Sınır” öyküsü, uzun bir zamandır yurdumuzun doğusunda yaşanan hem de dünyanın gözü önünde bir film gibi canlandırılan bir acıya dikkat çekiyor. Akif Hasan Kaya son yıllarda öykü dendiğinde akla ilk gelen isimlerden. Kitaplarıyla, dergilerde yayınlanan öyküleriyle öyküye ayırdığı mesainin güzel sonuçlarını alan bir yazar Kaya. Yaşamdan beslenen ve hayatın içinden bir dil ve anlatım kullanan yazar, yaşadığı çağa tanık oluyor öykülerinde. Kendisiyle yapılan bir söyleşide (Aşkar-23. sayı) bu hassasiyetini şöyle dile getiriyor: “Ben Müslüman bir öykücüyüm. Yaşadıklarım, yazdıklarımı besliyor.”
Kendi toprağından kopanların ızdırabı
Akif Hasan Kaya, Müslüman hassasiyetiyle kaleme alıyor öykülerini. Bunu öyküleri de destekliyor. “Sınır” adlı öykü, dünyanın gözü önünde yaşanan ama görmezden gelinen acılara, sürgünlüklere, yarım kalmışlıklara bir haykırışın öyküsü. Evinden, sevdiklerinden, öz topraklarından ayrılmanın hüzünlü hikâyesi.
Memleketimizin doğusunda tarif edilmez bir dram yaşanmakta. Milyonları bulan sayıda insan ölümden ve zulümden emin yer olarak gördükleri topraklarımıza sığınmaktalar. Başlı başına acı fotoğraflarıyla dolu bir coğrafyanın öyküsünü yazmak da ancak Müslüman duyarlılığıyla açıklanabilir. Bırakın başka ülkeleri, bizde bile ülkemize bir umut diyerek sığınanları dışlayan zihniyete sahip olanların var olduğu düşünülünce Akif Hasan Kaya’nın “Sınır” öyküsü daha bir önem kazanmakta.
Adım adım anlatıyor yazar bu sürüklenişi. Kendi toprağından kopmanın ızdırabını, sevdiklerini arkada bırakmanın tarifsiz hüznünü. “Gitmek için bir sebebi yok. Canından başka her şeyini aldılar. Onu da alsalar ne çıkar.” diyerek yola düşen, umudun adını bile unutan bir kalbin titremesini anlatıyor Akif Hasan Kaya.
Bizi anlatmak, bizi tanımaktan geçer
Yaşadığı topluma, geleneklere, mümin duruşuna yabancı olan ya da öyleymiş gibi yapan kişilerin yazdıkları ve duruşları o derece eğreti kalıyor hayatın karşısında. “Ancak bizden olan bizi anlar” düsturundan hareketle, Hakkı anlatmayı esas almak yaşadığı toprakların dokusuna uyum sağlamakla olur. Akif Hasan Kaya’nın yazdıklarını okurken hiçbir yabancılık çekmememiz de bu yüzden. Yaşadığı coğrafyanın bir tercümanı olarak görüyor yazar kendini. “Islak Kibritler” kitabındaki mümin duruş şimdi de karşımıza “Sınır” öyküsüyle çıkıyor. Bütün insanları bir vücudun parçaları gibi görmek, herkese aynı hassasiyetle yaklaşmak. İşte bu açık kalpli duruş onun öykülerini daha çok bizden yapıyor.
Yaşananlara duyarsız kalarak kendi iç dünyasının karanlık dehlizlerine okuyucuyu sürüklemeye çalışanlar ne yazık ki kendi yalnızlıklarını çoğaltıyorlar. Elimize, yüreğimize yazmak gibi bir nimet bahşedilmişse bize düşen bunun hakkını vermektir. Yoksa eklediğimiz her harf bize yük olmaya devam edecektir.
Mustafa Uçurum yazdı