Şiir Akşamı'nda Karakoç'tan Şiir Okumuştum!

 

 

Yıl 2005 idi.

Yer Bağcılar Lisesi'nin konferans salonu.

 

Üzerimde yeşil ceketim. Ayaklarımda kundura. Aklıma yeni yeni Sezai Karakoç boca oluyor. “Diriliş Neslinin Amentüsü” var elimde. Üstadı Diriliş Yayınları'nda yakinen görmüşüm.

 

Hatta tüm cesaretimi toplayıp sorular sormuşum kendisine. Gün Doğmadan'ı da almıştım o zaman.

Sonra Mona Roza beni de yakıp kavuruyor. Üstadı bir çok yeni tanıyan için olduğu gibi. Üstadı Mona Roza şiirinden ibaret sanıyorum. Sonra “Hızırla Kırk Saat” Şiiri... Orada tutuklu kalıyorum.

 

“Aradığım bu ülkede de yok” diyor Üstat. “Taşlar hatıra yazılamayacak kadar / Fazla kararmış.” Aradığım bir şeyi bulmuş gibi hissediyorum.  Uzun uzun bu şiirle yarı meczup bir halde dolaşıyorum.  Etimi kesseler hissetmeyeceğim.

 

Sonra bir gün bakıyorum ki, okulda bir şiir okuma yarışması. Hiç işim olmaz yarışmayla şunla bunla. Ama katılacağım, diyorum. Bu şiiri okumam lazım. Bu şiiri okumayı bir kutsal vazife gibi üstüme almışım. Gidip bende ismimi yazdırıyorum. Bana sıra geliyor. Heyecan var mı yok mu bilmiyorum. Ama sahnedeyim. Ön sıralar okul yöneticileri, öğretmenler, Milli Eğitim İlçe Başkanlığı'ndan gelen davetlilerle dolu.

 

Ve Hızırla Kırk Saat'in ikinci bölümünü okumaya başlıyorum:

 

Ey yeşil sarıklı ulu hocalar bunu bana öğretmediniz

Bu kesik dansa karşı bana bir şey öğretmediniz

Kadının üstün olduğu ama mutlu olmadığı

Günlere geldim bunu bana öğretmediniz

Hükümdarın hükümdarlığı için halka yalvardığı

Ama yine de eşsiz zulümler işlediği vakitlere erdim

Bunu bana söylemediniz

İnsanlar havada uçtu ama yerde öldüler

Bunu bana öğretmediniz

Kardeşim İbrahim bana mermer putları

Nasıl devireceğimi öğretmişti

Ben de gün geçmez ki birini patlatmayayım

Ama siz kağıttakileri ve kelimelerdekini ve sözlerdekini

nasıl sileceğimi öğretmediniz

 

Bir kentten daha geçtim

Buğdayları yakıyorlardı

Yedikleri pirinçti

Birbirlerine açılan borular gibi üfürüyorlardı

Sonra birbirlerinden borular gibi çıkıyorlardı

Pirinçler gibi çoğalıyorlardı

Atlarını yalnız atlarını cana yakın buldum

Öpüp çıkıp gittim yelelerini

 

Şiir bitiyor. Ama ben devam ediyorum:

 

Ey kravatlı muhterem öğretmenlerim

Bu şiiri bana öğretmediniz

Salonda bir soğuk hava. Bir tereddüt kol geziyor. Normalde her şiirden sonra bir alkış az veya çok. Sonra bir iki kişi cesaretini toplayıp ya da ne olduğunu henüz anlayamayıp alkışlamaya başlayınca bir alkış da benim için kopuyor. Sahneden iniyorum.

 

Sonrası mı? Sonrasında matematik hocam çok etkilenmiş olacak ki, zayıf olan notumu geçer ilan ediyor. Programı düzenleyen edebiyat hocasının etekleri tutuşmuş. Bir iki hoca da özel olarak tebrik ediyorlar beni. “Kendimin bir diriliş eri olduğuma inanıyorum.”

 

 

Abdüssamed Bilgili, bunu bize öğretmeliler, dedi.