Bu yazı, “Bay Morris Lessmore’un Uçan Fantastik Kitapları” [The Fantastic Flying Books of Mr. Morris Lessmore] ile ilgili. Bu hikâye öyle güzel bir hikâye ve tüm dünyada o kadar ilgi uyandırmış ki hem kitabı, hem animasyon filmi, hem de tablet uygulaması var aynı hikâyenin. Bu yazıda biz animasyon filmini ele alacağız.
15 dakikalık kısa metrajlı bu animasyon, 84. Oscar Ödülleri’nde ‘Kısa Metrajlı Animasyon Filmi’ dalında ödüle layık görüldü. Hikâyenin yazarı tüm dünyada illüstrasyonlarıyla meşhur birisi: William Joyce. Kapaklarıyla ünlü New Yorker dergisinin pek çok kapağına imza atan Joyce, sevimli karakterlerle dolu Buz Devri animasyonunda da birden fazla karaktere can veren kişi. Animasyonun yönetmen kadrosunda da Brandon Oldenburg ile William Joyce’u görüyoruz.
Pamuk şeker tadında bir animasyon
William Joyce’un hikâyesi sadece animasyon filmi olarak değil, çocuk kitabı olarak da uygulama olarak da çok beğeni toplamış ve eleştirmenlerden tam not almış. Bu tabii ki sadece hikâyenin iyi olduğunu gösterir, animasyon Oscar’ı alması için yeterli bir sebep değil ancak yazan ve yöneten kişi/ler yetenekli olduklarından ortaya çok güzel, insanı bir yandan hüzünlendiren bir yandan da umutla dolduran pamuk şeker tadında bir animasyon filmi çıkmış.
Filmimiz sıkıcı kahverengi takımıyla bir otel odasının balkonunda kitap yığınının arasında günlüğüne yazı yazan kahramanımız ile başlıyor. Kendi evinde değil de, bir otelde kalıyor Bay Morris Lessmore. Kahramanımızın ismi İngilizce bilenlerin muhakkak dikkatini çekmiştir; Murat Menteş’in kitaplarında gördüğümüz kelime oyunlu isimlerden biriyle karşı karşıyayız. “More is less. Less is more.”u doğrudan çağrıştıran bir isim seçmiş hikâye yazarımız, yani “Çok azdır; az ise çok.” Sadelik ve yalınlığın vurgulandığı bu söze, özellikle minimalist yaşam meraklıları epey aşinadır.
Can çekişmekte olan bir kitabı ameliyat etmek ve hayata döndürmek
Bu şekilde Bay Lessmore balkonda oturmuş günlüğüne bir şeyler karalarken aniden fırtına çıkar ve bu güçlü fırtına kitaplardaki harflere varıncaya kadar her şeyi yerinden söker atar, uzak diyarlara uçurur. Kahramanımız artık her şeyin ters yüz olduğu, siyah beyaz bir dünyadadır. Yerlerde yırtık kitaplar, yazıları silinmiş sayfalar…
Ne aradığını bilmez bir halde oradan oraya avare bir şekilde dolanan Morris Lessmore, havada kitaplarıyla birlikte uçan bir kız görür. Kendisinin griliğini vurgularcasına kız capcanlıdır ve kahramanımıza uçan bir kitap hediye eder. Böylece Morris’in hayatına kitaplar tekrardan girer, okudukça kendisi de siyah-beyaz halinden kurtulur ve hayata/renklere kavuşur. Kitaplarla dolu, kitapların yaşadığı, piyano çaldığı, uçtuğu, akla hayale gelmeyecek işler yaptıkları bir evdedir artık. Hatta bir sahnede onu can çekişmekte olan bir kitabı ameliyat ederken görürüz. Yırtık sayfalarını onarmasına rağmen kitap hayata dönmeyince kitaptan birkaç satır okur ve kitabın kalp atışlarını duyarız; artık hayata dönmüştür. Kitapların ömrünü hitama erdiren artık okunmamak, bir köşeye atılıp hatırlanmamaktır…
Bay Lessmore’un hayatı sadece kitaplarla ilgilenmekle geçmiyor, aynı zamanda kitaplarla meşgul olmadıkları, kitap okumadıkları için hayatları monotonlaşmış, adeta yaşamayan, animasyonda da karikatürize bir şekilde siyah beyaz olarak resmedilen insanlara kitap hediye ederek onların hayatına “renk” katıyor. Sadece kendi kitabını yazmakla kalmıyor, başkalarının da kendi hayat kitaplarını yazmalarına imkân sağlıyor.
İnsanlardan uzak, kitaplarla dolu bir ömür
Burada dikkat çekici bir diğer nokta, Bay Lessmore’un günlüğüne, yani kendi hayat kitabına yazdığı cümleler. Diyor ki Lessmore, “Hayattan zevk alıyorsak, yine de hayatın bir anlamı olması gerekli mi?” Bu cümle, filmi çocuk filmi yapmaktan çıkarıp yetişkinlere hitap eden bir film yapan şey. Burada ‘hayatın anlamı’ kavramını irdelemek gerekir. Kitaplarla haşır neşir bir ömür geçiren, onlara hayat vermek ve diğer insanlarla buluşturmak için hayatını vakfeden bir kişinin hayatının anlamı olmadığını iddia edemeyiz. Burada kastedilen bana kalırsa büyük fikirlerden sıyrılıp hayatın mütevazı bir şekilde keyif alınarak yaşanması ‘gerektiğine’ dair vurgu.
Karakterin ismi ile birlikte düşünüldüğünde yalın bir hayat yaşamak ile ilgili bir alt metni olduğunu hissediyoruz filmin. Buradaki mana belki de, kitaplarla dolu bir hayatın ne kadar mutluluk ve huzur verici olduğu, huzurdan da öte insana verdiği tatmin duygusu. İnsanın içindeki okyanusun dalgalarını dindiren, onu sütliman hale getiren bir durgunluk… Kalpler ancak Allah’ı anmakla mutmain olur amenna, bunun farkındayız hepimiz. Yine de belki de insanlardan uzak, kitaplarla dolu bir ömür de buna yakın bir huzura ulaştırır bizleri.
Bay Lessmore’un seyr-i sülûku
Hindistanlı bir mürşid, seyr-i sülûku, nefs-i mutmainnenin Allah kelimesindeki h’nin kıvrımında dinlenene kadar yaptığı “Allah ism-i şerifinde yolculuk” olarak tanımlıyor. Bay Lessmore’un hikâyesi de buna benzer. Kendi kitabını yazmaya verdiği önem ve iç yolculuğu, nihayetinde kendi kitabına “son” [the end] yazması ve mütevazı bir şekilde kenara çekilip bu ‘kutsal’ görevi başka birine bırakması, mutmain olmuş bir nefsin hikâyesini hatırlatıyor.
Dilara Yabul
Filmi izlemiştim. Yazınızı okumak ayrı bir keyif kattı, çok güzel anlatmışsınız. Film değerlendirmelerinizin devamı dileğiyle