“Sakın ol ha, insanoğlu /İncitme canı, incitme/Her can bir kalp Hakk’a bağlı/İncitme canı, incitme’’ yazıyor Bozkırın tezenesi Garip Neşet Ertaş’ın Bağbaşı Mezarlığı’ndaki mezar taşında.
Mezarlıktan yola çıkıp sarı sessiz bozkırda yarım saat yol alıyorum sonra. Kızılırmak’ın yanından geçiyorum, sessiz mi akıyor yoksa dünyanın uğultusuna alışmış kulaklarımızın duyamayacağı bir sesle kendi halince Allah’ı mı zikrediyor akarken… Öyle ya Molla Kasım zamanın birinde, Hazreti Yunus’un şiirlerinin bulunduğu üç divanı almış eline. Bin şiirin bulunduğu birinci divanı okumuş, molla aklı ile şiirleri dine uygun bulmayıp akarsuya savurmuş ikinci divanı okumuş, Burada Yunus’u günah işlemekle, şirke düşmekle itham etmiş, bu divanı da yakıp küllerini havaya savurmuş. Üçüncü divanı alınca eline Yunus’un “Derviş Yunus bu sözü/Eğri büğrü söyleme/Seni sigaya çeken/Bir Molla Kasım gelir” mısraları ile karşılaşır ve hatasını anlar ama iş işten geçmiş iki bin şiir kaybolmuştur. Yunus Emre hakkında çalışan hocalarımızın birçoğu bu menkıbeyi zahiri bilgileri edinmiş ama hakikat bilgisi edinememiş hocaların yerildiği bir menkıbe olarak değerlendirirler. Fakat Arif Nihat Asya daha dikkat çekici bir şekilde yorumlar bu menkıbeyi. Ona göre Yunus’un şiirlerini okuyan kişinin adının Kasım olması tesadüf değildir. Kasım; taksim eden, ayıran anlamındadır. Menkıbede de Molla Kasım adaleti sayesinde Yunus ‘un şiirlerinden ırmaktaki balıklar da havadaki kuşlar da payını almıştır. Her canlının kendi dili ile Allah’ı zikrettiğini biliyoruz belki Anadolu’muzun ırmağı ve kuşu da tıpkı Anadolu insanının yüz yıllardır yaptığı gibi Yunus şiirleri ile Allah’ı zikrediyor. Sarı çiçekler “Annem babam topraktır” derken Kızılırmak ise şol cennetin ırmaklarının dünya üzerindeki bir numunesi olarak “Allah” deyu akmaktadır. Bu düşünceler ile geçtim Kızılırmak’ın yanından. Bir süre eşlik etti yoluma Kızılırmak. Sonra Kızılırmak’ın can verdiği bozkır boyunca gittim. Çok değil yarım saat en fazla. Ulupınar Kasabası civarında bir ulu tepedeyim şimdi. Kuş uçmaz kervan geçmez bir tepe. Hazreti Yunus’un makamlarından biri burada. Türbenin hemen yanındaki caminin imamı, yarısı okunmuş yarısı kulaktan dolma edinilmiş bilgiler ile Yunus’un gerçek kabrinin burası olduğuna ikna etmeye çalışıyor beni. ‘’Hocam hemen aşağıda Çilehane var, yarım saat mesafede Hacı Bektaş var, öte tarafta Taptuk Emre Köyü var. Yunus hepsine uğramış, muhakkak burada yaşayıp burada defnedilmiş olmalı’’ diyor. Daha önce Ünye’deki türbeye uğradığımda da benzer şeyler yaşamıştım. Manisa yahut Eskişehir’e de gitsem farklı bir şey olmayacak. Adeta Yunus ölmemiş yaşıyor oralarda. “Ölen hayvan imiş, âşıklar ölmez” mısraına can veriyor Anadolu insanının hali. Her şehirde bir türbe, her yeni doğumda bir Yunus Emre. İnanmak istiyorum imama. Öyle ki Yunus Emre gibi bir Türkmen kocasına ancak böyle ulu bir tepenin başında kuldan uzak Allah’a yakın bir makam yakışır. Türbenin yanına yaklaşıyorum, kimseler yok çok şükür. Sırtımı türbenin duvarına dayıyor ve önümde uzanan sessiz bozkıra bakıyorum. Yunus, “Hor bakma toprağa/Toprakta neler yatar?/ Kani bunca evliya/Yüz bin peygamber yatar’’ mısralarını bu bozkıra bakarken yazdı belki de.
Sessiz sarı bozkır nice mısraları getiriyor aklıma. Kimseler yok, bir ulu tepenin başındayım. “Göçtü kervan kaldık dağlar başında” diye başlıyorum. Börtü böceğin, kuşun çiçeğin ve rüzgârın zikrine karışıyor sesim. İmdi ey okuyucu Neşet Ertaş’ın mezarında başlayan seyahat bizi Yunus Emre’nin makamına getirdi. Neşet’in mezar taşında yazan mısralar gelsin şimdi aklınıza. Bir de Yunus’un “Dost’un evi gönüllerdir /Gönüller yapmaya geldim” deyişini hatırlayın. Yunus Emre hazretleri ile Neşet Ertaş’ın aynı bozkırda yatması ne hoş tevafuk. İnsanın gönlünü geniş kılan bozkır mıdır yoksa?
Bozkır sadece bir bitki örtüsü değil…
Anadolu’da bozkır; insanın Allah ile toprak ile memleket ile yâr ve ağyar ile ilişkilerini anlatan bir tavrın duruşun da adı aynı zamanda. Öyle ya Hacı Bektaş’ı Veli’ye, Mevlana’ya, Ahi Evran’a, Yunus’a, Neşet’e, Âşık Veysel’e gönlünü açan bozkır, bizim bozkır. Köyün köylünün de yurdu bozkır. Ama nedendir bilinmez bozkır da köylü de modernitenin insafsız saldırılarına maruz kalıyor uzun zamandan beri. “Köylüleri Niçin Öldürmeliyiz?” ile başlayan bu bozkır antipatisi internet üzerinden yayın yapan kimi medya organlarının bozkırda çekilen vurdulu kırdılı film ve dizileri ile devam ediyor. Bozkır kusursuz değil muhakkak. İnsan her yerde insan hataları ile bir de buna üzerimize tüm gücü ile saldıran ve ne yazık ki bir savunma hattı kuramadığımız modernite eklenince bozkır da bir şeyler kaybetti samimiyetinden. Ama her şeye rağmen bin bir güzelliği saklamaya devam ediyor, koruduğu bir ruh var. İşte Yunus Emre Hazretleri’nden payına bir hissiyat düşürmeyi başarmış Neşet Ertaş da. İnsanlar yaşadıkları coğrafyaya kimliklerini ve ruhlarını bırakırlar. Hele Yunus Emre gibi bir şahsiyetten bahsediyorsak burada, Anadolu toprağının savaşlar ile açlık ile yoğrulduğu bir demde yoğrulan hamura ilahi bir nefes üflemiş o. O ilahi nefes ki Moğol ve Haçlı saldırıları karşısında savrulan Anadolu insanına ferahlık vermiş. Hamurun tam da yoğrulduğu zamanda üflenen o güçlü nefes, bin yıl geçse de kendini gösteriyor yer yer. Neşet Ertaş bir derviş değil, bir Allah dostu da değil. Ama bugün şarkı diye dinlediğimiz metal sesleri arasına sıkıştırılmış o boş sözler ile Neşet’in türkülerini karşılaştırınca onun Yunus’un nefesinden nasiplendiğini söylemek hata olmaz. Bozkır işte bu güzellikleri saklıyor hâlâ.
Kötülüğü, yanlışı dillendirmek yerine güzeli yaymak daha uygun. Birileri bozkırın, Anadolu’nun hatasını, eksiğini yaymaya gayret gösterirken “bizim diyarımız da binbir baharı saklar ‘’ diyerek izleyici ile buluştu Gönül Dağı adlı dizi. İsmiyle dikkat çekti önce dizi. Neşet Ertaş’ın bir türküsünün ismini taşıyordu. Hem o öyle bir isim ki Neşet Ertaş vefat ettikten sonra kimsenin onu gibi telaffuz edemediği bir isim. Denilebilir ki Neşet Ertaş’ın vefatı ile Türkçe bir ses kaybetmiştir artık. Yunus’un “hepsinden iyice bir gönüle girmektir”, “bir kez gönül kırdın ise”, “gönül Çalab’ın tahtı”mısralarındaki Gönül’ü bize hatırlatan üzerine çok konuşulan bir türkü Gönül Dağı.
Geçtiğimiz yıllarda Türkçe ders kitabında Neşet Ertaş ile ilgili bir okuma metni vardı. İki ders saati boyunca Neşet Ertaş’ı, türküleri konuşmaya çalışmıştım çocuklarla. Çocukların ve gençlerin bu konudaki farkındalığının yüksek olduğunu söylemek doğru olmaz. Ama şimdi öğrencilerimin Gönül Dağı dizisini izlediklerini görüyorum. Dizinin senaryosu, “Bozkırda Altmışaltı”, “Ah Mercimeği”, “Adem’in Kekliği ve Chopin” kitaplarının yazarı Mustafa Çiftçi’nin hikâyelerinden esinlenerek hazırlanıyor. Mustafa Çiftçi’nin ve TRT’nin burada çok önemli bir vazifeyi ifa ettiğini söyleyebiliriz. Neşet Ertaş’ı, türküleri hiç tanımayan, gitarı bağlamaya tercih eden ille de Batılı, şehirli olmayı isteyen gençlere binbir güzelliği ile Anadolu’yu anlatıyor diziyi. Şimdilerde yaşını almışların yüreklerini dağlayan bir türküyü unutulmayacak şekilde bir dizinin ismi yapıyor. Geleneği yaşatıyor. Dizinin izleyicin ruhunda, düşüncesinde, gönlünde bir yere dokunduğu TRT tarafından paylaşılan izlenme istatistiklerinde de görünüyor.
Dizinin Anadolu’yu, bozkırı ne kadar samimi ve içerden anlattığını evde izlerken de fark ediyorum. Öyle ki peşime düşüp Kırşehir’den Karadeniz’e gelen eşim diziyi gözleri yaşarmadan izleyemiyor. Dizide Anadolu’nun türküleri, tertemiz yar sevmeleri, fedakârlığı, komşuluğu, mahalle kültürü, hayalleri var. Özelikle Ciritçi Abdullah ve Serdar karakterlerini önemsiyorum ve burada bir iki cümle etmekte fayda görüyorum. Ciritçi Abdullah’ı, Deli Yürek’in Kuşçu’suna, Kurtlar Vadisi’nin Ömer Baba’sına benzetmek mümkün. Senaryonun olağan akışı, koşturmacası içerisinde kahramanlara Hakk’ı, hakikati anlatan ve senaryo içerisine çok kıymetli bir hassasiyetle yerleştirilmiş karakterler bunlar. İsmini saydığım dizilerde bu karakterlerin yer almasında merhum Ömer Lütfi Mete’nin hakkı var muhakkak. Kendisine rahmet dileyelim. Bu tutum düşünce dünyamızdaki hikâye anlatma geleneğine dayanıyor ve ucu neredeyse Dedem Korkut’a kadar uzanıyor.
Gönül Dağı dizisinde ise amcaoğullarının dedeleri olan Ciritçi Abdullah hikâye anlatma geleneğini sürdüren bir kahraman olarak karşımızda. Ancak hayatını idame ettirecek kadar dünya işi ile meşgul arta kalan zamanlarını toprağa, hayvanlara ve tefekküre ayırmış bir bozkır bilgesi Ciritçi Abdullah. Bin yıldır bir an olsun eksik olmayan bozkır bilgelerinden biri. Dede Korkut’un, Yunus’un dizide yer bulmuş hali belki de. Nasıl Yunus; savaşa, açlığa, işgale maruz kalmış Anadolu insanına yol gösteriyorsa Ciritçi Abdullah da Gedelli halkının dertlerini dinliyor, hikâyeler anlatıyor, onları tefekküre davet ediyor. Dizideki her oyunca Ciritçi Abdullah’ın muhatabı olmakla birlikte, o en çok yolu büyükşehirden bozkıra düşmüş Serdar ile ilgileniyor. Serdar zengin, hırsları olan dünya telaşı ile meşgul bir iş adamı. Dizinin başrol oyuncusu Dilek’i seviyor ya da hırsla ona sahip olmak istiyor demek daha doğru. Neşet’in ifadesi ile rızasız bahçenin gülünü dermek istiyor. Bir gönlü olduğunu çoktan unutmuş. Onca varlık var iken gönül darlığı gitmiyor haliyle. Hanesi mamur olmadığı için padişah da konmuyor sarayına. Hırsları ile bozkıra geliyor Serdar ve bozkırın sürüp giden dinginliğini bozuyor. Tam burada Ciritçi Abdullah ile yolu kesişiyor Serdar’ın. Ciritçi Abdullah tavrı ile, sözü ile, mütevazı hayatı ile bir kalbi olduğunu hatırlatıyor Serdar’a. Yola çıkıyorlar beraber, yol terbiye ediyor Serdar’ı. Kâh türküler ile kâh Yunus Emre’nin şiirleri ile yeni bir dünyayı gösteriyor Ciritçi Abdullah, Serdar’a. Özellikle dizinin on birinci bölümünde bozkırda yanan bir ateşin başında Ciritçi Abdullah’ın, Serdar’a hitaben Yunus Emre’nin “İşitin ey yarenler” şiirini okuması yazı boyunca Yunus Emre’ye yapılan atıfların en somut hali.
Dizinin gelenekle, Anadolu’ya ruh veren Allah dostları ile bir bağ kurmamıza vesile olması, şehirli olup çoktan unuttuğumuz mahalleyi, köyü hatırlamamıza vesile olmasını diliyorum.
Enes Akçay
Eline gonlune saglik oglum cok guzel anlatmissin bende bir gunul dagi izleyicisiyim her zaman boyle dizilere yer verilmesini cok istiyorum herkesin yuregine saglik