Serçelerin Şarkısı
(Avaze Gonjeshk-ha , آواز گنجشکها )
Pazar akşamı Alkazar Sineması'nda izlemiş olduğum Serçelerin Şarkısı bana keyifli dakikalar yaşattı. İranlı bir yönetmenin elinden çıkan bu filmden aklımda kalanları, kendi bakış açımdan ve kendi dilimce yorumlayarak istifadenize sunuyorum.
Yaptığı getir götür işlerinden elde ettiği bazı eşyalarla Kerim'in evinin bir köşesi dolup taşmaya başlar. Yine böyle bir şekilde getirmiş olduğu mavi bir kapıyı eşinin ona haber vermeden komşusuna verdiğini öğrenince gidip alır ve yazın kavurucu sıcağında tarlalarda yürüyerek sırtında evine kadar taşır. Uçsuz bucaksız kahverengi tarlaların üstünde bu renk monotonluğunu bozarcasına taşınan bir mavi kapı ve sırtındaki dünyalığına sıkıca yapışan, onu sırtlayan bir adam... Bu nokta Kerim'i bazı düşüncelere iter ve eski ile yeni yaşamını gözden geçirir, sorgular. Altında kaldığı eşya yığının çok anlamlı ve güzel bir sembol olduğunu düşünüyorum; şöyle ki, şehirde çalışmanın ona verdiği ahlaki zarar, bozulma ve mal kaygısı adeta somutlaşarak cisimleşiyor ve onu okkalı bir şekilde eziyor. Çocukların panik hali müthiştir, hele ki balıkların kabına ulaşmak için kabın çıkmasına engel olan üstteki, kendilerinin olmayan başkasına ait eşyaları umarsızca atışları… Yaralı ve iş göremez durumdaki babaları Kerim'in eşyaları atmamaları için çırpınmasını umursamaz hiçbir çocuk.
Çalıştığı çiftlikten bir devekuşu kaçması sonucu kovulan Kerim'in, işitme engelli kızına yeni bir kulaklık almak için şehirde çalışmaya başlaması, oradaki düzenin zamanla kendi değerlerinde de bazı değişimleri beraberinde getirmesi ve Kerim'in vicdanıyla hesaplaşması filmin ana ekseniydi.
Şehirdeki ilk gününde motoruyla taşımacılık yaparak eski işindekinden fazlasını kazanan Kerim, bu paralarla eve erik alır ve dönüş yolunda bir kısmı motorundan o fark etmeden dökülür. Hak etmediği miktarın karşılığı belki de o dökülen eriklerle ödenir, kim bilir...İşte bu görüntü, Kerim'in içinde palazlanmaya başlayan mal ve dünyalık hırsını bize güzel bir şekilde yansıtıyordu. Ayrıca eşinin komşusunun yanında düştüğü mahcup durum da söz edilmeden geçilmemesi gereken bir durum.
Bir gün bir inşaat alanından almış olduğu çanak anten çocukları için tam bir müjde olur, ne de olsa artık en sevdikleri çizgi filmleri izlemeleri için babalarının çatıya çıkıp külüstür eski anteni düzeltmesi gerekmeyecektir.
Buzdolabı taşıması yaptığı bir gün motoru arızalanır ve o da diğer arkadaşlarına yetişemez. Zaten adresi de onlar olmadan biliyor değildir. İlk olarak, gitmesi gereken yeri kendi bulmaya çalışır; başarısız olunca da buzdolabını eve getirir. İlk etapta kendinin olmayan bir malı evinde kullanmayı düşünmez ve ertesi günü tekrar adresi bulmayı dener. Girişimleri sonuçsuz kalınca da şehirde çalışmanın ona verdiği ahlaki bozulma kendini gösterir ve buzdolabını başkalarına satmaya çalışır.
Fakat içinde, kendindeki bu değişime karşı çıkan bir taraf da yok değildir. Mesela yine taşımacılık yaptığı bir gün trafik tıkanır ve sürücülere bir şeyler satarak para kazanmaya çalışan çocuklar da doğal olarak meydanları doldurur. Kerim'in gözüne elinde buhurdanlıkla dolaşan küçük bir kız takılır. Yanına yaklaşan küçük kıza yardım edecek olmanın verdiği mutlulukla gözleri parlayan Kerim elini cebine atar. Ama şu işe bakın ki, çıkardığı para 5000 Toman"dır* ve üstelik bozuk parası da yoktur. Vicdanıyla baş başa kalan Kerim bir süre bocalar. Acaba bu 5000 Tümen*"i vermeli midir yoksa çekip gitmeli midir? Önce parayı diğer sürücülere bozdurmayı dener ama onlar da ona pek yardım edeceğe benzememektedir. Bu girişimi sonuçsuz kalan Kerim küçük kıza son bir kez bakar ve yardım etmeden oradan uzaklaşır. Filmin en can alıcı noktalarından birisi de işte bu sahnedir kanaatimce...
Yine şehirdeki klasik bir gününde bir yol kenarında çiçek satan çocuklar görür ama bu sefer sanki bazıları tanıdıktır. Gerçekten de haklıdır Kerim, işitme engelli kızı ve oğlu da orada ellerinde çiçeklerle müşterilerini beklemektedir. Siniri tepesine çıkan Kerim, yolun karşısına geçtiği gibi çocuklarına adamakıllı bir dayak atar. Tabii bunun evdeki devamı da vardır...
İlerleyen zaman içerisinde evine getirdiği eşyalar artık yığın olmuştur. Günün birinde Kerim, bu yığının arasından geçerken eşyalar üzerine yıkılır ve altında kalır. Bunun manası nettir: Belli bir müddet eşinin ve çocuklarının eline mahkumdur artık; parayı onlar bulmalıdır. Yani çiçek satmalarının karşılığını fazlasıyla almış olan çocukları ve eşi, talihin cilvesine bakın ki, bir müddet evi geçindirecektir.
Filmden aklımda kalan başka bir nokta ise çocukların masum ve saf dünyaları ile ilgili. Kerim'in oğlunun hayali 1000 balık almak ve onları besleyip çoğaltarak satmak ve böylece de zengin olmaktır. Nitekim bu parayı zor da olsa biriktirmeyi başarır ve bir kaba koyduğu balıkları üzeri çeşitli eşyalarla yüklü akrabalarının arabasının kasasında altlarda bir yere koyar. Varış noktasına gelen araba durup da yüklemiş oldukları malları boşalttıkları sırada gördükleri manzaranın çocuklar için anlamı büyüktür: Kapta her nasılsa bir delik açılmıştır ve acele edip onları yeni bir kaba koymazlarsa bu hayallerinin bitişi demektir.
Bunu da şöyle yorumluyorum, insanın kendi değer verdiği şeyi kaybedecek olması ona dış dünyadaki her şeyi unutturuyor, hiç bir önemi kalmıyor, tek düşündüğü nasıl ne şekilde olursa olsun onu kurtarabilmek. Sonunda çocuklar balık kabını kasanın altından çıkarmayı başarırlar ve bir yeni bir kap bulmak için koştururlarken tahmin ettiğimiz şey olur: Ellerinden kayıp kırılan sadece plastik, beyaz bir kap değildir, bir çocuğun belki de tüm dünyasıdır. İşte filmin başka bir kırılma noktası, belki de en önemlisi budur.
Çocukların umutsuzluğun ve hayal kırıklığının zirvesini yaşadığını görmek için yere boylu boyunca saçılmış balıklara bakan büyümüş gözbebeklerine bakmak yeterlidir zaten. Sonuçta ne mi olur, kurtarabildikleri balıkları yakındaki su kanalına atarlar ve ellerindeki tek balığı da bir poşete koyup evin yolunu tutarlar...
Genel bir değerlendirme yapacak olursam en son küçük bir çocukken İran filmi izlemiştim. Serçelerin Şarkısı ile birlikte yine doğu filmlerine merakım başladı diyebilirim. Hep batının filmlerini ve dolayısıyla bilinçaltımıza itilen dünya görüşlerini yeterince izledik senelerce. Kuşkusuz İran ve doğu filmlerinin de keşfedilmeyi ve anlaşılmayı bekleyen yönleri var, onların da bize mesajları var, yeter ki kulak verelim. Kaldı ki doğu ile yüzyılların birikimine sahip köklü bir tarihi, dini, kültürel geçmişimiz var. Geçmişte bazı alanlarda geri kaldık diye bize reçete olarak sunulan Batılılaşmayı doğuyla köprüleri atmak olarak anladığımız ve faturayı doğuya kestiğimiz için ona ait pek çok şeyi geri plana ittik, hasır altı ettik.
Dilerim bu filmler bize bu yanlışımızı fark etmemize ve doğuyu yeniden anlayıp yorumlamaya, onla barışmaya vesile olur. Özetle ben bu filmden baya keyif aldım ve bende doğu sinemasına ilgi uyandırdı diyebilirim, filmin yönetmeni Mecid Mecidi'ye ve yapımda emeği geçenlere bana yaşattıkları bu güzel hafta sonu için teşekkürler...
Aşkın Çelik, serçeler, balıklar ve eşyalar gördü, gösterdi.
* İran Tomanı, İran'daki 10 riyal karşılığına denk gelen para miktarı yerine kullanılan gayrı resmi sözcük. Türkçe köken olarak onbin (tümen) anlamına gelen bu sözcük 1798-1825 yılları arasında 10.000 dinar = 1 toman olarak kullanılan İran'ın resmi para biriminin adı idi. 1932 yılında 1 toman yerine 10 riyal oranında riyal tedavüle kondu.