Sosyal medya, artık tek gündemimiz oldu desek yeridir. O yüzden toplumun bir tarafında sosyal medyanın zararlarını görüp sosyal medya bağımlılarını bu zararlar konusunda uyarmak isteyenler varken diğer yanda da sosyal medyasız bir hayat olmayacağını düşünenler var.
Bu ikisi arasında bir denge mi kurmalıyız yoksa sosyal medyayı tümden yok mu saymalıyız, gibi sorular herkesin kafasında olan sorular. Ortada bu sorular olduğu gibi, bu sorulara cevap arayanlar da var.
Seyfullah Şenel de bu sorulara cevap arayanlardan. 4 Şubat Salı gecesi Ensar Vakfı Bursa Şubesindeki “Soyal Medya Bağımlılığı ve Gençlik” konulu sohbetinde konuya dair düşüncelerini günümüzden örnekler vererek anlattı Seyfullah Şenel.
Önce kavramlar üzerinde durdu Seyfullah Şenel. Bundan ötürü de sohbetine “Buraya sohbet için değil, muhabbet etmek için geldim. Muhabbet kelimesinin altını kalınca çiziyorum. Şuna iman ediyorum ki bizden ilk çalınan şey, evet, alınan değil, çalınan şey, muhabbettir. Muhabbetin olmadığı hiçbir yerde muhabbetullah da olmaz çünkü.” cümleleriyle başladı.
Her şeyimizi sıradanlaştırıyorlar
Seyfullah Şenel, daha sonra da bizden muhabbetin çekilip alınmasını “Bakın nasıl yaptılar bunu? Bizden örnekler vererek açıklamaya çalışayım bunu. Erkekler eğlence mekânlarında, kadınlar da kına gecelerinde falan ‘Ararım seni her yerde’ nakaratlı bir şarkı dinler. Youtube’ye rakı yazdığınızda karşınıza bu şarkı çıkar, bu şarkı çalar fonda. Ama aslında bu bir şarkı değil, bir naattır. Bildiğiniz gibi naatlar, Peygamberimizi övmek amacıyla yazılan şiirlerdir. Bu şiiri yazan, Saadettin Kaynak’tır. Saadettin Kaynak’ın bir virdi vardır: Her gece uyanır, bir cüz Kur’an okur, teheccüd namazını kılar ve yatar. Bir gece yine uyanır ama kan ter içindedir çünkü rüyasında Resulallah’ı görmüştür. O hal üzere eline kâğıt kalemi alır ve o naatı yazar. İşte bu ruh haliyle yazılan şiir, 47 sene sonra masalara meze olur. Bunu nasıl yaptılar: Bunu, bizi oyalayıp bizi sosyal medya ile kandırarak yaptılar. Çağa hükmedenler, durmadan bize Facebook gibi, Instagram gibi yeni oyuncaklar veriyor ve bizi bizden alıyorlar. 1972 yılında ABD’de yapılan bir deneyde, bir maymuna kokain verilir. Bir zaman sonra maymun, kokain dışında hiçbir şeyi umursamaz hale gelir, yemek bile yemez ve açlıktan ölür. Buna benzer yapılan tüm deneylerde hayvanlar bağımlısı oldukları şeyin peşinden koşarlar ve yemek yemeyi unutup açlıktan ölür. Bunun konumuzla ilgisi şudur: Ben dâhil hepimiz, bulduğumuz ilk fırsatta sosyal medya hesaplarımıza bakıyor, kim ne paylaşmış inceliyor, yorum yazıyor ve bu işe saatlerimizi ayırıyoruz. Zamanla hayatımız ‘Çek, paylaş, yorum yap, beğeni al.’ döngüsüne sıkışıyor. Bu, bağımlılık değil de nedir? Üç yıl önce hanımlar arasında ayakların fotoğrafını çekip paylaşmak modaydı. Bunu bizim kardeşlerimiz de yaptı. Bir gün dayanamayıp birine ‘Bunlar herhalde sponsor bulup ayakkabı reklamı yapıyorlar.’ dedim, ‘Hayır abi, bu işin felsefesi var. Sen yüzümü görmeye bile layık değilsin, anlamına geliyor o fotoğraflar.’ cevabını aldım. Demek ki belli bir süre sonra neyi paylaştığımızın hiçbir önemi kalmıyor: Yeter ki ‘like’ al, yeter ki birileri sana yorum yapsın, yeter ki sen böyle mutlu ol. Ve bu durum artık bizi bir sarmaşık gibi sarmaya başladı. O beğenilme isteği bizi sarıp kuşattıysa biz hastalığa yakalanmışız demektir.” cümleleriyle anlattı.
Makul gerekçelerle kuşatılıyoruz
Sosyal medyanın bizi kuşatmasını makul ve haklı görünen sebeplerle yaptığına dikkat çeken Seyfullah Şenel, bu konuyu “Şimdi Google’de arama yaptığınızda “Dün yoksuldum, şimdi gecede yirmi beş bin lira kazanıyorum.” cümlelerine rastlarsınız. İnternet fenomeni olanlar bu parayı kazanıyor ve herkes de bu parayı bu şekilde kazanmak istiyor. Ama bu insanların hedefi, fenomen olup o parayı kazanmak. Peki, parayı kazandıktan sonra ne olacak? İşte bu soruya cevap yok. Ama asıl iş ondan sonrası değil midir? İşte biz, o soruya cevap verebilmeliyiz.” sözleriyle açıkladı.
Hayatımızın her alanında olan sosyal medya bağımlılığına karşı savaşmanın da yeni yol ve yöntemlerle yapılmasının önemine “Bizler de güncellenmek zorundayız. Einstein’e “Aptallık nedir?” diye sorarlar. “Aynı şeyleri yaptığı halde farklı sonuç beklemektir.” der. Bizler de sosyal medyada yaşayan o çocuklarımıza ulaşmalıyız ama bunu artık farklı yol ve yöntemlerle yapıp kendimizi güncelleyerek yapmalıyız. Daha önce yapıp sonuç almadığımız yöntemleri artık terk etmeliyiz. Eskiden bize ‘Sohbet var, gidelim.’ dendiğinde biz heyecanlanır ve giderdik ama artık böyle değil, her şey değişti, artık yeni şeyler bulmalıyız. Çağımızda artık her uyandığında yeni bir yüz görme hastalığı gibi bir hastalık var. Sosyal medyada da durmadan yeni bir şey yapma, yeni bir şey bulma, yeni bir şeye dahil olup ‘like’ alma, yorum alma gibi bir hastalık var, bu, birinci hastalık.” sözleriyle değindi Seyfullah Şenel.
Felaket kapımıza dayandı
Toplum olarak kendi iç dinamiklerimizin bizi diğer toplumlara göre daha korunaklı kıldığını söyleyen Seyfullah Şenel, günümüz dünyasını sarsan ve yakın zamanda bize de geleceği öngörülen bir felaketiyse şu sözlerle anlattı:
“İkinci bir hastalık daha var ki ben iddia ediyorum, önümüzdeki on yıl boyunca ülkemiz gençlerinin en büyük sınavı bu olacak. Şu an Japonya, Kore gibi ülkelerde bu hastalığa yakalanan milyonlar var. Bizde sayı henüz yüksek olmadığı için biz duymadık ama yakında duyacağız. Bu hastalık, genç kuşak arasında yaygın. “İçe çekilme hastalığı” bu hastalık. Bu gençler sosyal hayatta yoklar. Bir odaya kapanıp yaşıyorlar. Tuvalete bile gitmiyorlar. Bunlar için özel idrar giysileri bile üretilmiş durumda. Çok değil, beş yıla kadar bu hastalık bizde de yaygınlaşacaktır. Yani çocuklarımızı kazanmak için beş yılımız var. Bunu iyi kullanmalıyız. Ama önce bunun için biz de uyanmalı “Ey iman edenler, iman ediniz!” ayetini iyi kavramalıyız.”
Etek giyen erkekler
Artık insan düşüncesinde sınır kalmadığını, bu sınırsızlığın hayata da yayılmaya başladığına dikkat çeken Seyfullah Şenel, konuyu çarpıcı bir örnekle şöyle açıkladı: “Düşünün ki artık erkek mini etek modası var ve bu moda ülkemize de geldi. Bu etekleri getiren firmanın bu ürünü, ilk günden tükendi. İnsanların sınırı olmalıdır. Bir sınırı olmayanın hiç sınırı yok demektir. Bizlerin bunun farkına varması gerekir. Dün ‘Olmaz’ dediğimiz şeylerin bugün olduğunu görüp bunların da olabileceğini bilmeli ve ona göre tedbir almalıyız. Kur’an bizleri şeytana karşı durmadan uyarmaktadır. Bizler de bu anlamda dinimizi iyi bilmeli ve dinimizi sıradanlaştırmamalıyız çünkü şeytan insanları kandırmak için durmadan çalışmaktadır. 28 Şubat’ta mağduriyet yaşamış bacılarımız, sizler de uğruna bedel ödediğiniz o dini yaşamalı ve sıradanlaşmasına izin vermemelisiniz.”
Sihirli kelimedir özgürlük
Seyfullah Şenel, Batılılar tarafından durmadan zihnimizin meşgul edildiğini, kavramlarla yorgun düşürüldüğümüzü söyledi önce. Daha sonra da her şeye rağmen iki argümanın hiç değişmediğini, bunlara dikkat ederek çağın hastalıklarına karşı direnebileceğimizi anlattı son olarak. Seyfullah Şenel bu konuyu “Düşman çok rafine yöntemlerle içimize giriyor. Değişmeyen iki söylemi var onların: 1. Özgürlük, 2. Aşk. Yapacakları ve yaptıkları her türlü günahı, bu kavrama sarmalayıp bize sunuyorlar ve içimizden bazıları da buna çok çabuk kanabiliyor. Yeni kuşak zaten buna kanmaya hazır. Oysa din, özgürlük demektir. Özgürlük, özünüzün gür olması demektir. Özünüz gürse siz de özgürsünüz demektir. Bakın, günümüzde içinde birçok küfür bulunan filmi milyonlarca vatandaşımız rahatça izliyor ama mesela “Kınalı Hasan” filmini kimse izlemiyor. Peki, bizim özümüz bu mudur? Değildir. Bizim özümüz, İstanbul’dan gelen hocayı dinlemek için giderken kendisini neden götürmediğini soran annesine “O Kürtçe bilmez, sen Türkçe bilmezsin. Ne anlayacaksın ki?” cevabına karşılık “Oğul, o Peygamber der, ben aleyhisselam, derim. O Muhammed der, ben salavat getiririm.” diyen annenin özü gibidir.”
“İkinci söylemleri de aşk. Ama aşk özeldir. Bir düşünün, pazardan elma almak isteseniz, istediğiniz gibi ona dokunup onu seçebilirsiniz. Ama İstanbul’da Kaşıkçı Elmasına bırakın dokunmayı, belli bir mesafeden sonra yaklaşamazsınız bile. Çünkü biri herkesin seçimine açık, diğeri ise özeldir. Bizler de elma mı olacağız, elmas mı buna karar vermeliyiz. Burada bizi kandıran bir sözcük vardır. Artık herkes görüşüp herkes flört ediyor, dokunuyor. Herkesin kız arkadaşı var, herkes oraya gidiyor vb. deniyor. İyi de biz kalabalığa uymaya mı niyet ettik? Günümüzde artık üç genç modeli var: 1. Sevgenç Ekolü. Bunlar sokakta gördüğü kediye bile âşık olur. 2. Zevkperest Ekolü. Bunlar her şeyde zevk arayanlardır. 3. İslamcı Romantikler. Bunlar flörtü dini mekanlarda ve dini söylemlerle yaşayanlardır. Bunlar kötü niyetli değildir, niyetleri iyidir ama tuttukları yol doğru değildir.” cümleleriyle açıklayarak sözü çareye getirdi.
Dert varsa derman da var
Bu hastalıklara karşı savunma yöntemlerinden bazılarını “O halde ne yapacağız? 1. Kendimizi acilen bir yere bağlamalıyız. Kimle yol yürüyoruz, dostumuz kim, buna bakmalıyız. Çevremizde bizi uyaran biri olmalı. Yanlış yaptığımızda bize doğruyu söyleyebilmeli. Kendimize böyle bir çevre bulmalıyız. 2. Dert sahibi olmalıyız. Bu dert, doğalgaz faturası ödemek gibi, kıyafet almak gibi bir dert olmamalı. Bu dert, bizi cennete götürecek bir dert olmalı. Derdin olduğunda, dünyayı o derde derman bulmak için kullanıyorsun, başka şeye gerek kalmıyor. Böylece o dert seni cennete götürüyor.” cümleleriyle açıklayan Seyfullah Şenel, hayır dua ederek sohbetini sonlandırdı.
Ahmet Serin