Dünyamızın uçsuz bucaksız coğrafyasında, her bir dağda, ovada, şehirde güneş benzersiz şekilde doğuyor ve batıyor. Bu âna şahitlik etmek için bile olsa seyahat etmeye değer. Seyahat etmek kendimiz için yaptığımız en iyi yatırımdır. Keşfetmek, keşfederken öğrenmek, yeni kültürlerin kapısını çalmanın yanı sıra yolculuk; aklımızı dinç tutar, bizi kendimize getirir, rutin dünyamızın dışına çıkıp gelişim ve ilerlememize katkı sağlar.

İbn Battuta, “Yolculuk, önce seni sözsüz bırakır, sonra da iyi bir hikâye anlatıcısına dönüştürür.” diyor. Evliya Çelebi’den bu yana seyahatnameler kültürel bir zenginlik olarak önem kazanmış ve bizlere tevarüs etmiştir.

Nuri Pakdil, Batı Notları eserinde:

“Yolculuk içimizi genişletir.

Kelimeler de ışıyor.

Bundan olacak, uygarlığımızın özündeki inançta geziye övgü vardır. Bir konuda yanılgıya düşmüşsek, gezide kurtuluruz bundan. Yeni yerler görmenin kıvancı, umudu içimizde yeniden egemen kılar. Doğanın sonsuzluğunu geziyle kavrayabiliyoruz. Çünkü yalnız oturduğumuz şehirde çarpmıyor doğanın yüreği! Beni, çokça Tanrı düşüncesi sarar yolculukta. Aslında; yaşamın da bir yolculuk olduğunu, belki, en iyi yolculukta anlıyoruz.” Der.

Bir taraftan da belki de seyahat etme imkânı olmayan ya da kısıtlı imkânlara sahip milletinin evlatlarını da düşünür ki Cahit Zarifoğlu ile birlikte yurt dışına seyahate giden arkadaşlarına birer kalem ve defter hediye eder, seyahat notları almalarını ve toplumun hizmetine sunmalarının ne kadar önemli olduğuna dikkat çekerler. Cahit Zarifoğlu’nun Yaşamak, Erdem Beyazıt’ın İpekyolu’ndan Afganistan’a gezi ve düşünce türündeki eserleri toplumsal kazanımlardır.

Mavera dergisinin, “Yedi Güzel Adam”ının yedi kurucusundan biri olan Ersin Nazif Gürdoğan, Nuri Pakdil ve Cahit Zarifoğlu’ndan hediye aldığı defter ve kalemi ile Asya’nın beş şehri Bakü, Şeki, Taşkent, Semerkant, Buhara izlenimleriyle, Zamanı Aşan Şehirler eserinde bizleri Türklerin tarihine uzun bir yolculuğa davet ediyor.

Davete icabet etmek ne büyük saadet, teknik, iktisat, kültür ve düşüncenin harmanlandığı, belgesel tadında bir okuma tecrübesi. Tarihsel altyapıya dikkat çeken eserde, geçmiş ile günümüz arasında köprüler kuruluyor, anlatılan şehirlerin günümüz şartlarındaki iktisadi, ticari, diplomatik ilişkileri bütünsel olarak gözler önüne seriliyor. Ayrıntıların üzerinde gereksiz durulup, sıkıcı bir boyuta geçmeden, kısa, açık gözlemler aktarılıp yeni bir serüvene geçiliyor.

Gördüğü her cami, medrese, külliye, handa yüzeysel bakış açısından uzak, İslâm şehirlerinin yapı taşlarına dikkat çekerken, zaman zaman gözlerinizden akan yaşlara dur demek mümkün değil.

Fırtınalarla bilenen şehir Bakü, yeraltı zenginliklerini yeryüzüne taşımak için yeni bir dünyaya uyanıyor. Bakü’de bayram sabahını Azerbaycan Dini İdaresi Başkanı Allahşükür Paşazade kıldırıyor.  Gelecek yüzyılın önemli ekonomik güç merkezi Azerbaycan, şairleriyle kültürde, petrolüyle ekonomide “Ben varım” diyor.

‘’Kültürel savaşları yitirenler, ekonomik savaşları kazanamazlar. İnsanlık tarihi boyunca kültürel savaşların sürükleyici gücünü, geçmişin derinliklerinden geleceğe, bakmasını bilen aydınlar oluşturur. İnsanlığın ekonomik ve kültürel birikiminden yararlananlar, tarihle birlikte yaşamış gibi binlerce yıllık bilgi ve bilgelik birikimi kazanırlar. Yeni Cumhuriyetler, Türk ve İslâm dünyasına, zengin bir birikim sunuyor.’’

Sözcükler akıp kitap ilerledikçe Şeki’ye varıyoruz. Han Sarayı’nın tarihi, tasviri ile her kelime gözümüzde canlanırken, İslâm dünyasının sanata bakış perspektifi, Avrupa, Afrika ülkelerinin şehirleri, Anadolu sanat hazineleri hakkında bilgi ediniyoruz.  

“Şeki, Asya ve Avrupa arasında, yüzyıllarca devam eden ticaretin belkemiğini oluşturan İpek Yolu üzerinde kuruludur. İpek Yolu dünya ticaretinde, değişik ürünlerin olduğu kadar, farklı kültürlerin de en büyük pazarı olur. Ticaret yolları üzerinde kurulan ve gelişen İpek Yolu şehirlerinde, İslam dünyasında güzel ticaretin, en güzel örnekleri verilir. ‘’

Medreseler kültürümüzün mihenk taşıdır. Ortak akıl, din, vicdan tesis etmek, ortak devlet anlayışının teminatıdır. Medreselerin en güzel örneklerini Asya şehirlerinde görmek mümkündür. Eski Taşkent’in kalbinde bulunan Barak Han Medresesi’nin yanındaki camide Cuma namazı kılınıyor.

“Taşkent’te Cuma namazlarına hocalar minbere, bir ellerine Kur’an, bir ellerine mızrak alarak çıkıyorlar. Bir elde Kur’an’la bir elde mızrakla kılınan Cuma namazları, haftanın genel bir değerlendirmesi olan hutbe, büyük bir anlam ve önemli bir değer kazanıyor. Kur’an, hukukun üstünlüğünün; mızrak, güvenliğin simgesi oluyor. Güvenliğin sağlanmadığı yerde, hukuk ağırlığını, gücünü ve üstünlüğünü yitirir. Dünyanın neresinde olursa olsun, hukukun üstünlüğünü yitirdiği ülkelerde, üstünlerin hukuku geçerlilik kazanır. ‘’

“Ah Semerkant... Dünyanın hiçbir şehrinde zaman, Semerkant’ta algılandığı gibi algılanmaz. Semerkant dışında hiçbir şehirde, geçmiş zamanla gelecek zaman böylesine iç içe olmaz, böylesine birbiriyle harmanlanmaz. Asya şehirlerinde zaman donar, zaman gelir geçmez, insanlar gelir geçerler. Semerkant’ın geleceğine geçmişinden gidilir.”

Ve son durağımız Buhara, kültürün yoğrulduğu şehir. “Büyük Türkistan’dan Bursa’ya uzanan yolda, Semerkant ve Buhara Türk ve İslâm dünyasının, açık üniversiteleri olma görevini yüklenirler.”

Teknoloji, ulaşımda gelinen noktada dünya küçülüyor. Uzak şehirler yakınlaşıyor, yönetimler yerelleşiyor. Şehirler devletleşiyor. Dünyanın her yerinde kültürel, ekonomik, siyasi anlamda dengeler değişiyor. Bu yeni düzende Türk cumhuriyetlerinin de konumu değişip gelişiyor.

Prof. Dr. Ersin Nazif Gürdoğan her fırsatta, “Dünyayı da iyi okumalısınız. Dünyayı iyi okuyamayanların hayatta, işte, siyasette ve sanatta başarılı olmaları mümkün değildir. Ancak, kendi köklerine de yabancı olmak aynı şekilde büyük bir sorundur.” der. Ve gezi/düşünce kitapları ile ekonomi, üretim, kalkınma, sanat, edebiyat, düşünceye dair çok yönlü bir bakış açısıyla dünyanın şehirlerini okurlarıyla buluşturur.

Zamanı Aşan Şehirler’in önsözünden bir alıntı ile yazımızı nihayetlendirelim:

“Dünyanın her ülkesinde, hayatın her alanındaki, küresel genel geçer değerlerin kaynağını, peygamberlere ve kitaplarına dayanan kutsal kültür oluşturur. Kutsal kültürde insanlığın beş bin yıllık tarihi, ilk peygamberle başlar, son peygamberle tamamlanır. Dünyada, ‘tarihin sonu’ son peygamberle gelir. Bütün ülkelerde üretimiyle, yönetimiyle, aşkın kaynaklara dayanan ve kutsal kültürden beslenen, yeni bir dönem başlıyor. Asya’nın altın şehirleri Bakü, Şeki, Taşkent, Semerkant ve Buhara gözlemleri, izlenimleri, çağrışımları; yirmibirinci yüzyılın, Türklerin ve Müslümanların yüzyılı olacağını gösteriyor.”

Hülya Günay

Kaynak: Hece Dergisi