Hatipler konuşmalarını ezberden yaparlar ya da bir kâğıttan okurlar. Arifler ise konuşmalarını kendilerini dinleyenlerin gönüllerinden okuyarak yaparlar. Yani sudur (kalp) aynanız temiz ise arifleri söyletir ve hikmete gark olursunuz.
Hikmet pınarlarının çağlaması için, o pınarlardan içmeye namzet kimselerin olması gerekir. Yani arifi bir bakıma dinleyenlerin samimiyeti konuşturur. Fakat dinleyenlerin hepsinin samimi olması da şart değildir. Tek bir tane samimi yürek, arifin sadrındaki hazineleri ortaya çıkartmak için yeterlidir. Zira bir güzelin hatırına ne inciler saçılmaz.
Gaflet bulaşıcıdır
Efendimiz aleyhis selam’ın sohbet yaparken bazı büyük sahabelerin yüzlerine bakarak konuştuğu rivayet edilir. Dinleyenler içerisinde bir Ebubekir varsa mesela; o sohbetin tadı bir başkadır. Evliyaullahın da sohbet ederken katı kalpli kimselerin karşılarına oturmaktan imtina ettikleri söylenir. Bazı dervişleri yanlarına çağırmaları da boşuna değildir. Bunda anlaşılmayacak bir şey yoktur. Üzüm üzüme baka baka kararır. Attar dükkânına uğrayanlar güzel kokulardan nasibini alır.
Arifler artistlik bilmezler
Efendim, arifler öyle tumturaklı, gösterişli laflar konuşmayı bilmezler. Onlar söyleyecekleri sözü en güzel şekilde ifade etmek için en sade cümleleri kullanırlar. Çünkü onların tribünlere oynama veya entelektüel gözükme gibi nefsanî hedefleri yoktur. Bu, onların edebî cümleler kurmayacağı anlamına gelmez. Yapmacıklıktan uzak olmak kaydı ile arifler edebî cümleler de kurarlar.
Ne gizli hazineler vardır kim bilir!
Dünya üzerinde nice arifler gelmiş geçmiştir. Kimileri insanlar tarafından anlaşılmış, kimileri de seslerine karşılık verecek bir ses bulamamışlardır. Yeryüzünde ariflerin gerçek kıymetini anlayacak insan çok azdır. Gerçek hikmetle, sahtesini ayırabilmek de hüner ister.
İşte bu ariflerden bir tanesi de Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleridir. O da bu irfan damarına Tillolu âlim İsmail Fakirullah Hazretlerinin bendesi olarak kavuşmuştur. Malumunuz olduğu üzere arifler hiçbir şeyi kendilerine mal etmez, üstadlarının himmetine ve Allah’ın lütfuna atfederler. Onlar üstatlarına çok fazla kıymet verirler.
Tam bir ârife…
Günümüzde bu irfan damarından gelen bir isim var ki kendisini geçtiğimiz günlerde Türk Edebiyatı Vakfı’nda dinlemek nasip oldu. Dinlediğim, dinlerken de etkilendiğim bu kıymetli ârife ablamız; Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerinin altıncı göbekten torunu Belkıs İbrahimhakkıoğlu Hanım idi. Hikmet dolu konuşmasından istifade etmekle birlikte aynı zamanda bazı edepleri de şahsında seyretme imkânı bulduk. Misalen asla dedesi İbrahim Hakkı Hazretlerinden “dedemdir” diye bahsederek onun isminden yararlanmadı. Öğrendiğim kadarı ile bunu dillendirmekten hoşlanmıyormuş. İkinci olarak; dinî veya ahlakî bir öğütten bahsederken “büyükler şöyle derdi” diyerek söyleyeceklerini nakletmesi de ince bir ahlakın işareti olsa gerektir.
Tefvizname’yi okudu
Bu söyleşide Belkıs İbrahimhakkıoğlu Hanım, İbrahim Hakkı Hazretlerinin; “Hak şerleri hayreyler/ Zannetme ki gayreyler” diye başlayan Tefvizname adlı şiirini okuyarak, dinleyenleri bu müstesna şiirin huzur iklimine götürdü.
Halkın dilinde yer etmiş olan bu şiirin çok bilindiğini söyleyen İbrahimhakkıoğlu, biraz içimize su serpsin, biraz içimize ayna olsun diye bu şiiri gündeme getirmek istediğini söyledi. Bu şiirin moral değerlerimizi yükseltici bir etkisinin olduğunu söyleyen İbrahimhakkıoğlu bu şiir hakkında; “Hiç kimse yok ki bunu okuduğu halde feraha ermesin. Okuyan üzerinde az ya da çok mutlaka bir tesir bırakmaktadır” dedi.
Şeyhimin üzerine doğmayan güneşi neylerim!
İbrahim Hakkı Hazretleri’nin yaşadığı gibi inanan, inandığı gibi yaşayan, inandığı gibi de yazan bir zat olduğunu ifade eden İbrahimhakkıoğlu, Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri’nin hem hikmet ehli bir zat olduğunu, hem de bir ilim adamı olduğunu ifade etti.
İbrahim Hakkı Hazretlerinin hocası ve üstadı olan İsmail Fakirullah Hazretlerine karşı derin bir hürmet duyduğunu ifade eden İbrahimhakkıoğlu, İbrahim Hakkı Hazretleri’nin; “Güneşi şeyhimin başucuna dolduramazsam o güneşi neylerim” dediğini ve matematik ve aritmetik birtakım hesaplar yaparak hocasının türbesini inşa ettiğini söyledi. Tillo’nun muhteşem bir yer olduğunu ifade eden İbrahimhakkıoğlu, dağın arkasından doğan güneşi daha Tillolular görmeden İsmail Fakirullah Hazretlerinin türbesinin gördüğünü söyledi.
Her doğan çocuk terapisti ile doğuyor
Günümüzde bir takım psikolojik sıkıntıların arttığını söyleyen İbrahimhakkıoğlu, şu anda her doğan çocuğun terapisti ile birlikte doğduğunu, terapistlerin sundukları çözümlerin de dünyevî çözümler olduğunu, onların bu dünyayı kalıcı olarak gören bir anlayışla insanlara çareler sunduklarını söyledi. Oysa dünya hayatının okyanusta bir katre kadar küçük olduğunu, onun bir gün geçip gideceğini, gelip geçici olan şu dünyanın da hiçbir probleminin kalıcı olmayacağını ifade etti.
Gel muradı terk eyle
Bizim inatla istediğimiz şeylerin bazen bizim mutsuzluğumuza sebep olduğunu söyleyen İbrahimhakkıoğlu, muratlarımızın erişilemeyince insanı mutsuz kıldığını, bunun için de İbrahim Hakkı Hazretlerinin muradı yani tul-i emeli bırakmayı tavsiye ettiğini söyledi. İsteklerimizin de hiçbir zaman bitmeyeceğini hatırlatan İbrahimhakkıoğlu, dünyadan ve insanlardan beklenti içinde olmamamız gerektiğini, beklentilerimizin ve umutlarımızın Allah’a yönelik olması gerektiğini, insanoğluna bel bağlamamak lazım geldiğini, çünkü insanoğlunun zayıf bir mahlûk olduğunu söyledi.
Tefviz yani Allah’a havale etmek zordur
Başımıza gelen dertler karşısında tefviz ve tevekkül etmemiz gerektiğini ancak bunun pek de kolay bir şey olmadığını söyleyen Belkıs İbrahimhakkıoğlu sözlerine şöyle devam etti: “Tevekkül konusunda, kalbi mana âlemine kapalı olan insanlar tevekkülü miskinlikle, ataletle bağdaştırıyorlar. Fakat tefviz ve tevekkül bu demek değildir. O’ndan gelen her şeyin hayır olduğunu bilmektir. Biz Cenab-ı Hakk’ın yapıp ettiklerini O’nun büyüklüğünü kavramak için seyrederiz, sorgulamayız. Allah’ın yapıp ettiği her şey yerli yerincedir. Onun işlerinde ne bir milim eksiklik, ne de bir milim fazlalık vardır. Bunu biliyorsak kavgamız niye, isyanımız niye, şikâyetimiz niye, endişelerimiz niye? Bunun için İbrahim Hakkı Hazretleri tefvize çağırır. Ama bunu başarmak kolay bir şey değildir. Diyelim ki bütün malınız mülkünüz yanıyor, harap oluyor. ‘Sen verdin, sen aldın’ diyebilmek her insanın kârı mıdır? Bırakalım bizi sahibimiz düşünsün. Çünkü sahibimiz bizi bizden daha iyi tanıyor, bizi bizden daha çok seviyor, bizi bizden daha çok koruyor.”
Yardım en naçar zamanda ummadığında yerde seni bulur
Tefviznamedeki; “Hak şerleri hayreyler/ Zannetme ki gayreyler” dizelerinde çok hikmetler bulunduğunu ifade eden İbrahimhakkıoğlu, bizlerin çoğu zaman gördüğümüze saplandığımız için şerlerin arkasındaki hayrı göremediğimizi söyledi. Şerlerin arkasındaki hayrı görmek için de arif olmak gerektiğini söyleyen İbrahimhakkıoğlu sözlerine şöyle devam etti: “En naçar zamanlarımızda düşündüğümüz yüzlerce çözüm yolları olur. Cenab-ı Hak öyle bir kapı açar ki bu kapı bizim hiç aklımıza gelmeyen ummadığımız bir kapıdır.”
İnsanı mutsuz eden faktörlerden birinin de geçmişteki olumsuzlukları düşünmek olduğunu söyleyen İbrahimhakkıoğlu bu konuda şunları söyledi: “Bazılarımız geçmişe saplanırız, bu niye böyle oldu, niye şöyle oldu deriz. O saplantılar olumsuz duyguların yenilenmesine sebep olur. Gam ümitsizliğin ifadesidir. Biliyorsunuz hüznün iki tarafı vardır. Bir; rahmanî olan hüzün yani Hakka yaklaştıran hüzün… Bir de dünyevî hüzün vardır ki bu da insanı huzursuz eder.”
İncinmemeye dikkat edelim
Nefsimizin başımıza açtığı işlerden bahseden İbrahimhakkıoğlu, Tefvizname’deki; “Hiç kimseye hor bakma/ Sen nefsine yan çıkma” dizlerini şöyle anlattı: “Hiçbir varlığa hor bakma çünkü her şey Cenab-ı Hak’tan bir işaret taşıyor. Hiş kimseyi küçümseyemeyiz. Çünkü belki o insan Hakk’ın katında büyük makamlara erişmiştir. Eğer edeple bakmayı bilirsek halkın içindeki güzellikleri fark edebiliriz. Böyle bakarsak da kimseyi incitmeyiz. Fakat bizim incinmemeye de dikkat etmemiz lazım. Çünkü incindiğimiz zaman karşımızdakine Allah katında bir yük yüklemiş oluyoruz. Zaten her insanın ağır bir yükü var, ona bir yük de biz yüklemeyelim.” Bu sözden anladığım kadarı ile ablamız bize çok derin bir merhamet çağrısı yapmaktadır. Fakat bunu nefislerimize kabul ettirmemiz hiç de kolay olmasa gerektir.
Karşımızdakinin sözünde bizdeki bir hale işaret vardır
Belkıs İbrahimhakkıoğlu Hanımefendinin bu söyleşi esnasında söylediği en önemli tespitlerden birisi de bizim ebedi yoldaki en büyük engelimizin nefsimizin farkında olmayışımız olduğu tespiti idi. İnsanoğlunun böyle bir kusuru olduğunu ifade eden ibrahimhakkıoğlu; “Biz önce karşımızdakinin kusurunu görüyoruz, kendi nefsimizin kusurunun ise farkında değiliz. Bizim büyüklerimiz çok korkarlardı; dinî bilgileri iyiydi ama hiçbir zaman onlarda ben bunu böyle biliyorum diye bir tavra kesinlikle şahit olmadık. Had bilme meselesidir bu... Başkasının kusurlarını aramadan önce kendi kusurlarımızı görmemiz lazım. Nefsinin farkında olmayan insan bu manevi yolda, bu büyük yolculukta kapı açmazlar.
Bu söyleşide İbrahimhakkıoğlu bizim insanlık seviyemizi artıracak, bizde birtakım açılımlar meydana getirecek çok kıymetli bir şey daha söyledi. Karşımızdaki kimsenin bize ayna olabileceğini ifade eden İbrahimhakkıoğlu bu konuda şunları söyledi: “Karşıdakini dinlerkenki telaşımız kendimizin daha çok bildiğine olan güvenimizden kaynaklanıyor. Söyleyene değil söyletene bak. Her insanın sözünde gerçekler, nasihatler vardır. Bazen boş boş konuşan bir insanı bile dikkatlice dinlersek belki onda bizim bir gaflet halimize işaret olduğunu görürüz. Çünkü bir yerde bir kusur görüyorsak bunun nefsimizde mutlaka bir karşılığı vardır.”
Zakir ve Şakir
Programın sonunda bir dinleyici Belkıs İbrahimhakkıoğlu’ndan Zakir ve Şakir’in hikâyesini anlatmasını istedi. Bunun üzerine İbrahimhakkıoğlu bir gerçekliği olmayan fakat bir mesaj veren bu hikâyeyi hatırlattı. Hikâyeye göre İbrahim Hakkı Hazretlerinin Şakir ve Zakir diye iki oğlu vardır. Şakir abittir, zakir ise ayyaştır. Bir gün İbrahim Hakkı Hazretleri meyhaneye gider ve oğlunun borçlarını kapatır. Sonra âbit olan oğluyla Hasan Kalesi’ne çıkar. Şakir orada; “Babacığım beni kırklara karıştır” der. Hazret, 39 tane uçan güvercinleri gösterir; “Atla sen de karış onlara” der. Fakat abit olan Şakir atlamaz. Zakir ise meyhaneye gidince babasının hesabı kapattığını öğrenir ve duygulanır. O da babasının yanına gider. Babası ona da aynı şeyi söyler. O hiç tereddüt etmeden atlar ve kırklara karışır.
Anladığım kadarıyla bu hikâyeden ne oldum değil ne olacağım dememiz gerekmektedir. Hiçbirimizin son nefesinin nasıl olacağı belli değildir. Aynı zamanda bu hikâyede bir teslimiyetin önemine vurgu yapılmaktadır. Bu yolda rehber olarak görülen zata güvenmek gerektiği anlatılmak istenmektedir.
Taassubun da faydası vardır
Fakat söyleşiyi dinleyenlerden birisi bu hikâyeyi bizim anladığımız gibi anlamamış olacak ki İbrahimhakkıoğlu’na yalnızca ibadete yoğunlaşan kimselerden dert yanarak hikâyedeki Şakir tiplemesinin günümüzdeki taassubiyet içerisindeki Müslümanlara benzediğini söyledi. Belkıs Hanımdan taassub içindeki Müslümanları yermesini beklercesine ona bu konudaki fikirlerini sordu. Fakat Belkıs Hanım sorudaki tuzağa düşmeyerek istikamet üzere çok güzel bir cevap verdi. Şöyle dedi: “Cenab-ı Allah ne buyuruyorsa ona karşı çıkmak küfürdür. Boynumuz emirlerine kıldan incedir. Yerine getiremiyorsak kusur bizdedir. İşin başında bunu kabul edelim. Bazen taassup da bazı şeyleri korur, bazı şeylerin fazla açılmasına, saçılmasına, dökülmesine, yoldan çıkmasına engel olabilir. Ben taassubu da, imandan saptırmayacak boyutta ise, putumuz olmamışsa hoş karşılıyorum. Birileri bir takım şeyleri sıkı sıkı korumalı, birileri de işin hakikat boyutuna yönelmeli. Bu denge korunmalı. Bu benim şahsi kanaatimdir.”
Bendeniz İbrahimhakkıoğlu’nun bu son sözlerini de duyunca istikametine ve firasetine hayran kaldım. Zira taassubun iyi taraflarını görmek ve onun bazı şeylerin (fıkıh ve şeriat gibi) korunmasında faydalı olabileceğini tespit etmek ancak bir istikamet ehlinin yapabileceği bir yorumdur.
Toplantının sonunda Belkıs İbrahimhakkıoğlu Hanımefendi ile tanışmak ve yaklaşık on beş dakika kadar sohbet etmek nasip oldu. Bendeniz âcizane bu büyüğümüzün güzel hallerinden çok istifade ettim. Allah böyle arif ve arifelerimizin sayılarını arttırsın inşallah.
Aydın Başar haber verdi