İnsan, bir başkasına âşık olabilir mi gerçekten? Yahut şöyle soralım, âşık olduğumuz kişiye mi âşığız aslında? Metin Erksan’ın Sevmek Zamanı filmini izledikten sonra akla üşüşen sorulardan bazıları bunlar… 1965 yapımı siyah beyaz film, dönemi itibariyle oldukça ilginç ve cesur bir deneme… Sevmek Zamanı, aşkın surete mi yani muhayyilede yaratılan sevgiliye mi yoksa etiyle kemiğiyle, bizatihi kendisi olan bir başka insana mı duyulduğunu zarif ve bir o kadar da cesur bir üslupla sorgular.
Surete âşık olmak…
Aslında bizatihi maşukun kendisine âşık olmamak, bize pek de yabancı gelmez. Zira hem mesnevilerimizde, hem de doğunun kadim masallarında buna benzer motifler görmek mümkündür. Genellikle tek evlat olan gözde bir şehzade, rüyada gördüğü bir kıza âşık olur… Yahut namını duymuştur bir güzelin de, kulaktan yol bulur sevda gönlüne. Bazen de sevgilinin bir sandık içinde gizli resmini görmek cezp eder âşığı. Her halükârda aşk, bir bedene ihtiyaç duyurmaz sevdalıyı kendine ram etmek için…
“Resminle benim arama girme!”
Filmde de benzeri bir durum söz konusudur. Halil, boyamak için girdiği Büyük Ada’daki köşkün bir odasında, duvarda asılı olan resmi görür ve o resme âşık olur. Resme âşık olur, diyorum; zira resimdeki kız da bu durumu öğrenip, ona aşkını sununca, tam olarak zikrettiği şey bu olur: “Resminle benim aramdaki bir mesele seni ilgilendirmez ki… Ben senin resmine âşığım. Resmin sen değilsin ki… Resmin benim dünyama ait bir şey… Ben seni değil resmini tanıyorum. Belki sen benim bütün güzel düşüncelerimi yıkarsın… Hayır, benimle resmin arasına girme, istemiyorum seni. Ben senin yalnız resmine âşığım…”
Sevgili de aşka dâhil olmak için uğraşmalı!
Bu ifadelerden anlarız ki geleneğin aksine, filme göre maşuk, aşkın tabii bir maliki değildir. En az âşık kadar, maşuk da o aşka dâhil olabilmek için uğraşmalı, ıstıraba talip olmalıdır. Zira aşk içinde maşuk da bir âşık olarak eriyebilmelidir. Bu durumda kendi sureti bir rakip olur maşuk için… Seven, onu değil de suretini sevebilir. Çünkü bir sureti sevmek, hakikati sevmekten daha kolaydır, daha az acıtır. En azından hayal kırıklığına uğratmaz.
) |
Filmde Halil, işte tam da bu hayal kırıklığına uğramamak ve aşkının yitip gitmesine mani olmak gayretiyle kaçar Meral’den. Şem ile Pervane hikâyesindeki roller adeta değişir. Halil kaçar, Meral kovalar… Bu sırada elbette Meral’e âşık olan bir başkası daha vardır. Klasik rakip… Fakat kişinin kendi sureti kadar kuvvetli bir rakip olabilir mi dışarıdaki? Birinde eksiğiyle gediğiyle bir başkası, bir insan… Diğerinde tüm kusursuzluğu bir resimde yahut gelinlik giymiş bir maket mankende tecessüm eden bir hayal…
Maşuk âşık’a dönüşünce…
Fakat âşık, sevgiliden, onun aşkını kaybetmek korkusuyla ne kadar kaçarsa kaçsın ve ne kadar sığınırsa sığınsın suretlere, maşuk da bir âşığa dönüştüğü vakit –ki hakikatte sevgi, belki de maşuktan âşığa doğru seyretmektedir- nihayet bir bir suya verilir tüm iki ve üç boyutlu suretler… Resme ve mankene bakarak aheste aheste kayığın küreklerine asılan Halil, karşısında gelinlikler içinde –rakip karakterle kıyılacak nikâhından kaçan- Meral’i görünce, onun aşkına sadakatinden emin olur. Onu da kayığa bindirir ve bu dünya ile olan bağları, topraktan ayak çekerek bir nebze azalır. Meral resmi ve mankeni suya verip kendi aslını bu aşka galip kılarken, hakikatte kendisi de biraz hayal olmuştur.
Fakat putların bir bir kırılması da yetmez bir aşkı ölümsüz kılmaya… Dedik ya, bedenlere muhtaç olmadan ilan etmek ister hükümranlığını aşk ve ancak faillerinin de ölümüyle ölümsüzleşebilir zira… Şu halde, bir rakibin kurşunu, azat eder aşkı…
Hakikatte ancak, ölmekle başlar “sevmek zamanı” …
Ayşe Leyla Uysal ‘ete kemiğe bürünenlerden kaçmalı’ diyor
maşuk! bırak gönül özgürleşsin, aşkı tayin etsin.