“Konuş benimle!
Hiç kimseye söylemeden buna ne kadar daha katlanabilirim?
Birgün? Bir hafta? Bir ay?
Kendim için mi üzüleyim, yoksa onlar için mi?”
Bir Dua, Bir Ömür
Böyle başlar kör adam hikâyesine. Söğüt Ağacı, Mecid Mecidi’nin 2005 yapımı filmi. Konusu ise çok tanıdık; “büyük ikramiye size çıkarsa ne yaparsınız?” sorusunun cevabı niteliğinde bir film. Tabi, bu şekilde işi biraz ucuzlatmış oluyorum. Ama kazın ayağı biraz değişik!
Eski bir hikâye vardır: Çok abid (ibadete düşkün) bir adam vefat eder ve mizan kurulur. Sevabı günahı tartılacakken melek sorar: İbadetinin değerlendirilmesini mi istersin yoksa Allahın kararına mı boyun eğersin? deyince, adam: İbadetlerimi tartın! der. Bunun üzerine adamcağızın ibadetleri mizan’a konulur ve melek şu sözü söyler: Yapmış olduğun ibadetler göz nimetini bile karşılayacak kadar değil!
Aslında yukarıdaki meselin hurufat olması ya da uydurma olması çokta önemli değil. Benim için Söğüt Ağacı filmindeki “görme nimetini” arzulayan insanla; görme nimetinin ne kadar önemli bir lütuf olduğunun hatırlatılması ve filmle bu hikâyenin örtüşmesidir. Ya da bakmakla görmek aynı değildir; her bakan görmez, her gören de idrak edemez, diyebiliriz o Çin atasözünde olduğu gibi.
Yusuf 46 yaşında üniversitede edebiyat profesörüdür. 8 yaşında görme yetisini kaybetmiştir.38 yıl dünya nimetlerini görmeden ve Mesnevi’den hikmetler devşirip öğrencilerine anlatmakla ömrünü geçirmiştir. Ama bir arzusu vardır:” Allahım bana bir şans ver!” diye başlayan mektubu yazıp Mesnevi’nin içine koyduktan sonraki hayatı gerçekten değişir. Güya gözündeki tümörün kanser başlangıcı olacağı düşünülürken, kötü huylu olmayan bir tümör ve Yusuf’un gözlerinin ışığa tepki verdiğinin görülmesi… Nihayetinde Yusuf kızından (Meryem) gelen kasetteki şiiri dinleyememiş ama o şiirin sunduğu güzellikleri görebilecektir.
Bir Dua, Bin Unutma
Ameliyat başarılı geçer. Yusuf İran’a döner. Ve dünya nimetlerini görür görmez ettiği duayı unutur: “Bana bir şans verirsen, her gün seni hatırlayacağım!” diyen Yusuf, ilkin karısını (Rüya, Körler okulunda öğretmendir ve Yusuf’un gören gözüdür), ardından kızını ve annesini, en önemlisi de kendini unutur. Zira gözü genç ve güzel Peri’yi görmüş, bir delikanlı gibi o’nun peşine düşmeye çalışmıştır. Bu sırada yerli yersiz taşkınlıklar da yapmaya başlar…
Mecidi, Söğüt Ağacı’nda ihanet, unutma, nankörlük, ikiyüzlülük, köprüyü geçene kadar ağam paşam hallerimize çok iyi bir giydirme yapmış. Burada sadece ilahi olana değil, insani olana sadakatsizlikte çok iyi işlenmiş. Filmin mutlu sonla bitmemesi de işin başka bir yanı; zira Mevlana’nın Mesnevi’sini merkeze alan film, her ne kadar “sayısız tövbe bozsan da gel” anlayışını Mevleviliğe hasretsek de, bu anlayışı ters yüz ediyor. Hataların mutlaka bir bedeli olacağını yüzümüze -az bekleyip-, sert bir şekilde vuruyor. Kör iken unutmayan Allah’ın, görür iken de unutmadığını gösteriyor film. Tabi, Allah’ın her dem kulun ümüğüne basacağını anlatmaya çalışmıyor film. Ya da “müntakim” olan sıfatını biçare bir kula yansıtmak için bekliyor da değil. Filmde kader, kaza, dua, idrak meselesi kahramanın (Yusuf) bakış açısıyla gelişiyor. Haydan gelen huya gider; ya da yazda buldum yabana atarım! anlayışını izleyici görüyor ama “körlükten çıkan insan; güzellikler karşısında görme sarhoşu oluyor” ve çevresindeki insanlar o’nu kör etmişler, yıllarca güzelliklerden mahrum etmek için gözlerini kapamışlar gibi davranıyor.
Dağ Evliyası Şehir Evliyası
Mesel 2:
İki derviş kardeş varmış. Biri şehirde, diğeri de dağda evliya olarak bilinirmiş. Dağdaki derviş bir gün şehirdeki kardeşini ziyaret etmek ister. Mendiline süt koyup küçük bir çıkın yapar. Öylece gelir şehirde ayakkabı boyacılığı yapan kardeşine. Hal hatır ederlerken bir bayan ayakkabısını boyatmak ister ve boya sandığının üzerine ayağını koyar. Bu sırada kadının bacaklarına gözü kayan dağdaki dervişin mendilinden süt damlamaya başlar. Bunu fark eden şehirli kardeş: Dağda evliya olmak kolay kardeşim! Mühim olan şehirde evliya olabilmektir, der.
Şimdi bu mesel ile Söğüt Ağacı’nın alakası ne? Var efendim. O dervişler de Söğüt Ağacı’nın altından geçtiler! Tabi bu işin esprisi.
Yusuf’un gözünün açılması; Maymun gözünü açtı, şeklinde yorumlanırsa eğer; dağdan gelen dervişin, şehri görünce kalbini bozmasından başka bir hal değildir. Görmez iken güzel-çirkin ayırt etmeyen; gördükten sonra güzele bel bağlayıp iyiyi unutuyorsa; asıl körlük o vakit başlar.
Vicdanımızın, kalbimizin, beynimizin, gözümüzün körleşmeye meyilli yanlarına merhem niyetine bu film seyredilir.
Filmden bir epizot: Yusuf’un kitaplarını, yazılı her ne var ise avluya ve özellikle de havuza atma sahnesi Mevlana’nın Şems’i tanıdıktan sonra kitaplarını havuza atması hikayesine fena halde benziyor. Sanki “yeni bir görüş, yeni bir bakışın başlangıcı” izleyiciye hissettiriliyor. Bu açıdan Mecid’i telmihlerle hoş bir kurgu yapıyor alanında.
Zeki Bulduk
BU FİLMİ VE MECİDİNİN DİĞER FİLMLERİNİ İSTANBULDA BULABİLECEĞİM YERLER HAKKINDA BİR BİLGİNİZ VAR MI? TEŞEKKÜR EDİRİM ŞİMDİDEN..