Şiirde hiç duyulmamış sembollerin piri: Şeyh Galib

Tünel meydanından Galata Kulesi’ne doğru giden caddenin hemen başında, sol tarafta yer alan tarihi kapıdan girdiğinizde, Beyoğlu’nun karmaşası ortasında bir vaha ile karşılaşırsınız. Halet Efendi Türbesi ve muvakkithane arasında uzanan geçidi adımladıktan sonra bu vaha iyice genişleyerek misafirini bir anne şefkatiyle sarıp sarmalar. İstanbul’daki Mevlevihanelerin en kıdemlisi olan Galata Mevlevihanesi’dir burası.

Karşıda iki katlı, beyaz,  dingin cephesiyle semahane ve şeyh dairesi, sağda Adile Sultan’ın hediyesi olan  zarif bir şadırvan, solda ulu ağaçların gölgesinde dinlenen  sakinleriyle hamuşan…  Duvarın ardında,  Koca İstanbul’da yer kalmamış gibi bu hamuşanın bir bölümü üzerine inşa edilmiş olan bir zamanların Beyoğlu evlendirme dairesi, günümüzdeki adı ile  Tarık Zafer Tunaya Kültür merkezi… Halet Efendi Türbesinden sonra yer alan ikinci türbede ise divan şiirimizin son şahikasi Galip Dede hazretleri, Mesnevi şerif şarihi Ankaravi Dede’nin ayakucunda yatmaktadır.

Kulekapısı, Galata veya bizzat kendi adıyla Galip Dede tekkesi adlarıyla anılmış olan bu tarihi Mevlevihane zannederim en ikballi, en unutulmaz günlerini bu büyük şairin postta oturduğu yıllarda yaşamıştır.

Divan şiirimizin son büyük temsilcisi sayılan Şeyh Galip, 1757 yılında İstanbul’da dedesinden itibaren Mevlevi kültürü ile yoğrulmuş bir ailede dünyaya geldi. Doğumuna Cezbetullah ve Esrar-ı Aşk diye tarih düşürülmüş olması şüphesiz tesadüf değildir. Hz. Pir Mevlana’nın fitilini ateşlediği Mevlevilik asırlar boyunca Osmanlı coğrafyasında bir irfan membaı olmasının yanı sıra, özellikle kültür ve sanat alanında, medeniyetimizde derin izler bırakan bir mektep vazifesi de görmüştür. Şeyh Galip Hazretleri işte bu membadan beslenen büyük sanatkarlarımızdan biridir. İlk eğitimini babasından aldıktan sonra zamanın önemli hocalarından Arapça, Farsça ve şiir tahsil etmiş, Mevlevi adap ve erkanını öğrenmiştir.

Oldukça erken yaşlarda şiire başlayan şairimiz bir süre hocası Süleyman Neş’et’in önerdiği “Es’ad” mahlasını kullandıysa da daha sonra bu mahlası başkalarının da kullanması sebebiyle Galip olarak değiştirmiştir. Henüz 24 yaşında iken divanını oluşturan Galip Dede’nin, tabir-i caizse başucu kitabı olarak defalarca hatmettiği Mesnev-i Şerif ve Hz. Pir başta olmak üzere Mevlevilik tüm yaşamına ve sanatına damgasını vurmuştur:

“Efendimsin cihanda itibarım varsa sendendir

Miyan-ı aşıkanda iştiharım varsa sendendir

Benim feyz-i hayatım hasılı ruh-ı Revanımsın

Eğer sermaye-i ömrümde karım varsa sendendir.”

mısraları ile başlayan meşhur gazelinde veya o güzelim terci –i bendinde bu etki sarih bir şekilde hissedilir:

Mûr isem şem´ine pervane kılup eyle kabul
Âb isem gevher-i yek-dâne kılup eyle kabul
Seng isem Kâ´be vü kâşane kılup eyle kabul

Müstaid kıl yoğısa lûtfuna isti´dâdım
Sana güçlük mü var ey şâh-ı kerem-mu´tâdım 

Şiirlerine tasavvufun derinliği yansıdı

Genç yaşında Mevleviliğe intisab ederek Konya asitanesinde çileye soyunmuş, ancak babasının ısrarlı çağrıları sonucu İstanbul’a dönerek çilesini Yenikapı Mevlevihane’sinde tamamlayıp “Dede” unvanı almıştır. Divan edebiyatının tüm klasik formlarını büyük bir ustalıkla kullandığı şiirlerinde tasavvuftan beslenmiş çok derin bir mana zenginliği, hassas sanatkâr bir ruh ve yüksek muhayyile kendini hemen gösterir:

“Sendedir mahzen-i esrar-ı mahabbet sende

Sendedir madeni envar-ı fütüvvet sende

Gizli gizli dahi vardır nice halet sende

Marifet sende hüner sende hakıykat sende

Nazar etsen yer ü gök duzah u cennet sende

Arş u kürsiyy ü melek sendedir elbet sende

Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen

Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen”

***

“Tedbirini terkeyle takdir Hüda’nındır

Sen yoksun o benlikler hep vehm ü gümanındır

Birden bire bul aşkı bu tuhfe bulanındır

Devran olalı devran erbab-ı safanındır

Aşıkta keder neyler gam halk-ı cihanındır

Koyma kadehi elden söz pir-i Muganındır”

Döneminde, şiirde mana derinliği, açık ve düz bir söyleyiş yerine mecazlar ve yüksek hayallerle süslü diye özetleyebileceğimiz hint uslubü (sebt- i hindi) diye isimlendirilen edebi akımın önemli temsilcilerinden sayılmıştır. Başyapıtı olan Hüsn ü aşk adlı mesnevisini 26 yaşındayken Nabi’nin Hayr-abad’ına karşı bir iddia olarak 6 ay gibi kısa bir sürede tamamlamıştır. İlk bakışta bir aşk hikayesi gibi gözüken bu mesnevi, aslında nefis tezkiyesini tasavvufi sembollerle anlatan yüksek bir eserdir.

“Giydikleri aftab-ı temmuz

  İçtikleri şule’i cihan-suz”

“Bin başlı ejder-i münakkaş

 Mumdan gemi altı bahr-i ateş”

gibi mısralarda görüldüğü üzere daha evvel hiç duyulmamış semboller kullanmış olması nedeniyle, bazı eleştirmenlerce divan şiirinin son büyük temsilcisi olmasının yanı sıra, modern Türk şiirinin ve kendisinden en az 50 yıl sonra çıkacak olan sembolizm akımının da öncüsü sayılmıştır.

Galip Dede 1791 yılından itibaren Galata Mevlevihanesi şeyhliğine atanmış ve dönemim sanatsever padişahı III. Selim ile annesi Mihrişah Sultan ve kız kardeşi Beyhan Sultan’ın özel ilgi, dostluk ve iltifatına mazhar olmuştur. Hatta bir yakıştırma mıdır, yoksa gerçeklik payı var mıdır bilinmez ama Beyhan Sultan’a ümitsiz bir aşkla bağlandığı ve bazı şiirlerini onun için yazdığı söylene gelmiştir.

“Ey Nihal-i işve bir nev-res fidanımsın benim

Gördüğüm günden beri hatır-nişanımsın benim

Ben ne hacet kim diyem ruh-i Revanımsın benim

Gizlesem de aşikar etsem de canımsın benim”

***

“Fariğ olmam eylesen yüz bin cefa sevdim seni

Böyle yazmış alnıma kilk-i kaza sevdim seni

Ben bu sözden dönmezem devreyledikçe nüh felek

Şahid olsun aşkıma arz u sema sevdim seni”

“Geçti candan Galip Dede ya Hu”

Henüz 42 yaşında ve şöhretinin doruğunda iken miladi 4 Ocak 1799 tarihine denk düşen 27 Recep 1213’te, Miraç Kandili günü vefat ederek asıl sultanı olan rabbine kavuşmuştur. Vefatı üzerine muhterem babasının, henüz ak düşmemiş simsiyah sakallarının kefene hiç yakışmadığını söyleyerek ağladığı anlatılır.

Dizinde şiirlerini dinleyecek kadar yakın bir dostluk yaşamış olan sanatkar ruhlu padişah III. Selim için de bu aziz dosttun kaybı çok zor olsa gerek. Sağlığında kendisini hicvetmiş olan Şair Sururi bile  “Geçti candan Galip Dede ya Hu” mısrası ile vefatına tarih düşmekten kendini alamamıştır. Kısacık ömründe gök kubbeye hoş,  hem de pek hoş bir seda bırakarak Galata Mevlevihanesi’nin bahçesindeki türbeye sırlanmıştır. Mevlevi geleneğinde defin törenlerinde okunan gülbang ile onun aziz ruhunu yad edelim:

 Vakti şerif hayrola, hayırlar feth ola

 Şeyh Galip merhum, garka-i gariyk-ı Yezdan

 Hacesi hoşnut ola

 Dem-i Hazreti Mevlana

 Sır-ı Şems-i Tebrizi

Kerem-i İmam-ı Ali Hu diyelim, Huuu!

Not: bu yazı Dilhane dergisi Ocak 2019 sayısında yayınlanmıştır.

YORUM EKLE
YORUMLAR
Semahat çekenoğlu
Semahat çekenoğlu - 3 yıl Önce

Kalemine kuvvet versin Allah teşekkür ederim çok hüzel

Ayşe Avar
Ayşe Avar - 3 yıl Önce

Elinize sağlık. Geçmişimizin bir değerine ışık tuttunuz, günümüze taşıyarak yad etmemize ve tanımamıza vesile oldunuz.

Zühal KARAYİĞİT
Zühal KARAYİĞİT - 3 yıl Önce

enfes bir yazı olmuş elinize yüreğinize zihninize sağlık