Wall Street Kurtlarının Gözünü Korkutan Hareket: Minimalizm

2016 yılında gösterime giren ve bağımsız belgesel dalında gişe rekorları kıran 'Minimalism: A Documentary About the Important Things' belgeseli, Joshua Fields Millburn ve Ryan Nicodemus’un hayat hikâyeleri çerçevesinde, minimalist yaşam tarzı üzerinden Amerikan rüyasının dayattığı tüketim çılgınlığını eleştiriyor. Karşımızda iki dünya var: Bir tarafta kapitalizmin dişlileri arasında öğütülen bireyler, diğer tarafta ise hayatın tek anlamının kazanmak ve harcamak olmadığını fark edenler...

Wall Street Kurtlarının Gözünü Korkutan Hareket: Minimalizm

İstediğim her şeye sahiptim. Sahip olmam gereken her şeye sahiptim. Etrafımdaki herkes başarılı olduğumu söylerdi. Ama aslında zavallının biriydim. Hayatımda kocaman bir boşluk vardı. Bu boşluğu diğerlerinin yaptığı şekilde doldurmaya çalıştım: Ivır zıvırla. Bir şeyler alarak bu boşluğu dolduruyordum. Paramı kazandığımdan çok daha hızlı harcıyordum, mutluluğa giden yolu satın almak istercesine… Bir gün ulaşabileceğimi sandım. Yani sonunda mutluluğun kapıda olması gerekiyordu. Ay sonunu zar zor getirebiliyordum. Eşya için yaşar olmuştum. Ama yaşadığımı söylenemezdi.

Bu sözler Minimalism: A Documentary About the Important Things (Minimalizm: Önemli Şeylere Dair Bir Belgesel) belgeselinin karakterlerinden Ryan Nicodemus’a ait. Yönetmenliğini Matt Savila’nın yaptığı belgesel, 2016 yılında gösterime girmiş. Bağımsız belgesel dalında gişe rekorları kıran yapım, Joshua Fields Millburn ve Ryan Nicodemus’un hayat hikâyeleri çerçevesinde, Amerikan rüyasının dayattığı tüketim algısını ve minimalist yaşam tarzını işliyor.

Minimalism: A Documentary About the Important Things belgeseli aslında bir yolculuk hikâyesi. Bir taraftan Millburn ve Nicodemus’un minimalizm üzerine yazdıkları kitabı tanıtmak amacıyla Amerika Birleşik Devletleri’nde yaptıkları 10 aylık bir yolcuğa eşlik ediyorsunuz, diğer taraftan da flashbacklerle onların içsel yolculuklarına ve değişimlerine… (Hemen ekleyelim ikilinin yazdığı kitap Minimalizm: Anlamlı Bir Hayat adıyla Türkçeye de çevrilmiş.) Belgesel boyunca Türkçeye %10 Daha Mutlu adıyla çevrilen 10 % Happier kitabının yazarı Dan Harris, “Zen Habits” bloğunun yazarı Leo Babauta, yine minimalist bir blog yazarı olan Joshua Becker, Wall Street’te bir şirkete ortalık teklif edilmişken bütün kariyerini arkada bırakarak gezgin olmaya karar veren AJ Leon’un hayatlarından da kesitler veriliyor. Ayrıca tüketim çılgınlığının, reklamların ve hızlı yaşamın hayatımız üzerinde yaptığı tahribatla ilgili psikolog, ekonomist, mimar gibi uzmanların görüş ve değerlendirmelerine de başvurulmuş.

Birbirine tamamen zıt iki dünya

Belgesel, iki farklı dünya anlatıyor bize ve hangisinin daha anlamlı olduğuna karar vermemizi istiyor. Hangisi daha anlamlı, hangisi daha yaşanılır ve hangisi daha insancıl… Terazinin bir kefesinde kapitalizmin dişlileri arasında öğütülen bireyler, diğer kefesinde ise hayatın tek anlamının kazanmak ve harcamak olmadığını fark edenler var. İki taraf arasındaki gelgitlerle bu iki hayat biçiminin farkları ortaya koyuluyor.

Belgesele göre 100 yıldır daha fazla para kazanmak isteyen insanlar tarafından sürekli tüketmeye teşvik ediliyoruz. 1990’lardan beri çılgın bir alışveriş alışkanlığı boy gösterdi ve bu tehlikeli bir bağımlılığa dönüştü. Teknoloji aracılığıyla insanlar bu bağımlılığı sürdürmeye teşvik ediliyorlar. Modern hayat, sosyal medya, reklamlar, TV programları ve moda trendleri aracılığıyla nasıl yaşamamız, nasıl giyinmemiz ve hangi eşyaları kullanmamız gerektiği yönünde bizi yönlendiriyor. Daha da kötüsü “saygıdeğer” ve “ideal bir insan” olmak için bunları birer kriter haline getiriyorlar.

İlginç veriler paylaşan belgesele göre 1936 yılına kadar ABD’deki sıradan bir ailenin yıllık gideri 5.000 dolardan çok daha azdı. Bu rakam 1960’ta 5.000 bin dolara yükselirken, 2000’li yıllarda 40.000 dolara çıkmış. Giderlerin bu derece yükselmesinde zorunlu ihtiyaçların artmasından daha ziyade tüketim alışkanlıkların değişmesi etkili. İnsanların evlerini kullanmayacakları eşyalarla doldurması ülkede yeni bir iş sektörünün ortaya çıkmasına yol açmış: Depo kiralama. ABD’de 2,2 milyar fit karelik bir alan bu amaçla kullanılıyor. Bu çılgınlığın sebebini belgesel şu şekilde açıklıyor: “İnsanlar içlerindeki boşluğu doldurmak için satın alıyorlar. Ve ne kadar çok alışveriş yaparlarsa yapsınlar o boşluk bir türlü dolmuyor. Kendilerini tamamlanmış hissetmiyorlar.” Yine, “Aslında eşyaları değil, onların getirdiği hazzı satın alıyoruz” diyerek belgesel; seyirciyi uyanmaya, hayatın ve başarının anlamını yeniden sorgulamaya çağırıyor.

İşte tam o noktada, yani amacı ve anlamı olan bir hayat yaşamak noktasında kameralar kahramanlarımız Millburn ve Nicodemus’a çevriliyor. Terazinin diğer kefesine onların tecrübesi ve minimalist yaşam tarzı konuluyor. Onlar aracılığıyla tüketim toplumunun bize dayattıklarını reddederek, sadece ihtiyacımız olana odaklanmamız salık veriliyor.

Peki nedir bu minimalizm?

Tam bu noktada minimalist yaşamın ne olduğu sorusunu sormak isabetli olabilir. Bu akımın takipçileri minimalist yaşamı şu şekilde tarif ediyorlar: İnsan hayatındaki maddi ve manevi unsurları, ihtiyaçlara göre sınırlayıp en aza indirgeyerek, daha fazla odaklanabilirlik, hareket serbestliği, yaşam konforu ve kalitesi kazandıran yaşam şekli. Yine minimalistler diyor ki; “sizin için işlevi olmayan şeyleri hayatınızdan atın. Maddeye gereksiz önem vermeyin. Bunlar sizin hayatınızı kısıtlar ve özgürlüğünüzü elinizden alır. Kendinizi, çevrenizi yalınlaştırın; hayatınızı yaşayın.”

Minimalizm 1960’lı yıllarda bir sanat akımı olarak ortaya çıkmış. Özellikle resim ve müzikte oldukça güçlü temsilcileri var. Hepimizin tanıdığı bir isim olan Steve Jobs da tasarımlarında bu akımdan faydalanmış. Fakat minimalizm zamanla, hayatın anlamını kazanmak ve tüketmeğe indirgeyen tüketim toplumuna bir tepki olarak gündelik yaşam felsefesi haline gelmiş. Son 10 yıl içinde Japonya, ABD ve Avrupa’da Facebook grupları, Twitter, bloglar ve YouTube kanalları üzerinden hızla yayılıyor. Hemen ekleyelim, Türkiye’de de çok sayıda takipçileri mevcut. Ayrıca minimalizm Türkçeye “sadecilik” olarak çevrilmiş.

Minimalist hareket homojen bir karaktere sahip değil. Ülkeye, kültüre veya kişilere farklı boyutlar kazanabiliyor. İhtiyaç duyulmayan eşyalardan kurtulmayı ve daha bilinçli harcama yapmayı öğütleyenlerle, bu düşünceyi Zen felsefesiyle harmanlayıp dini bir karaktere büründürenlere veya kişisel mülkiyeti tamamen reddeden sosyalist bir anlayışı benimseyenlere kadar çok farklı varyasyonlar mevcut. Yine kullanılan eşya sayısını 150’ye, 100’e veya 33’e indirmeyi amaçlayanlar veya evini barkını terk edip sokaklarda yaşayan radikal minimalistler de var.

Minimalizm Müslümanlara ne anlatıyor?

İyi de tüm bunlardan bize ne diyebilirsiniz elbette. Ancak kabul etsek de etmesek de bu işin ucu bize de dokunuyor. Ne kadar eleştirsek, yerden yere vursak da bütün dünya gibi bizler de kapitalizmin değirmenine su taşıyoruz. Öyleyse, Türkçe ifade etmek gerekirse, sadecilik akımı bizler için bir alternatif olabilir mi, sorgulamak zorundayız. Mesela belgeselin kahramanlarından Ryan Nicodemus’un şu sözleri bizleri de rahatsız etmeli öyle değil mi: “Sanırım gerçek, kafama, çalıştığım şirkette 5 yaşındaki bir çocuğa nasıl cep telefonu satılacağı anlatılırken dank etti. Ben böyle ne yapıyorum dedim. Terfi, daha iyi bir ev, daha fazla para için 5 yaşındaki çocuğa telefon satmam gerekiyordu.

Kişisel kanaatim, güzel bir farkındalık oluşturması açısından minimalistler ilgiyi de takdiri de hak ediyor. Hayatın anlamını tüketime indirgemiş bir dünyaya tepki olarak doğan minimalizm, hayatın anlamını daha az tüketmeye endekslemiş gibi görünüyor. Müslümanlar olarak bizim derdimiz daha başka: Bu hoyrat çarkın içinde nasıl kendimiz kalabiliriz? Zira hayat bizim için zaten ulvi bir anlama sahip.

Munise Şimşek

YORUM EKLE
YORUMLAR
Ramazan
Ramazan - 5 yıl Önce

Tüketim çılgınlığı ile varyemezlik arasında bir yol bulmalı insan.Çılgınlar gibi harcamayı hele de borçlanıp harcamayı yasaklıyor dinimiz.Birde dinimiz bize malı biriktirmeyi de yasaklıyorZengin olmak her müslümanın dünyevi hedefi olmalıyken para sevdasıda kötüleniyor. Kazandığını allah yolunda harca ama israf etme.Allah yolunda harcarken israf da mümkün olabilirmi.Selatin camilerinide ihtişamlı. Bir bildiği olmasa koca hükümdar.Vehasıl minimalizim yoruma muhtaç bizim olmadan bir damıtmalı

Esma Polat
Esma Polat - 5 yıl Önce

Çok kıymetli Sadettin Ökten Bey'in sohbetlerinde ısrarla vurgulaması ile dikkatimi çeken "iktifâ" (yetinme, ihtiyaç olandan fazlasına yönelmeme), İslâm ahlakının tüketim çılgınlığına panzehir olacak bir ilkesi. Bu ilkeye tutunmamız gerekiyor.

banner36