'Dünyabizim Buluşmaları'' etkinlik dizisinin ikincisinde, 25 Kasım 2014 tarihinde Bahçelievler Necip Fazıl Kültür Merkezi'nde "Sinemanın Dünü ve Bugünü" konuşulmuştu. Senarist-yazar Tarık Tufan'ın yönettiği toplantıya konuşmacı olarak sinema yazarı Hasanali Yıldırım, eleştirmen Murat Işık ve yapımcı-yönetmen Serkan Acar katılmıştı. O panelde katılımcıların ''90’larda Türk sineması’’na dair görüşlerini alıntılıyoruz.
Tarık Tufan: Biraz isterseniz meseleyi somutlamak için yönetmenlerin üzerinden de devam edersek, 90'lı yıllar dediğimiz şey, diyelim ki Yeşim Ustaoğlu, Nuri Bilge Ceylan, Derviş Zaim, Zeki Demirkubuz gibi yönetmenlerin olduğu bir dönem. Gerçi onlardan önce de bir kuşak daha var, Ömer Kavur’ların olduğu. Biz şimdi hangi dönemi konuşuyoruz? Sizin dikkat çektiğiniz hangi dönem Serkan Işın?
Serkan Acar: Aslında bunu bence birazcık üretim ilişkileri üzerinden, üretim biçimleri üzerinden konuşmak lazım. O da şu; 90'lı yıllara kadar sinemanın kendine has, Yeşilçam'ın yaratmış olduğu bir üretim biçimi vardı. Sinema yapımcıları vardı; parası olan yapımcılar da vardı, parası olmayan yapımcılar da. Dağıtım bölgesi dediğimiz bölgeler vardı. Adana bölgesi, Ege bölgesi, Karadeniz bölgesi gibi. Parası olmayan yapımcılar, oralardan ön avanslar alıp filmler yapıyorlardı. Yani Yeşilçam’ın ekonomi politiği buydu.
Tarık Tufan: Burada bir şey ekleyebilir miyim; geçen bir vesile ile Safa Önal ile bir sinema konuşması yaptık. Şunu söyledi, o dönemde, Serkan'ın söylediği gibi bölgeler var. Marmara var, Anadolu var, Karadeniz var, Adana var, Güney var vs. Buradaki sinemacılar, dağıtımcılar, film gösteren yapılar var. Tabi epeyce sinema var o dönemde. Sinema sayısı baya fazla ve ciddi bir sektör bu yani. Diyor ki Safa Önal, gelirlerdi, İstanbul’daki yapımcılarla dönem dönem toplantılar düzenlenirdi. Anadolu’daki bu dağıtımcı ve sinemacılar diyorlardı ki, “ya işte bir komedi yapalım bu sene. Bu sene dramalar olsun, melodram olsun. Bu sene işte mizahı olan, ama draması da olan, Ediz Hun, Hülya Koçyiğit olsun” filan. “Buradan aldıkları verilerle, o senenin film üretim biçimi bir anlamda belirleniyor” demişti.
Murat Işık: Burada bir problem var, bu da toplumsal geri dönüş ve ticari kaygılarla yapılan bir şey. Benim işaret etmek istediğim şey, bu da çok sınırlı bir sinema anlayışından kaynaklanıyor.
Tarık Tufan: Serkan'ın söylediği şeye devam etmesini istiyorum oradan. Sinemanın üretim biçimi bu yani.
Serkan Acar: Üretim biçimi buydu ve bu üretim biçimi aslında 1980'lere kadar bir şekilde devam etti yani. Değişik krizler yaşadı, televizyonun ortaya çıkması en büyük kriz 70'lerde. Onun akabinde işte 1980 öncesindeki sokak olayları sinema seyircisini biraz geri çekti, ‘80 sonrasında televizyonun daha yaygınlaşması, video sektörü ama üretim ilişkileri ve biçimi bu şekilde devam etti. Fakat 90'lı yıllarda bu üretim biçimi çöktü. Onun da en büyük sebebi şu ki, izleyici tamamen çekildi ve o dönem Turgut Özal çok ciddi bir sübvansiyon yaptı Hollywood filmlerine. Normalde Türkiye sineması biraz daha korumacıydı. Mesela bugün Fransız sinemasında ya da dünyanın başka ülkelerinde ciddi bir korumacılık var. Fakat Türkiye sinemasında o korumacılık kaldırıldı ve Amerikan tekelleri dağıtım alanına hâkim oldular. Zaten krizde olan Türkiye sineması da tamamen çöktü. Özel televizyonlar açılmaya başlandı ve aslında o Yeşilçam anlatı geleneği birazcık özel televizyonlarla insanların dünyasına girmeye başladı.
Ben 1995-96'lı yıllardan itibaren asistanlık yaparak başladım bu işlere. 1996 Antalya Film Festivali’nde film bulamıyorlardı, 7 tane film çıkmadı yani. O kadar kötü bir dönemdi. Burada ne oldu peki? Bahsettiğimiz yeni Türkiye sineması ki, 70'lerdeki yeni Türkiye sineması ile bugünkü arasında sadece belki bir film yapma özgürlüğü ve konular falan meselesinde birliktelik vardır ama üretim ilişkileri orada da aynıydı. Yılmaz Güney film yapıyordu ama o da sonuçta o dağıtımcılarla yapıyordu. Ya da çok özel bir takım paralar geliyordu. Fakat 90'lı yılların ortasından itibaren bu üretim ilişkisi tamamen çöktüğü için bu sefer film yapmaya çalışan bağımsız sinemacılar ortaya çıktı.
Burada konuyla ilgili bir kitabı da zikredeyim aslında; Zahit Atam isimli sinema eleştirmeni arkadaşımızın çıkardığı, Yeşim Ustaoğlu, Derviş Zaim, Nuri Bilge Ceylan ve Zeki Demirkubuz hakkında bir kitap: Yakın Plan Yeni Türkiye Sineması. (Cadde Yayınları: İstanbul, 2011) Bu yönetmenler 90'ların ortalarında film yapmaya başladılar. Onlar tamamen, bu var olan üretim ilişkilerinin dışında, kendi bireysel çabaları ile, biriktirdikleri paralarla, vizyona girme kaygısı olmadan, tamamen “bizim bir derdimiz var”, “bizim bir meselemiz var”, “biz film yapmak istiyoruz” diyerek yola çıktılar. Ve bu tamamen aslında şu anki sinemanın da hani yaşadığımız bütün krizlerini ya da bütün sorunlarını oluşturan en önemli sebeplerden bir tanesi. Bu, iyi bir çaba olarak görülebiliyor ama sonuçta bu bir sistem değil yani, bu sürdürülebilir bir şey değil. O sizin için bir örnekse o bunu başarmıştır ama onu örnek almak isteyen, arkadan gelen yüzlerce genç bu şekilde film yapamaz. Sonuçta bu bir endüstri, film yapıldıktan sonra bir meta değeri var. Filmi çıkarıyorsunuz piyasaya, sinemaya sokacaksınız, televizyona satacaksınız ki bir geri dönüşümü olsun ve en azından yeniden film yapabilesiniz. Yeşilçam'dan kopmasının temel sebebi bence budur.
Murat Bey “Eşkıya” filmini söyledi, Eşkıya filminin önemi şudur bence; Eşkıya filmi de Yeşilçam anlatı geleneğinin devamı niteliğinde bir filmdir, hani onun daha modernize versiyonudur, daha iyi çekilmiştir, oyunculukları vs. Ama Yavuz Turgul’u zaten yaşayan son Yeşilçam anlatıcısı olarak görüyorum ben. Eşkıya filmi sadece, yaklaşık 10-15 yıl Türk filmlerinden ayağı kesilen seyirciyi yeniden sinemalara taşıdı. Ondan sonra da zaten popüler Türk filmlerine seyirci sayısı gittikçe artmaya başladı. Ama onun bence yeni Türkiye sineması ile çok bir alakası yok. O sadece Yeşilçam’ın bugünkü hali ya da ana akım Türkiye sinemasının yeniden ortaya çıkması.
Bahsekonu tartışmanın yer aldığı kaydı izlemek için buyrunuz: