Gazetelerin sanat etkinliklerini konu alan sayfalarını karıştırırken ilanıyla karşılaştığım ‘Setan Jawa’ adlı siyah beyaz filmin galasına bilet bulma girişimim olumlu sonuçlanmıştı. 2 Eylül Cuma akşamı basın mensuplarının davet edildiği ve bir anlamda prova olarak da değerlendirilecek gösterimi kaçırsam da, ertesi gün yani Cumartesi akşamki gösterime aynı biletle giriş imkânı bulmak büyük bir şanstı. Hafta sonu olmasına rağmen, bir dizi görüşmelerle yoğun geçen günün akşamında, başlayan yağmurla birlikte Cakarta’nın bir ucundan motosikletle hızla yol alarak şehrin merkezinde Taman İsmail Marzuki Sanat Merkezi’nin fuayesinde kendimi buldum. Şehrin gündelik koşuşturmacası içinde pek de karşı karşıya gelinmeyen farklı bir kitlenin doldurmaya başladığı salonda ben de ikinci katta yerimi aldım. Salonun neredeyse tamamı doluydu ve film prodüktörü büyük bir heyecanla film üretim sürecinden bahseden konuşmasını yapıyordu.
‘Setan Jawa’, yani ‘Cava Şeytanı’ adını taşıyan siyah-beyaz filmde Cava mitolojilerinden biri olan ‘Pegusihan’ perdeye aktarılmış. Bir hedefe ulaşmak için ‘şeytanla’ yapılan anlaşma veya bir başka deyişle şeytana ruhunu satma denilebilecek ‘Pegusihan’ anlayışı bir mitolojik öge olmakla geçmişe bağlanırken, bugün dahi pratiğe dökülmesiyle varlığını sürdürüyor. Endonezya sinema tarihi açısından bu sessiz filmi ayrıcalıklı ve bir ilk kılan ise, filme genişçe sahne üzerinde yer alan canlı bir orkestranın eşlik etmesiydi. Bu siyah-beyaz sessiz filmle Ada’nın kadim dini-kültürel yapısını farklı bir boyutta izleme imkânı bulurken, sessizliği ‘bozan’ ise genişçe sahneyi kaplayan Orta Cava’nın geleneksel müzik enstrümanları eşliğinde eşsiz bir ziyafet veren orkestra oldu. Yaygın adıyla ‘gamelan’ olarak bilinen enstrümanlar mistik yoğunluğu artırırken, perdede akan hikâyeyi seyircilere aktaran ise ikisi erkek üçü kadın hikâye anlatıcılarıydı. Tabii ‘hikâye anlatıcısı’ derken burada yeksenâk bir konuşma değil, aksine -bir benzetme yapmak gerekirse- tastamam opera sanatçıları anlaşılmalı.
Filmde akademisyenlerden sanatçılara geniş bir kadronun emeği var
Çalışma 1992 yılından bu yana faaliyet gösteren ve son derece zengin Endonezya kültür değerlerini yeni nesle ve dünya kamuoyuna aktarmayı hedefleyen Bakti Budaya Djarum Foundation’ın katkılarıyla hazırlanmış. Bu anlamda “Cava Şeytanı”, aralarında Endonezyalı ve Avustralyalı akademisyenlerin, araştırmacıların, yerel-geleneksel etnik sanatçıların da yer aldığı geniş bir kadronun el birliğinin ürünü. Filmin yönetmeni ise Endonezya film sektörüne 35 yılını vermiş ve halen genç ve dinamik olan Garin Nugroho. Yönetmen Garin, gerek konuşmasında gerek kaleme aldığı tanıtım yazısında Cogcakarta’da doğup büyümüş biri olarak bu bölgenin zengin mitolojik değerleri ve müziğiyle hemhal olurken, bu sessiz film ve ‘Şeytan’ örneğinde olduğu gibi Batı’da üretilen ‘Nosferatu’ ve ‘Metropolis’e atıf yapmaktan da geri kalmıyor.
Film, bir köyde orman ürünleriyle geçimini sağlayan genç bir erkeğin soylu bir kıza aşkını konu ediniyor. Bu aşkı metafizik plândan fiziki plâna taşımada rol üstlenen ise ‘Şeytan’ oluyor. Bu gencin normal şartlarda gerçekleşmesi mümkün olmayan evliliğini, ‘şeytan’a başvurarak gerçekleştirmesi etrafında dönen bir yapım. Sömürge döneminde sömürgecilerce el üstünde tutulan, varsıl bir konumla ‘derebeylik’ düzeninde yol tutan ‘soylu’ bir aileye mensup genç kız, kibri her haline yansımış annesi ve kendilerine eşlik eden iki ‘soytarı’ ile bir at arabasıyla pazar ziyaretine gider. Pazar yerinde yoldan geçen kaba saba bir satıcının şöyle bir omuz vuruşuyla sarsılan genç kız, saçına taktiği nadide broşunu düşürür. Bir köşede ormandan topladığı ağaç ürünleriyle yaptığı süpürgelerini satan ve olan bitene tanık olan gencin yere düşen broşu alması, aynı zamanda onun ‘şeytanla’ pazarlığa girmesinin de başlangıcını oluşturur.
Hollanda sömürgeciliğine atıf da yapılıyor
Film pek çok simgesel sosyal ve kültürel ögeleri içermesiyle dikkat çekiyor. Bu anlamda, Hollanda sömürgeciliğinin 1870’lerden itibaren özellikle Cava Adası’nda uygulamaya başladığı ‘etik politika’ nedeniyle yoksulluğun toplumun neredeyse her kesimine ulaştığına vurgu yapan kırdan kareler, aynı dönemde sömürge yönetimince ‘araçsallaştırılan’ yerli soylu tabakası ve bunların giderek kendi insanına yabancılaşan ve onları dışlayan modernleşmeci değişim süreci; Cogcakarta-Solo gibi iki önemli klasik yönetim merkezine ev sahipliği yapan Orta Cava’nın kadim gölge tiyatrosu (wayang); gene bu bölgenin bin yıllar öncesinde ürettiği ve doğada neredeyse her türlü varlıkla ilişkilendirilen iyi ve kötü ruhlar; ve bu ruhların sözlü kültürden somut yapısal unsurlara yansımasının ürünü olan mimari yapılar yaklaşık iki saat süren filmin akışı içinde yer alıyor.
Filmde Hollanda sömürgeciliğine atıf, yukarıda dile getirilen ‘etik politika’ ile yoksullaşan kitlelerin bu yoksulluktan kurtulmak için mitolojik ‘değerlere’ yönelmeleriyle ilintilidir. Bu anlamda yoksullukla mündemiç genç erkek, gene sömürge yönetimince işlevselleştirilen ve bir başka toplumsal tabakayı temsil eden soylular sınıfına mensup kıza olan aşkını, ancak bu ruhlar dünyasının baş aktörlerinden ‘şeytan’la anlaşarak gerçekleştirebilir.
Filme konu olan ‘pegusihan’ inancı, sadece geçmişe ait bir olgu değil, bugün de Cava toplumunun kayda değer bölümünde varlığını sürdürmesiyle güncel bir durum arz ediyor. Burada gene yönetmen Garin’in ifadesiyle söyleyecek olursak bu inancın siyaset, ekonomi ve kültür dünyasındaki ‘aktörlerce’ uygulanagelen bir toplumsal karşılığı bulunuyor.
Cakarta’da Taman İsmail Marzuki Sanat Merkezi’nde sadece iki gösterime konu olan film, önümüzdeki haftalar içerisinde Avustralya’da Melbourne’de izleyicilerle buluşacak.
Adil Yurtkuran