Bir şeyin kendinden başka her şeye dönüştüğü/dönüştürüldüğü zamanlardayız. Hakikat, hakkaniyet, gerçek postmodern bir belirsizlikte, bulanıklıkta yüzüp duruyor. Otantik varlığından uzaklaşmış, nesneleşmiş, ancak kullanım esnasında görülen ve kullanım değeri kadar gösterilen tarihî şahsiyet ve olayların içindeyiz. Aşırı görsellikle, efektlerle her şeyin sulandırıldığı, anlamsız bir eğlenceye dönüştürüldüğü bir sosyo/kültürel ortam. Ciddiyetten, vakardan uzak…

Bu ciddiyetten uzak, aşırı görselliğe dayalı, hakikati aramak gibi bir iddianın olmadığı günümüzde tarihî şahsiyetlerin kendi kişiliklerinden uzaklaştırıldıklarını, başka kimliklere eklemlendiklerini, deforme edildiklerini görüyoruz. Zamana hâkim batıl anlayışların karakterine göre insanların hayatları dezenformasyona uğratılmış bir şekilde piyasaya servis ediliyor. Düşünme ve konuşma kapasiteleri facebook ve twitterin karakterleriyle sınırlı zihinlere uygun düşünür, bilim adamı, filozof, şair vb… prototipleri oluşturuluyor. Aperatif, derinliği olmayan, uçup giden… Mevlana’dan bir ilişki uzmanı, yaşam koçu, demokrasi piri, İbn’i Arabi’den efsane bir nihilist, Yunus Emre’den bir hümanist, yalvaç bir aylak yontulması gibi…

Ejder Okumuş, İnsan Yayınları’ndan çıkan 13. Yüzyıldan 21. Yüzyıla Yunus Emre kitabıyla yukarıda söylediğimiz, sınırlarını çizmeye çalıştığımız anlayışın dışına çıkarak bize gerçek Yunus’u çeşitli yazar ve araştırmacıların kaleminden ulaştırıyor. Şenel Korkut’tan Sezai Karakoç’a, Nurettin Topçu’dan Mümtaz Turhan’a, Bilal Kemikli’den Cafer Şen’e, Mehmet Kaplan’dan Erdoğan Boz’a… Kitap, Yunus Emre’yi değişik yönlerden ele alan, O’nun düşünce ve inanç dünyasını inceleyen, sanatına ve şiirine dair araştırmaları içeren makalelerden müteşekkil. Bazı yazılar felsefi/teolojik bir disiplinle Yunus’u ele alırken bazıları kişisel fikirlerini beyan etmişler.

Yunus gibi bir anlatıcımızın yokluğu

Yunus Emre… Çağlar ötesinden gelen ve bütün çağları aşan bir ses. Türkçemizin berrak pınarlarından çağlayan dupduru su. Anadolu’nun yakılmış yıkılmış, talan edilmiş tarihinin ve talihinin üstüne asude bir yağmur gibi gelir. Yeniden dirilişi ve direnişi muştular. Moğolların ve gözü dönmüş Haçlıların virane bir mülke döndürdüğü coğrafyamızda umudu sesler, umudun sesi olur. İnsanoğlunun bitmez tükenmez çilesinin sözcülüğünü yapar. Ejder Okumuş kitabın önsözünde, “Yunus Emre bir bunalım toplumu insanı, bir zor zamanlar düşünürü, bir olağanüstü ikindiler adamıdır. O, sıra dışı zamanların ortaya çıkardığı sıra dışılığıyla düşüncesinin 13. ve 14. yüzyıllardan 21. yüzyıla haykırabilmiş, gönderebilmiştir.” diyerek O’nun orijinalliğine dikkat çeker.

13. yüzyılda yaşamış Yunus, zamanı düz bir çizgiden ibaret gören, ilerlemeci pozitivist tarih kuramlarını paramparça ediyor. Aradan geçen yüzyıllara rağmen söylediklerine kulak kesiliyoruz. Şiirleri hâlen dipdiri. Modern insanın “biz eskilerden daha ileriyiz, her şeyi aştık” demesi Yunus’un şahsında kuru bir iddiadan ibaret hale geliyor. Varlığa, yokluğa, endişeye, umuda, ölüme ve yaşama Yunus kadar yakınlaşabilmiş ve bunu arı duru anlatabilmiş biri var mı şu an? Evet, aslında yaşanan hiçbir şey değişmiyor, eskiden ne yaşandıysa şimdi de aynıyla vaki. Savaşlar, yıkımlar, istilalar, kardeş kavgaları, sömürü, güce tapıcılık, benliğe mahkumiyet, nefsin putlaştırılması, moral bozuklukları, yoksulluk, adaletsizlik, yalan, talan hepsi aynı. Bütün bunları Yunus gibi anlatabilen ve anlattıkları yüreğe işleyen biri yok. İşte geçmişten değişik olan tek şey bu. Yunus gibi bir anlatıcımızın yokluğu…

Kitapta Sezai Karakoç’a ait “Çevre” adlı yazı, Yunus’u ortaya çıkaran, O’nun ruhunu mayalayan iklimi çarpıcı bir üslupla anlatıyor. Sezai Bey’in de belirttiği gibi Batı’dan gelen haçlı seferleri ve Doğu’dan gelen Moğol akınları Anadolu’yu kasıp kavurmuştu. Yıkıntıların, yanmış, kavrulmuş ruhların içinden yepyeni bir çağ başlıyordu. Bu çağın manevi mimarlarından biriydi Yunus. Fizik ve metafizik âlemde dibe vurmuş bir medeniyete İslam’ın diriltici nefesini şiirle üflüyordu. İslam’ın en saf ve en sade haliyle… “Çevre” yazısında altı çizildiği üzere Yunus herhangi bir akımın, ekolün, ideolojinin dar kalıplarına sığmaz. O’na yakıştırılan Bâtınilik, Bektaşilik O’nun varlığını kategorize etmenin dışında herhangi bir manayı ifade etmez. Serapa bir ruh ve samimilik anıtıdır yaşamı.

Hangi Yunuslarla karşı karşıyayız?

Haberimizin başlarında da değindiğimiz gibi bir samimi Müslüman olan Yunus’a hümanistlik yaftası yapıştırılmaktadır. “Yunus Emre Hümanist midir?” yazısında Ali Torun iddialara cevap veriyor. Yunus’a sadece hümanistlik unvanı verilmemiş makalede belirtildiği gibi. Milliyetçi, ateist, sosyalist, rasyonalist, meczup… Yunuslarla karşı karşıyayız. Evet, bir çok zorlama yorum ve hayatı hakkında pek fazla bir bilgi olmayan bir şahsiyetin ideolojik kalıplara hapsedilmesi. Bu tip tanımlamalar en çok da ülkemizdeki sosyalist, laik çevrelerdeki düşünce ve sanat adamlarınca getirilmekte. Bu tip tanımlamalar aynı zamanda İslam’a duyulan antipatiyi de açığa çıkarıyor. Ali Torun bütün bu iddialara yine Yunus’un dilinden cevaplar vererek gerçeğe dayanmadıklarını gösteriyor. Yunus bir Müslümandır. Allah karşısında insanı yücelten bir hümanist değildir aksine Allah’ın emirlerine itaat edilmesi gerektiğini söyler. Yunus’un düşünce dünyasında zıtlıkların yerine dostluklar, maddenin putlaştırılması yerine ruhun arındırılması çabası vardır. Gönül der Yunus. Gönül… Gönül, Allah’ın tecelligâhıdır.

Evet, Yunus Emre bir bitmez tükenmez derya. Yaşamın çetinliklerinden, zorluklarından kararan yüreklere umut ve aydınlık aşılayan bir şair. Bir Müslüman. Bir Allah dostu. “yaratılanı yaratandan ötürü” seven bir büyük vicdan. Bugün insanlığın aradığı bütün değerleri 13. yüzyılda Kur’an ışığında dillendiren bir Hak âşığı. 13. Yüzyıldan 21. Yüzyıla Yunus Emre kitabı bir nebze de olsa bize Yunus’u anlatıyor. Onunla hemhal olmamıza vesile… Kitap değişik düşünür, akademisyen ve şairlerin kaleminden çıkan yazılardan oluşuyor. Okumak ve O’nu tanımak gerekir. Dünyamızı mahvedecek bir potansiyeli içinde barındıran sevgisizliğe, nefrete, ötekileştirmeye karşı Yunus’a kulak verilmeli. Yamyamlaşan, vahşileşen insanlığa İslam’ın insanlaştıran çağrısıyla karşı durmak. Yunus’un şiirlerini gök kubbede yeniden çınlatmak. Herhangi bir Yunus’la, piyasa malı Yunus’la değil. Gerçek Yunus’la, bizim Yunusumuzla. Neden olmasın ki?

Muaz Ergü yazdı