Bir film insanın canını ne kadar yakabilir?
Bir film hayatınıza ne kadar derin bir yara açabilir?
Bir bedeli ödemenin karşılığı hangi durumlarda canınız olabilir?
Kefaretleriniz var mı kefaret oruçlarından başka?
Will Smith piyasa filmlerini bırakıp iyilik abidesi olmaya mı hazırlanıyor?
Yukarıdaki sorular Seven Pounds'u seyrettikten sonra aklıma gelen ilk sorular. Film'in afişine bakanlar Wıll Smıth'i gördüklerinde ya komedi ya da aksiyon filmidir diyerek önyargılı yaklaşabilirler. İlk anda ben de bu filmi seyretmenin bana bir şeyler katmayacağını, hele ki Wıll Smıth gibi bir oyuncu varsa eh işte iki saatimi yerim, diye düşündüğüm bir an oldu. Ancak, filmi alıp, eh seyredeyim, dediğimde işler değişti.
Ağlamayı uzun zamandır unuttuğumu anladım filmi izlerken.
Sağdan, soldan, ekrandan insanın üzerine bir “iyilik” bombardımanı geliyor. Modern kafamız bu işte bir hinlik artamıyor değil. Zira, kendisini iyiliğe vakfetmiş bir kapitalist insanda şüpheler uyandırıyor. Bu modern Hızır da nereden çıktı? diyorsunuz. Ama film ilerledikçe kazın ayağının başka türlü olduğunu anlıyorsunuz.
Çok zengin bir adam, kendi dünyasından ve paradan başka bir şey görmeyen( haksızlık olmasın, karısına olan aşkı da var), alabildiğinde güç gösterisine amade bir kuşatılmışlık, pahalı arabalar ve hayatını tam ortasından bıçak gibi kesen bir kaza.
Bir trafik kazasına sebep olup en sevdiği insanı ve onunla birlikte altı kişinin de ölümüne sebep olan kahramanımız kendisini bir kefaret olarak sunuyor. Bu kefarette para, mal-mülk ya da ne bileyim işte, yardım etmek değil, doğrudan kendi canını ortaya koymak var.
Dünyada o kadar çok acıu var ki acı çektiğimizde bu gerçeği hatırlayacak kadar unutkanlaştık. Seven Pounds/ Yedi Yaşam bu gerçeğin en güzel örneklerinden. Yaptığı hata sonunda “muhtaç ve umutsuz” insanları arayıp bulan kişi biraz da bizlere benzxiyor. Darda kalmadıkça darda olanları hatırlamamak.
Son bir yıldır yardım kuruluşları üzerinden siyaset yapanların özellikle seyretmesi gereken bir film Seven Pounds. Zira, kanser olan, organ nakline ihtiyacı olan, şidete maruz kalıp kimselere şikayette bulunamayan o kadar çok insan var ki bu insanları bulup yardım edenlerin de elleri kolları bağlanıyor üzerlerine atılan çamurlar yüzünden.
Filmde “iyilik” insanî ve de su kadar gerekli olduğu dramatik bir biçimde anlatılıyor. İyiliğe verilen anlamların da sorgulandığı, iyilik yapanların aptal-meczup ya da çıkar için hareket eden insanlar olarak görüldüğü körleşme zamalarında bu tarz filmlere ihtiyacımız var.
Kendi nefsinden geçmek hem somut hem de soyut anlamıyla dile gelmiş, karşımızda duruyor sinemanın o dokunaklı ve etkili dünyasında.
Ağlamak, kefaretlerinizi hatırlamak, içinizdeki yaralılara ve yardıma muhtaç yanlarınıza bakmak istiyorsanız bu filmi mutlaka seyeretmelisiniz.
Ayrıca, ötenazi, organ bağışlamak, ötekini kendinden çok düşünmek, susmak, insanları sınamak gibi tartışmalı konular hakkında da bir şeyler bulacaksınız bu filmde. Wıll Smıth Yedi Yaşam'la hayatının iyiliğini yapmış gibi duruyor sinema ekranında.
En baştakisorulara dönersek; bir film insanın canını hakikat kadar acıtamaz! Ama o acıyı hissettirir. Filmler belki hayatımızda derin yaralar açamazlar ama o yaraları hatırlatıp, insan olmanın acısını ve güzelliğini yüzümüze vurabilirler. Bir bedel ödeme bahsine gelince; hatanın bedeli her ne ise verilmesi gerekir, bu bir can olsa bile! Kefaret oruçlarımızdan başka o kadar çok kefaretimiz var ki; kendi adıma bu kefaretleri şimdi ödemeye başlasam ömrümün yetmeyeceğini düşünüyorum.
Wıll Smıth iyilik abidesi olmaya çalışmamış; güzel icra etmiş rolünü.
Filmin fragmanını izlemek için: //www.kitabul.com/?git=video&fid=72&ktg=sinema
Zeki Bulduk yazdı
filmi dün izledim sıkıcı yanları olsa da hikayesi iyiydi mecburiyetten serpiştirilmiş aşk sahneleri de olmasa doğu filmi diyebilirsiniz;)