Gökyüzünün bu yazının yazıldığı günkü gibi çok bulutlu ve biraz da kasvetli havanın hâkim olduğu zamanlarda, sıcacık bir bardak çay alıp da film seyretmeye başlamak, hayatımın en büyük zevklerinden biri olsa gerek... Heyecanla da ân'ın ruh durumuna uygun bir film seçerek koltuğa gömülmek, sonra da rüyalar âlemine benzer şekilde, bu dünyanın "pis, acımasız ve tahammül hudutlarını zorlayan" gerçekliğinden uzaklaşmak iyi oluyor.
İşte böyle bir vaziyette film seyretmeye başladığımda, bazen ekranda öylesine rahatsız edici görüntülere rastgeliyorum ki, hani bazen filmi izlemeyi bile bırakıp, daha "sade suya tirit" bir şeye takılıp gidiyorum. Belki de pek çok insanı rahatsız etmeyen "sürekli içilen sigara ve içki, uyuşturucu kullanılması, noel arefesinde işlenen suçlar ve polisin noel tatili başlamadan olayı aydınlatmaya çalışması vs" görüntüleri zihnimdeki güzel olan her şeyi bitiriyor.
Emperyalizmin görünmeyen gibi görünen silahları
Emperyalist devletler yalnızca politik ve iktisadî olarak mı sömürüyor zannediyorsunuz? Alâkası yok. Asıl sömürgeciliği "beynimizi, zihnimizi" ele geçirerek yapmaktalar. Asırlardır dünyayı sömürmek fiilini icra eden mihraklar, bu faaliyeti şimdi de sinema ve televizyonu kullanarak çok rahat şekilde gerçekleştiriyorlar. Mesela pek çok işadamı ve gazetecinin konuşmasına bakınca, muhatabımızı hakiki anlamda bir anti-emperyalist sanıyoruz fakat mevzu biraz derinleşip de adamın nasıl bir hayat yaşadığını öğrenince, tam mânâsıyla bir emperyalist komprador gibi yaşama biçimini sürdürdüğünü, hem de bunu büyük gönül huzuruyla yaptığını öğrenip rahatsız oluyorum. Anlatmaya çalıştığım bu durumdan ötürü suçlanacak son kişi, bu çelişkiyi yaşayan adamdır. Neden mi? Cevabı kolay: Çünkü küçük yaştan itibaren beyni yıkanmıştır. Yalnızca onun mu? Hayır. Milyarlarca insan aynı "beyin yıkama işlemine" tâbi tutulmuştur ve bu durum halen de devam ediyor.
Bunları yazarken, gözümün önüne bir karikatür geldi ki, çizeni tebrik etmek lazım:
4 kişi oturmuş bir toplantıyı dinliyorlar: Afrikalı, Avrupalı, ABD'li ve Arap.
Kürsüdeki adam "Dünyanın geri kalan bölgelerindeki gıda sıkıntısı hakkında ne düşünüyorsunuz?" diye soruyor.
Afrikalı cevaplıyor: Gıda nedir?
Avrupalı cevaplıyor: Sıkıntı nedir?
ABD'li soruyor: Dünyanın geri kalanı nedir?
Arap cevaplıyor: Düşünce nedir?
Komik gibi dursa da, hakikatte çok büyük bir yaraya parmak basan bu karikatür, genel anlamda toplumların içinde bulundukları vaziyeti çok güzel izah ediyor. Bu duruma nasıl gelindi? Tabii ki durduk yerde değil... Sinema makinesi keşfedilip de, bunun insan kitleleri üzerinde nasıl bir tesire sahip olduğu anlaşıldıktan sonra ipler koptu.
"Kendi doğrularını" dünyanın geneline kabul ettirmek isteyen emperyal güç odakları, Hollywood'u inşa ederek, kendi yıldız oyuncularını ve onların hayran kitlelerini oluşturup, sonra da bildiklerini okumaya başladılar. Amerikan Ordusu (U.S. Army) ve Amerikan Savunma Bakanlığı (Pentagon) seneler boyunca birçok filme sponsor oldular. Temel gaye, "kahraman" Amerikan askerinin yenilmezliğini ve adalet için savaştığını bütün dünyaya kabul ettirmek, hatta kabulün de ötesinde insanların beyinlerine nakış gibi işlemekti. Başardılar mı? Maalesef evet.
Sigara şirketleri, yaptıkları çok etkili reklamların haricinde, filmlerdeki başrol oyuncularının sürekli sigara içmelerini sağlamak için sinema sektörüne çok büyük yatırım yaptılar. Hangi marka içildiği önemli değildi, mühim olan sigaranın aktör veya aktristin dudaklarında durmasıydı. Sigaraya başlayan bir genç, nasıl olsa, gün gelecek o markayı da tüttürecekti. Nitekim oldu da... Bütün yasaklamalara rağmen, gençlerin ellerinde sigarayı yanarken görünce içim cız ediyor. Bu, halen de (artarak) devam etmektedir.
"Anna / Mindscape" filminde, çok aşırı olmamak kaydıyla sigara ve içkinin devamlı olarak ve izleyiciye tesir edecek sahnelerde kullanılması üzerine, diğer bazı filmlerden de örnekler vererek bu hususu bir an önce yazmam lazım geldiğini düşündüm. Jorge Dorado'nun yönettiği 2013 yapımı film, yine tipik Amerikan hikâyesi olarak başlıyor: Problemli bir "hafıza dedektifi" olan John (Mark Strong), uzun süren depresif dönemden sonra çalıştığı Mindscape şirketinden iş ister. Patron da (Brian Cox) elemanına kolay gibi gözüken bir iş verir. 16 yaşındaki Anna ismindeki çok zengin bir ailenin kızının "yemek yemesini" sağlayacaktır. "Müşteri" ile hipnoza benzer biçimde hafıza senkronizasyonu sağlayarak çalışan John ve meslekdaşlarının işi bazen çok zor olabilmektedir. John daha zor iş bir olsun diye ısrar etmesine rağmen, alkolizm probleminden yeni kurtulduğu için bu "basit iş" ona zorla kabul ettirilir. John iş başı yapar fakat bilmediği bir şey vardır: Müşterisi olan Anna masum görünüşlü bir canavardır.
Filmin kritik yerlerinde John’un sigara içmesi ve alkolden uzak durması gerekirken elinde kadehle bilgisayar başında çalışması, seyircinin normalde pek fazla fark etmeyeceği müthiş bir cazibe girdabına çekilmesini sağlıyor. Kadehin içindeki sıvının rengi, oyuncunun içtiği mekânın mistik havası, sigara dumanının loş ortamda ağır ağır yükselmesi... Hemen her filmde rastlanan içki, sigara ve uyuşturucu maddelerin berbat çekiciliğini insanın beynine işliyor.
Zaten içki, uyuşturucu ve sigara konusunda başı çeken film, 1983 yapımı, Brian De Palma'nın yönetmenliğini yaptığı "Yaralı Yüz / Scarface"dir. Çok başarılı bir sinema eseri olan film, Howard Hawks tarafından 1932 yılında çekilen sinema tarihinin en ünlü gangster filmlerinden birinin yeniden çevrimidir. Yaşanmış bir hayat hikâyesine dayanan filmde, acımasız gangster Tony Montana rolündeki Al Pacino unutulmayacak bir oyunculuk performansı sergilemiştir. 1994 yılında Amerika Birleşik Devletleri Kongre Kütüphanesi tarafından "kültürel, tarihî ve estetik olarak mühim" filmler arasına dâhil edilerek, ABD Ulusal Film Arşivi'nde muhafaza edilmesine karar verilen "Yaralı Yüz"de sıradan Kübalı bir mülteci olan, her türlü pisliği yapan, önüne çıkacak engelleri de "her ne pahasına olursa olsun" aşmaya azimli olan Tony Montana, Miami'ye geldiğinden itibaren inanılmaz olaylara karışır ve zalim yönetimiyle kısa zamanda tüm Miami ve çevresinin "kokain kralı" haline gelir.
Elinden silah, kadeh, puro (sigara) düşmeyen ve burnundan kokain eksilmeyen Tony Montana "sinemanın en karizmatik" kötü adamlarının başında gelir ve seyirciler üzerinde büyük tesiri olmuştur. Bu filmi seyredip de Tony'nin kötü alışkanlıklarına meftun olmuş binlerce insan vardır, desem yalan söylemiş olmam. İnanmayan, internetteki sinema sitelerindeki seyirci yorumlarına bakabilir.
Benzer durum, Türkiye'de yayınlanmadı ama internetten indirip seyreden izleyiciler üzerinde çok etkili olduğu, yazılan yüzlerce yorumdan anlaşılan "True Detective" dizi filmi için de geçerlidir. Matthew McConaughey ve Woody Harrelson'ın başrollerini paylaştığı dizinin ilk sezonu 8 bölüm halinde yayınlandı. 2014 yapımı "True Detective"de, 1995'te işlenen bazı cinayetlerin ardından yakalanamayan bir seri katilin dosyasının günümüzde tekrar açılması üzerine, o günleri anlatan eski dedektifler Rust Cohle ve Martin Hart'ın yaşadıkları anlatılıyor.
"The Killing"in yazarı Nic Pizzolatto tarafından kaleme alınan dizinin yönetmenliğini Cary Fukunaga üstlenmiş ve Matthew McConaughey'nin canlandırdığı Rust karakteri de çok karizmatik şekillendirilmiş. Öyle ki, seyircilerden çoğu, diziyi sırf Rusty yüzünden takip ettiğini ifade ediyor. Rusty, 17 sene evvel yaşanmış hadiseleri, karşısında oturan iki zenci dedektife anlatırken, sürekli sigara içiyor. Bir müddet sonra da sipariş ettiği 6'lı bira kutusu getirilip önüne konuluyor. 8 hafta boyunca Rusty sigara ve birayı özendirici tavırlarla içiyor, ilerleyen bölümlerde de kokain çekiyor. Dizinin müdavimi seyirci bir genç aynen şunu yazmış: "Muhteşem ötesi bir dizi... Kokain kullanmak istiyorum."
Tehlikeyi görebiliyor musunuz? Bir başkası da "gelin size bi bira ısmarlayım :)" yazmış. Bunlar fasarya değil. Bu gençlerin eline ilk fırsat geçtiğinde, söylediklerini yapacaklarından eminim.
Yazı uzadıkça, ben de öfkeleniyorum. En iyisi, mevzuyu fazla didiklemeden bağlamak. Sadece içki, sigara, uyuşturucu filan değil, bunun yanında insafsızlık, cinsellik, başarılı olma ihtirası, kumar, soygun, dolandırıcılık, hıristiyanlığın sembolü olan haç takmak, vücudun çeşitli bölgelerine dövme yaptırmak, istavroz çıkarmak da var ki... Her konu için bir filmden bahsetsem, 3 yazı daha yazmam gerekir.
Bilinçaltı mesajların derinliği
İnsanlarda hal ve davranış değişikliklerine sebep olan ve bilinç düzeyinde fark edilemeyen mesajlara "bilinçaltı mesaj" deniliyor. "Küresel algı savaşı"nın çok önemli bir parçası olan ve "subliminal" olarak da tanımlanan bu mesajlar, insanlar neye ikna edilmek isteniyorsa, onun için kullanılıyorlar. Duyma, görme gibi duyuların eşik değerlerinin altında verildiği için de algılayamıyoruz.
Bu çeşit mesaj, başka bir objenin içine gömülü olan bir işaret ya da mesajdır ki, bu obje de umumiyetle hareketli görsel malzemelerin içine saklanır. İnsanlarda kanaat oluşmasına neden olduğu ve politikadan tutun da, mal pazarlamaya kadar geniş bir sahada kullanıldığından "aşağılık ve acımasız" bir metod olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Çünkü bu tip mesajlar, normal bilinç düzeyimizde inanmadığımız hatta reddettiğimiz düşüncelerin tam tersini yapmamızı temin etmek için hazırlanıyor. Bu "özelleştirilmiş" mesajlar beş duyumuz için planlansa da, en fazla dikkate alınan organımız "göz" oluyor. Sebebi de gayet basit: Yüzde 83 oranında görerek öğreniyoruz. Görme eşiğinin altında hazırlanan mesajlar, en kolay olarak hareketli veya sabit görüntülerin içine yerleştiriliyor. Sonra da poster, açıkhava reklamı, broşür, afiş gibi durağan görsellerin yanısıra, sinema veya televizyon gibi hareketli görsel malzemeyi kullanan vasıtalarla onmilyonlarca insana ulaştırılıyor.
İnsan beyni en fazla ölüm, doğum ve cinsellik unsurlarına tepki veriyor. Bu unsurlar kullanılınca, verilmek istenen mesaj hemen hafızanın derinliklerine aktarılıyor. Bu nedenle bilinçaltı mesajlarda, kişileri yönlendirmek için en çok bu tür semboller, hatırlatmalar tercih ediliyor.
Çocuklar büyük tehdit altındalar
Bilinçaltı mesajlar yüklenmiş bir film veya reklam, bizi hemen davranışa yöneltmiyor. Bu mesajların en önemli unsuru "tekrar"dır. Mesajın davranışa dönüşmesi de birçok faktöre bağlıdır. Uyaranın özellikleri ve gücü, verildiği ortamın özellikleri, kişinin psikolojik durumu, tekrar aralığı gibi birçok farklı değişken rol oynuyor. En bilinçli ve savunması güçlü kişiler bile bu mesajları ilk bakışta yüzde 100 kesinlikte çözememektedirler. Bu da maalesef, insanları yönlendirmeli reklamlara karşı savunmasız bırakmaktadır.
Bu mesajlarda kullanılan doğum-bebek, ölüm-kurukafa, cinsellik-üreme içgüdüsü gibi unsurlara her insan benzer tepkiler veriyor. Bu sebeple maruz kalındığında her insan etkilenebiliyor. Kimi insan az, kimi insan çok... Ayrıca bu etki, kişilerin mesajla karşılaşma sıklığına göre de değişiyor. Mesela saat reklamlarına dikkat edin, bütün saatler ya 10'u 10 geçiyordur veya 2'ye 10 vardır. Neden? Çünkü bu "onay" anlamındaki işareti oluşturuyor.
Çocuklara gelince, henüz bilinçli beyinleri yani korteksleri gelişmediği için daha fazla etkileniyorlar. Yetişkin beyni için bile hayal ile gerçek arasındaki çizgi inceyken; bu çizgi çocukta çok daha incedir. Çocuklar "mental kurgu" gibi bilinçaltı mesaj tekniklerinin yoğun kullanıldığı dakikalarda da, kendilerini çevreye adeta kapatıyorlar. Anneleri seslendiği zaman bile duymuyorlar. Mesela, çizgi filmlerde kullanılan cinsel öğeleri, çocuklar ilk seyrettiklerinde anlamlandıramıyor fakat büyüdüklerinde, bu bilinçaltı unsurun olduğu sahnede verilen mesaj neyse, onu çok daha güçlü biçimde kabul ediyorlar.
Şimdi, bu yazıyı okuduktan sonra "film, reklam veya dizi seyrederken dikkatli olayım" diye düşünürseniz büyük ihtimalle yanılırsınız. Çünkü minareyi çalan hırsız, kılıfını çok önceden hazırlamış olacak.
İslam Gemici sizi düşünerek yazdı
Yazdıklarınız sürekli gündemde tutulması gereken şeyler. Tüketicilere yönelik reklam filmlerinide ayrıca ele almanızıda isterim, konuya hakim birisi olarak...zira kirlenen dünyada ''kirlenmek güzeldir'' diyor reklamlar. Bunun yanı sıra bilbordların hristiyan remzleri ile dolu olduğunu söyleyen bir yazısını okumuştum ismet özelin. elinize sağlık bilinçaçıcı bir yazı olmuş.