"Ey İbnu Hanbel, sen insanlar arasında seçilmiş bir kulsun, sakın ola ki onlar için bir musibet olmayasın!"

“The Imam (2017) / İmam Ahmed b. Hanbel” dizisi, döneme damgasını vuran olayları, siyasi çekişmeleri ve yan hikayeleri ile “anlatım dilinden” anlayanlara hitap eden son derece güzel bir çalışma. Onur Demirel yazdı.

"Ey İbnu Hanbel, sen insanlar arasında seçilmiş bir kulsun, sakın ola ki onlar için bir musibet olmayasın!"

Tek sezon ve 31 bölüm süren dizinin ilk 10 bölümüne dair inceleme yazımızı daha önce yayınlamıştık. “Ebu Yusuf ve İmam Şafii’nin talebesi bir büyük alim: Ahmed b. Hanbel” başlığıyla yayınladığımız ilk kısmı da okumanızı tavsiye ederek sonraki 20 bölümün incelemesine geçiyoruz.

“The Imam (2017) / İmam Ahmed b. Hanbel” dizisi, döneme damgasını vuran olayları, siyasi çekişmeleri ve yan hikayeleri ile “anlatım dilinden” anlayanlara hitap eden son derece güzel bir çalışma. Dizi boyunca hem dönemin yaşam tarzını hem de pek çok ayet ve hadisi öğrenme fırsatı elde ediyoruz. Bu anlamda dizinin dramatik olarak etkileyici olduğu kadar eğitici ve öğretici olduğunu da söyleyebiliriz. İmam Ahmed’in maruz kaldığı zulümleri ve kanaat ettiği şeyleri izledikçe “vay ki halimize” demekten geri duramayacaksınız.

Dönemin önemine binaen dizide birçok şahsiyetle ve alimle de kısa kısa dahi olsa tanışma fırsatımız oluyor. Harun Reşid’den Cafer Mütevekkil’e kadar 6 halife, İmam Yusuf’tan İmam Şafii’ye kadar birçok alim ve Behlül Dânâ hazretlerine kadar birçok şahsiyet hakkında az da olsa fikir sahibi oluyoruz. Harun Reşid’in Behlül Dânâ ile ilişkisi dahi üzerinde saatlerce sohbet edilebilecek olaylardan.

11 ila 20. bölümlere dair

Harun Reşid sonrası dönem ve Halife Me’mun ile Mihne olayları

Mutezile cemaatinin propagandası devam ederken takipçilerinin de sayısı artmaktadır. Bu durumdan Harun Reşid son derece rahatsızdır ve önlem almaya çalışır. Mutezile her ne kadar sokaktaki insanlara karşı cengaver ise de merkezi yönetime karşı son derece korkak davranmakta ve gizli saklı eylemlerine devam etmektedir. Toplantılarında kendi fikirlerini dikte ettikleri insanlara aynı zamanda Harun Reşid’in nasıl bir zalim olduğunu anlatmaktadırlar. Bu durumun farkında olan Reşid’in veziri İbni Rebii, Ferec isimli eski hırsız yeni muhbirden yardım alarak Mutezile’nin içine sızmasını ister.  Ferec’den gelen bilgilerle Mutezile’nin gizli dergahlarına baskınlar düzenlenerek birçok mürit hapsedilir ancak şeyhleri ve Mutezile cemaatinin kurucusu aynı zamanda Mutezile öğretilerinin babası olan Bişr b. Gıyas El-Merisi kaçmayı ve saklanmayı başarır.

Mutezile ile uğraşan Harun Reşid bir yandan da dış siyasete kafa yormak zorunda kalır. Dönemin Bizans İmparatoriçesi İrini ile barış anlaşması yapılmıştır ancak İrini’yi tahttan indirerek yerine geçen I. Nikiforos bu anlaşmayı bozarak Harun Reşid’e zehir zemberek bir mektup yollar. Buna çok sinirlenen Halife Reşid hemen ordusunu toplayarak Nikiforos’un üzerine sefere çıkar. Dizinin kurgusuna ve bütçesine göre çok da kötü olmayan bir savaş sekansı izleriz. Zaman zaman epikleşen savaşın sonunda İslam orduları savaşı kazanır. Ağır yaralanan Nikiforos kaçarak kurtulur. Savaşın sonucunda Anadolu topraklarında kısmi olarak İslam devletinin kontrolü sağlanır ve Nikiforos dönemsel olarak barış karşılığı vergiye bağlanır. Böylece Bizans tehdidi ortadan kaldırılmış olur.

Kimi kaynaklara göre suikast sonucu ölen Harun Reşid, dizinin olay örgüsü içinde yakalandığı bir hastalığa yenik düşerek Hakk’ın rahmetine kavuşur. Ölümü sonrasında oğulları Me’mun Ebu’l-Abbas Abdullah kısaca “Me’mun” ve Emin Muhammed b. Harun Reşid kısaca “Emin” arasında taht kavgası başlar. Esasen Harun Reşid tarafından yasal taht varisi ilan edilen oğul Me’mundur ancak Emin tahtın kendisine ait olduğunu iddia ederek kendi halifeliğini ilan eder. Bu durum hem saray erkanında hem de halk arasında ikiliğe neden olmuş ciddi siyasi sorunlara yol açmıştır. Bu veraset karmaşasının asıl sebebi sağlığı döneminde Harun Reşid’in veraset konusundaki çeşitli zamanlarda verdiği çeşitli tutarsız kararlardır. Tarih kaynaklarına göre Harun Reşid gibi tecrübeli bir devlet adamının kendisinden sonraki dönem için net bir talimat bırakamamış olması ve devletini bölecek bir sonuca neden olması ciddi tartışmalara sebep olmuş ve hatta hayretle karşılanmıştır.

Harun Reşid’in öldüğü dönemde Emin Bağdat’ta, Me’mun ise babasıyla birlikte seferdedir. Sefer sırasında ölen Harun Reşid’in ölüm haberi Bağdat’a ulaşır ulaşmaz Emin hilafetini ilan eder. Horasan’da kalan Me’mun ise Emin’e mektuplar göndererek yaptığının yanlış olduğunu anlatmaya çalıştı lakin başarılı olamaz. Buna karşın Emin elindeki gücü kullanarak Horasan’a giden yardımları da keserek Me’mun’u iyice zor durumda bırakır. Yaşanan birçok askeri ve siyasal çatışmanın sonunda iki kardeş arasındaki gerilim bir çözüme ulaşamaz. Me’mun hakkı olanı almak ister, Emin ise Me’mun’u ortadan kaldırarak hakimiyetini sürdürmek ister. Bu durum iki kardeşin orduları arasında büyük bir savaşa dönüşür. Bağdat’ın sokaklarına kadar ulaşan bu savaş çok kanlı geçer ve ne yazık ki kardeşi kardeşe, Müslümanı Müslümana kıydıran muharebe sonucunda Me’mun kazanarak hilafeti geri alır. Emin kaçar ancak yakalanarak öldürülür böylece Me’mun mutlak hakimiyeti sağlamış olur. Emin aşırı kibirli ve hırslıdır buna karşın Me’mun daha alçak gönüllü ancak kararlıdır. İkisi de bu süreçten son derece rahatsızdır ancak geri adım atmayarak kardeş kanı dökülmesine sebep olurlar.

Bu arada Bağdat’a geri dönen İmam Şafii derslerine devam etmektedir. Ahmed b. Hanbel de Şafii’nin geldiğini öğrenince onun derslerine katılmaya başlar. Yaşı ilerledikçe hem ilmi hem de kişiliğiyle farklılaşarak dikkat çeken Ahmed b. Hanbel’e, Halife Emin tarafından İmam Şafii aracılığıyla kadılık görevi teklif edilir ancak o, bu görevi kabul etmez. Yine dizinin olay örgüsü içinde her ne kadar tarih kayıtlarında desteklenmiyor olsa da Emin’in kaybetmesinin arkasında yatan en önemli faktörlerden biri Mutezile cemaatinin Me’mun’u desteklemesidir. Halife Emin de aynı babası Harun Reşid gibi Mutezile’ye karşıdır ve onlara göz açtırmak istememektedir lakin Me’mun ise tam tersi bir görüştedir. Bu durumun farkında olan ve kendi geleceğini düşünen Mutezile cemaati tüm gücüyle hem siyasi olarak hem de fiziksel destek ile Me’mun’un halife Emin’i devirmesine yardımcı olur. Bu desteğin karşılığını da Me’mun’un hilafetini ilanı sonrasında divana girerek alır. Harun Reşid ve Emin dönemlerinde tam bir sürgün hayatı yaşayan Şeyh Merisi artık tam anlamıyla özgürdür hatta siyasi bir güç haline gelir. Tarihte “Mihne” olarak tanımlanan ve sözlük anlamı sorgulama, sorguyla olan olayların yaşanması sürecinde Merisi bizzat baş rolü oynar ve Me’mun’a bizzat danışmanlık yapar. İmam Şafii ile de dostluk kuran Merisi onunla birçok sohbette bulunur, ona hürmetkar davranır, sever ve Şafii’yi de Mutezile cemaatine davet eder ancak bu çabaları haliyle olumlu sonuç almaz. Bu süreç İmam Şafii’nin ölümüne kadar devam eder.

Bağdad İmamı

Şafii’nin ölümünden sonra Bağdat’ın imamlığı sıfatı Ahmed b. Hanbel’e geçer. İmam Ahmed halk tarafından son derece saygı duyulan ve ilmi kabul gören bir önder haline gelir.

Bu dönemde Mutezile inanışı devletin resmi dini yapılmak istenir ve süreç içinde bu öğretilere inanmayanlara halife Me’mun tarafından “kafir” olarak ilan edilir. Me’mun bir genelge yayınlayarak başta alim zatlar olmak üzere tüm din adamlarının valiler aracılığıyla sorgulanması emrini verir yani Mihne süreci başlar. Tüm din adamlarına aynı soru sorulur; “Kur’an mahluk mudur?” bu soruya evet diyenler serbest kalacak, hayır diyenler ise idam edilecektir. Birçok alim canlarının korkusuna istemeyerek dahi olsa bu soruya evet diyerek Mutezile öğretilerine boyun eğer. Sıra imam Ahmed b. Hanbel’e geldiğinde ise onun duruşu son derece nettir. Konuyu Peygamber efendimizin bir hadisiyle açıklar; “Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak, bunların içinden bir fırkası kurtuluşa erenlerden olacaktır” der. Kurtuluşa erenler onun sünnetinden sapmayanlar yani ehl-i sünnet mensupları ve ashabın yolundan gidenler olacaktır. İmam Ahmed sorgusu sırasında davasından geri adım atmaz ve net bir şekilde Kur’an-ı Kerim’in bir mahluk olduğu fikrini reddeder. Aynı şekilde çocukluğundan beri yanından ayrılmayan dostu Muhammed b. Nuh da İmam Ahmed ile aynı kararlılığı göstererek mahkûm edilir. Onların akıbetinin ne olacağına dair kararı halife Me’mun verecektir. İmam Ahmed ve yakın dostu Nuh elleri ve ayakları bağlı bir halde asker nezaretinde Me’mun’a götürülmek çıkmak üzere yola çıkarlar. Bu arada Me’mun çok hastadır ve öldükten sonra yerine geçmek üzere kardeşi Muhammed Mutasım b. Harun Reşid’i varis halife olarak ilan eder.

Taht kavgaları, kardeş kanı dökülmesi ve Mutezile’nin yükselişini gördüğümüz bu bölümlerden sonra dizinin son kısmına geçebiliriz.

20 ila 31. bölümlere dair

“Ey İbnu Hanbel, sen insanlar arasında seçilmiş bir kulsun, sakın ola ki onlar için bir musibet olmayasın!”

Enes İbni Malik’ten (r.a.) rivayet edildiğine göre Resulullah (s.a.) şöyle buyurdu: “Allah, iyiliğini dilediği kulunun cezasını dünyada verir. Fenalığını dilediği kulunun cezasını da kıyamet günü günahını yüklenip gelsin diye, dünyada vermez.” Yine bir başka hadisinde ise: “Mükâfatın büyüklüğü, belânın şiddetine göredir. Allah, sevdiği topluluğu belâya uğratır. Kim başına gelene rıza gösterirse Allah ondan hoşnut olur. Kim de rıza göstermezse Allah’ın gazabına uğrar.” buyurmaktadır.

İmam Ahmed ve yakın dostu Nuh, Mutezile oyunlarına boyun eğmeyerek Kur’an-ı Kerim’e “mahluk” demeyi reddettikleri için bir kafes içinde hesap vermek üzere Me’mun’un huzuruna götürülürken kim olduğu bilinmeyen bir atlı gelir. İmam’a şu sözleri söyler: “Ey İbnu Hanbel, sen insanlar arasında seçilmiş bir kulsun, sakın ola ki onlar için bir musibet olmayasın! Şimdi insanların gözleri sana dikili iken, görüş birliğine varmaktan uzak durasın. Eğer Allah’ı seviyorsan içinde bulunduğun duruma sabret! Seninle cennet arasındaki tek engel öldürülmemiş olmandır, öldürülmesen bile bir gün vaden dolacak, yaşadığın süre boyunca övülmeye değer bir hayat yaşamış olursun.” Tabii ki böyle bir olay gerçekte yaşanmış mıdır veya gelen kişi kimdir asla bilemeyeceğiz ancak dizinin olay örgüsü içinde metaforik olarak gelen meçhul bir şahsın, İmam Ahmed’e söylediği bu sözler tam bir ders niteliğindedir. Özetle verilen mesaj; davandan dönme, eğer sen davandan dönersen ehli sünnet itikadının dönem itibariyle son kalesi düşer ve sonucunda sana, dolayısıyla Hakk’a inananlar umutlarını kaybederler, sen insanların umudusundur. Bu arada beklenmedik bir haber gelir, Me’mun ölmüştür. Bu durumda askerler İmam Ahmed’i zindana geri götürürler ve Ahmed ibni Hanbel sorgulanmaktan belki de idam edilmekten kurtulur mucizevi bir şekilde.

Me’mun’un ölmesinden sonra yerine vasiyet ettiği gibi kardeşi Muhammed El-Mutasım b. Harun Reşid, kısaca Mutasım tahta geçer. Mutasım esasen bir asker olduğu için saray içinde ve Bağdat’ta neler olduğuna pek hâkim değildir. Bu nedenle mecburen abisinin çok güvendiği Mutezile mensuplarıyla siyasete devam etmek zorunda kalır. İmam Ahmed bu taht değişimi sırasında zindanda bir nevi unutulur. Bu arada Mutezile’nin lideri olan Merisi ölür ve yerine sağ kolu olan Ebu Duad geçer. Ebu Duad tam bir siyasi kurnaz olarak ekibiyle birlikte Mutasım üzerinde ciddi bir etki oluşturur. Mutezile aynı Harun Reşid zamanındaki Bermeki ailesi gibi güçlenir ve siyasi bir odak haline gelir. Ebu Duad, kadı olarak büyük söz sahibi olur.

Aradan 2 sene geçer, İmam Ahmed zindanda okumaya, yazmaya ve ilmini geliştirmeye devam eder ancak Ebu Duad bu durumdan çok rahatsızdır. Ahmed b. Hanbel zindanda kaldığı sürece halkın gözünde bir kahramandır ve Mutezile öğretileri için tehdit olmaya devam etmektedir. Bir gün Ebu Duad, Mutasım’a İmam Ahmed’den bahseder, haliyle Mutasım, İmam Ahmed’den habersizdir. Duad, İmam Ahmed’i bir din, devlet, hükümet düşmanı gibi anlatır. Mutasım da İmam’ı sorgulamak üzere huzuruna çağırır. Sorgulama boyunca Ahmed b. Hanbel her anlamda Mutezile ve Mutasım’ın sorularına makul, mantıklı ve anlamlı cevaplar verir. Verdiği cevaplar kendi fikrinden ziyade kabul görmüş hadisler ve ayetlere dayalı kelimenin tam anlamıyla ilahi cevaplardır. Olan biten karşısında ikileme düşen Mutasım, İmam Ahmed’in anlatıldığı gibi biri olup olmadığına karar veremez ve onu zindana geri gönderir.

Her ne kadar İmam Ahmed’in ilmi, bilgisi ve aklı Mutezile’ye üstün gelse de siyasi gücü olmadığı için Mutezile’nin siyasi gücünü Mutasım’a karşı bastıramaz. Defalarca sorgulanır, zindana atılır, yine sorgulanır yine boyun eğmez yine zindana atılır. Aslında Mutasım, İmam Ahmed’in durumundan şikayetçi değildir çünkü zindanda olduğu sürece zararsızdır. Ancak Ebu Duad aynı fikirde değildir, çünkü onun içini kemiren bir intikam duygusu, üstün gelmeye çalışan kibri vardır. Ebu Duad, İmam Ahmed’in düşüncelerinin Mutasım’ın abisinin fikirlerine ters olduğunu, yaşadığı sürece halk arasında ikilik yaratacağını söyler. Mutasım’ın gözünde İmam tam bir fitneci haline gelir. Mübarek bir Ramazan gününde Ahmed b. Hanbel için karar verilir. Ya boyun eğecektir ya da kırbaç cezasına çarptırılacaktır.

“Müslümanlarla uğraşmaktan kafirlere zaman bulamıyoruz”

İmam Ahmed boyun eğmez ve oruçlu haldeyken, günün ortasında, güneşin altında tüm saray erkanı önünde acımasızca kırbaçlanır. Zulüm ne kadar artarsa artsın İmam Ahmed davasından dönmez, boyun eğmez ve teslim olmaz. Onun için tek kurtuluş ölümdür artık. Durumdan haberdar olan halk, sarayın önünde toplanır ve saraya mesaj çok net şekilde gönderilir. Ya İmam’ları bırakılacaktır ya da isyan kapıdadır. Bunca zulme boyun eğmeyen İmam’ın durumu ve halkın inadı, Mutasım’ın kafasını iyice karıştırır. Bu durum onu çok büyük bir çaresizlik ve ikilemin içine düşürür. Ya zulmü haksız ise? Bunun hesabını nasıl verecektir? İmam Ahmed’i zindana geri gönderir ve halkı bastırabilmek için İmam’ın amcası İshak b. Hanbel’i huzuruna çağırarak yaşadığını gözleriyle görmesini ister. İmam Ahmed yaşıyordur ancak büyük yaralar almıştır ve dayanılmaz acılar çekmektedir. Halk, İmam Ahmed’in yaşamasına sevinse de onun gördüğü zulüm dolayısıyla geri adım atmaz. Bu durumu gören Ebu Duad; “sarayda zulüm altında ölürse kahraman olması” endişesiyle İmam’ı serbest bıraktırır. Ancak Ebu Duad’ın bu hamlesi de ters teper. Ahmed b. Hanbel zulme sabretmesi dolayısı ile halkın gözünde çok büyük bir kahraman haline gelir. Tabii ki bu durum Mutasım’ın da hoşuna gitmez. “Müslümanlarla uğraşmaktan kafirlere zaman bulamıyoruz” sözleriyle bu gidişata bir son verir. Ahmed artık evindedir, özgürdür, iyileşmektedir ve zamanla derslerine de başlayarak ilim yaymaya devam edecektir.

Miladi takvime göre 780 yılında doğan Ahmed b. Hanbel, 75 senelik ömrü boyunca Harun Reşid’den itibaren 6 farklı Abbasi halifesi görür. Uzunca bir süre boyunca Mutezile’nin etkisiyle sürekli zulüm görür ta ki ömrünün son dönemlerine denk gelen Harun Reşid’in torunu, Mutasım’ın oğlu Cafer Mütevekkil’e kadar. Cafer, abisinin ve amcasının aksine ehli sünnet yolundan giden bir hükümdar olur ve tüm Mutezile kadrolarını saraydan temizleyerek mallarına el koyar. Böylece Mutezile fikirleri saraydan temizlenmiş olur. Şimdi İmam Ahmed için son bir imtihan başlamaktadır. Yeni Halife Cafer, kendince iyi niyetli bir şekilde davranarak İmam Ahmed’e itibarını iade etmek ve bunu yapabileceği en şaşalı şekilde yapmak ister. İmam Ahmed’i saraylarda ağırlar, önüne sınırsız taamlar döker fakat onun bunların hiçbirinde gözü yoktur. Kendi sözleriyle o, daha 15 yaşındayken dünya nimetlerini boşamıştır. Kelimenin tam anlamıyla ömrünün son günlerini son derece zengin bir “kral” gibi geçirebilecekken kuru ekmekten ve bir yudum sudan vazgeçmez. Sonunda Halife Cafer de durumu anlar ve istemeden yaptığı bu “iyi niyetli” zulme bir son vererek İmam’ı kendi halinde bırakır. Onun varlığını bir nimet olarak görür ve sürekli halini hatırını sordurarak hürmet etmekten geri durmaz.

Gördüğü zulümden, yaşadığı hayattan, sürekli kafasını ilimle meşgul etmekten yorgun düşen İmam Ahmed b. Hanbel akranlarına göre belki de genç denebilecek bir yaşta, 75 yaşında Bağdat’daki ömrünü geçirdiği evinde huzur içinde Hakk’ın rahmetine kavuşur.

Dizinin finalinde onun vefat anını göz yaşları içinde izleriz. Ahmed artık ölmek üzeredir, odasında yalnızdır, kapıdan, hayatında ve yetişmesinde son derece önemli bir rolü olan sevgili annesi girer. Ahmed’e doğru yürümeye başlar ve oğluna: “Nerede kaldın sevgili oğlum, neden beni bu kadar beklettin?” der.

İmam Ahmed b. Hanbel öyle büyük bir alim, öyle yüce gönüllü bir insandır ki son günlerinde ona Mutezile mensuplarının kalanlarını ne yapalım diye sorulduğunda: “Ben hepsine hakkımı helal ettim, kim olursa olsun hiçbir Müslüman benim yüzümden zulüm çekmesin” der. Asla kin gütmez, intikam peşinde olmaz. Onun bu dünyadaki tek arzusu Allah’ın rızasıdır ve O’nun rızasıyla O’na kavuşmaktır.

Allah, davası uğruna savaşan herkese rahmet etsin…

YORUM EKLE