Gelecek vaad eden bir yapıt
Mustafa Emin Büyükcoşkun’un yazıp yönettiği kısa filmi Sardunya birçok ülkede ödül kazanmış olmasının yanı sıra, son dönemde siyah beyazdan renkli bir döneme giren yeni yapıtlar arasında geleceğe ümitle bakmaya sebep olabilecek filmlerden biri.
Değişmeyen tek şey değişimdi hani?
Bununla birlikte büyük ümitlerle seyredilip, filmin bir zemini olmadığı ve beklentileri karşılamadığına dair söylentiler de mevcut. Bu söylentiler çok şaşırtıcı değil elbette. Film bittikten sonra kimsenin hayatı değişmiyor çünkü. Belki de her gün yürüdüğümüz yollarda geçiyor film, hiçbir farklılık sunmuyor bize. Zira başı sonu belli, duygu tarafı taşan, yoğun ve sıkıştırılmış görselliklerle donatılmış, kurgusu, hikâyesi, biçimi içerisinde seyirciyi kaybettiren filmlerden farklı bir yapıt var karşımızda. Amerikan sinemasının ve bu sinemanın biçim, içerik örgüsüyle seyretmeye alışık olduğumuz gerek yerli gerek yabancı filmlerin sebep olduğu bir dezavantaj olarak da görülebilir bu durum.
Herşeyi içeren bir hiçlik kurgusu varlığa götürüyor
Filmin özelliklerinden biri, çok şey söylemek isteyip de hiçbir şey söyleyemeyen, biçimin, içeriğin, mesajın ve estetiğin birbiri içerisinde boğulması çaresizliğinden sıyrılmış olması. Sadeliği, mesafeli açıları, imgeleri, rüya ve gerçek arasında gidip gelen metafizik bağlantılarıyla alışkın olmadığımız ama alışmamız gereken bir dili var filmin. Karakterin duygu dünyasını çok da ele vermeyen, tabiri caizse karakteri seyirciye kolay lokma etmeyen, seyirciyi karakter ve diğer bağlantılar üzerinde düşünmeye zorlayan enfes ve bir o kadar da sade bir yapısı var. Ayrıca tekrar tekrar seyredilmesinde de fayda var.
Eleştirilmek istenen film
Korsan CD satan bir işportacının bekleyişi üzerine kurulu film. Hikaye, günlük hayatın sıradanlığında, görüntü namına çeşitlilikten uzak, sabit bir kamera açısıyla sunuluyor bize. 18 dakikalık durağan bir hikâye kimileri için Sardunya. Niye bu kadar ödül verildiği bile anlaşılamayan belki de. Tabii ki filmi anlamayanlar üzerine bir yazı yapmak değil niyetimiz.
Ancak filmi seyredip içselleştirebilenler kadar, anlamayan ve beğenmeyenleri de bir o kadar dikkate değer buluyoruz. Bu yüzden de değinmeden geçemiyoruz.
Filmle ilgili yapılan eleştirilerin çıkış noktası üzerine gidilmesi gereken önemli bir nokta çünkü; sinema hayata bağımlıdır. Öyleyse hayatla ilgimiz, zaman/mekân algımız, hassasiyetlerimiz, alışkanlıklarımız ve tabii ki beslendiğimiz kaynaklar; seyrettiklerimizin kalitesini ve değerlendirme biçimini farkında olarak ya da olmayarak etkilemektedir. Film kültürümüze dair yeni alışkanlıklar edinmek için öncelikle, kurgu içinde seyirciyi yutan hızdan, renklerden ve hareketten biraz uzaklaşmamız gerekir.
Sinema hayatın neresinde?
Ayrıca, son zamanlarda gündemimizi oldukça meşgul eden “Türk Sineması”nın içinin nasıl doldurulacağı, bugün Türk Sineması deyince ilk akla gelen isimlerin Türk Sineması’nın neresinde yer aldığı ve bizde karşılığının ne olduğu üzerine ciddi, sarsıcı, alışkanlıklardan koparıcı sorular sormak gerekiyor. Mustafa Emin’in filmi zaman/mekân algımız, hayatı ve yaşanışını anlamlandırma noktasında sinemayı önemseyen ve henüz önemsemeyenler için iyi bir başlangıçtı. Hep birlikte bu yürüyüşün devamlı olmasını dilemeliyiz..
Hatice Büşra Şimşek dileğinin gerçekleşeceğine inandı
GYY'nin notu: Siz bu haberi okurken Mustafa Emin Avrupa'da bir film festivaline doğru yol almaktadır.
Buyrun filme:
mustafa emin çabuk dön festivalden. elimde senaryo var kısa deneysel