Dilimin Ucundaki Sözcükleri Bulamadığım An
O gün aslında Sezai Bey'in yanına gitmek aklımın ucunun köşesinden bile geçmediği halde, dergi dağıtımı yapmak için gittiğim kitapçılarda aklıma geldi ve binaenaleyh; gittim, heyecanlandım ve yaşadım. Tarihimiz, On Yedi Eylül- Perşembe'yi gösteriyor. Önceki gün Elifba Dergisi'nin yeni sayı dağıtımını yapmam gerekiyordu ancak maddi imkansızlıklar nedeniyle mümkün olmamıştı ve bugün yetiştirmem gerekiyordu. Üstelik kitapçılara gelen yeni dergilere de göz atmış olurum düşüncesiyle koyuluyorum yola!
Taksim'den Sultanahmet'e
Oruçluyken biraz zor olsa da dağıtma işi, miskinlikten kurtulmam, az ter atmam lazım geliyor. Dergileri aldım ve kitapçılara gitmeye başladım, Mephisto'ya gelen bir dergi gözüme çarptı. Küçük, minik bi'şey. Lala'ydı sanırım adı. 'Bir şiir dergisi olmalı' diye düşünüyorum. Daha sonra Üsküdar, Sultanahmet ve Tyb (Türkiye Yazarlar Birliği)'ne geldim. Son olarak Metin Karabaşoğlu'yla biraz hasbihal ettik.
Birdenbire oldu
Oradan çıkarken birden aklıma Sezai Karakoç geldi. 'Çat!' diye bir ses duydum sanki beynimde. Unutmuşum gibi. Diriliş Yayınları'na daha önce gitmemiştim. Etraftakilere sordum, Cağaloğlu'ndaki yayıncılara. Herkesten hemen hemen aldığım yanıt aynı idi ' Bu saatte bulamazsınız büyük ihtimal, ama siz yine de bakın isterseniz'. Bunu söylemeyen biri çıktı nihayet ' Camiinin hemen solundan dümdüz gittiğinizde karşınızda olacak'. Yürüyorum ama nasıl! Düşünüyorum ama karmakarışık! 'Ya ters bir harekette bulunursam, saygısızlık edersem, ya da sinirini bozacak bir şey yaparsam' korkusu içime sinmiş durumda. Yavaş yavaş merdivenleri çıkıyorum, karanlık; hafif dışarıdan ışık süzülüyor ve sonunda ilk katta ışık yandı ve sonra solumdaki diriliş yayınları zilini görüyorum ve basıyorum, hafifçe de kapıyı çalıyorum.
Acaba?
Başım önde yere bakıyorum. 'Acaba fotoğraflardaki gibi somurtkan biri mi, ya da konuşacak mı?' diye fikirler kafamda dolanıyor. Ağır ağır gelen tahta gıcırdaması seslerini duyar gibiyim, hemen sonra Sezai Bey karşımda kapıyı açmış bana bakıyor. İlk önce ne diyeceğimi bilemedim ve misafir kabul edebilip edemeyeceğini sordum. O da içeriye davet etti. Yanımda yedi yaşında kardeşim de vardı, ya bir saygısızlık ederse diye de içim içimi yiyor.Kitaplarla kapanmış dar bir koridordan geçiyoruz. Karşıma baktığımda; öyle bir masa görüyorum ki, gösterişsiz, sade ama bir o kadar da güzel, tabiiliği yansıtan bir çerçevesi var.
Kelaynak kuşlarından bahsediyor
O geçti masa başına biz de masanın ön tarafındaki sandalyelere. Bir an sustuk. 'Ne desem, ne konuşsam' diyorum; dilimin bağı çözülmüyor sanki! İçimden geçiriyorum, 'ben buraya neden geldim; Üstad Sezai Karakoç'u görmeye tanımaya, konuşmaya geldim'. Adımı soyadımı söylüyorum, kendimi tanıtıyorum bir nebze. İlgilendiklerimi söylüyorum; Cahit Zarifoğlu, Dostoyevski, dergiler, kitaplar.. Nereli olduğumu soruyor, Urfa'lı olduğumu söylüyorum ve kendisinin de Diyarbakırlı olduğunu öğrendiğimi aktarıyorum. Kelaynak kuşlarından bahsediyor, Urfa-Birecik yöresinde varmış bir tek. Tabii ben henüz memleketime gidemediğimden bilemememi normal karşılıyor.
Garip bir his bu
Bu kısa konuşmadan sonra bir müddet susuyoruz, o bana bakıyor, ben masanın üstündeki dipnotlara. Üstündeki yazılar dikkatimi hiç de çekmiyor, Sezai Karakoç'un bakışları altındayken. Garip bir his bu. 'Anlatılmaz yaşanır' diye klişe bir laf vardır ya, o aslında 'Anlatma da yaşayalım' olmalı bence. Bu yüzden o bakışları, gözleri anlatmıyorum. Yaşamak için..
Bir müddet sonra kardeşime dönüp, ismini, yaşını soruyor. Ben cevaplıyorum, kardeşim de susuyor. Saat de, beşi bulmak üzere. 'Bizimkiler aradı arayacak elleri kulaklarındadır' diyorum ve telefon çalıyor! Özür dileyerek bakıyorum ve kısaca bitirip kapatıyorum telefonu. Eve çağırıyorlar, malum iftar vakti tabii.. Sezai Karakoç'la bir iftar nasıl olurdu acaba diye düşünüyorum da, süper olurdu herhalde.
Mevlana şekerleri
Yavaş yavaş müsaade istediğimi belirtiyorum. Bize Mevlana şekeri hediye ediyor, Konya'dan gelmiş kendisine de. Bir poşet çıkartıyorum ve dolduruyor şekerleri. Gitmeden bize Yunus Emre adlı kitabını da hediye ediyor. Çok teşekkür ettiğimi söylüyorum. Sırt çantamı yüklüyorum omzuma ve çıkıyorum oradan, merdivenleri inerken içimi bir ferahlama, rahatlama, tuhaf bir his dolduruyor. 'Oh be!' tanıştım işte, onun karşısında cümle kurmak ne kadar zor olsa da!
Elif Karacan ziyarette bulundu.