Hababam Sınıfı’nın meşhur bir sahnesinde Hafize Ana öğretmen olarak derse gelir ve yeni öğrenci Ahmet kandırılır. Bu sahne Şaban’ın Ahmet’e dönerek söylediği “bak yazılı gibi başladı, sözlüye karar verdi” cümlesi ile hafızalarımıza kazınmıştır. Biz aile arasında beklenmeyen her şey için bu sözü kullanırız yıllardır. Silvan Alpoğuz’un Ketebe Yayınlarından çıkan Dünyayı Başlarına Yıkacağız adlı kitabı tam olarak öyle oldu benim için. Bu kitap, kapak kenarında ‘öykü’ yazmasına rağmen orta kısımlarında şüphelenmeye başladığınız, sonunda okuyucu şaşırtan parçalara ayrılmış bir roman bence. Öykü kitaplarına ilk sıradakinden başlayıp devam edenlerdenseniz, her öyküden sonra, bir yerlerdeki soruların çözüldüğünü görebilirsiniz. Eğer, karışık bir sırayla okuyorsanız da, her bölüm kendi içinde farklı değerlendirmelere tabi tutulabilir.
İlk öyküde olaydan ve gidişattan daha çok hikaye ve roman üzerinde birkaç cümle dikkatimi çekmişti. Dönüşüm ve değişim süreçlerini (büyük çapta ve kendi çapımızda) “hikaye” ile sağladığımız gerçeği dank etti mesela. Kitabın içinden kendime öyküler çıkardım. Hayatımdaki öyküleri kitapta dönüştürdüm. “Birinin çıkıp bir hikaye anlatarak dünyayı nasıl okumamız gerektiğini kulaklarımıza fısıldaması gerekir. Bir kişidir bu, çıkar ve değiştirir. Hepimizin bütün ince zevkleri, sonu gelmez okumaları, dalgınlıkla geçen akşam yürüyüşleri hep o bir kişinin olgunlaşması ve ortaya çıkması içindir.” Yine ilk öyküde geçen ve altını çizdiğim bölümü son hikayeyi okuduktan sonra demek bu yüzdenmiş dediğim. “Yeni toplumu romanla kurgulamaya çalıştık, romanda vadesini doldurdu. Bugün atılım hikaye ile gerçekleşebilir.” Sonra da “kitap iyi ki bir öykü kitabı olarak tanımlamış” dedim.
Yazarla ara ara karşılaşıyoruz
Yazar ile ilgili kitabın genelinde hissettiğim şeyler “yazacağım, hepinizin düzenini mahvedene kadar, dünyayı başınıza yıkana kadar yazacağım” diyaloğunda gizlenmiş. Bunu isyankar bir söylem olarak da algılamadım… samimi bir mücadele gibi daha çok. (Bir açıdan isyan ettiği şeyler de yok değil yazarın. Öykülerin birçoğunda denediği kurgusal ve ufak biçimsel farklılıklar alttan bir göz kırpma emaresi verdi). Kitap boyunca bir karakter dışında, üçüncü tekil ağızdan anlatılıyor hikayeler. Fakat buna rağmen kitabı yazardan uzak da okuyamıyoruz. Ara ara karşılaşıyoruz bir yerlerde. Bazı öykülerin başında ‘ağır’ diye sıfatlandırabileceğimiz cümleler ile karşılaşıyoruz. Bazı tanımlar ve alıntılarla… Öykünün başında okuyucuya bir çentik atıp, “nereden geldi bu şimdi” sorusuna cevap aratıyor. Öykü bitince mantığınıza yatıyor ama asıl kitap bittikten sonra şöyle bir göz gezdirince. “He şimdi oturdu” diye çentikten kurtuluyorsunuz.
Yeraltı bir isyan hareketinde yer alan yedi karakterin, hayatlarına şahit oluyoruz kitapta. Bununla beraber her karakterin kendi hayatlarına şahit olup buluştukları noktalar ve hareket içerisindeki yerlerine dair bir sonuçlar çıkarabiliyoruz. Bu kitabın ayrıca senaryolaştırılmaya uygun olduğunu söyleyebiliriz. Yazarın iletişim ve sinema bölümü ile ilişkisi nedeniyle bunun doğal olduğunu söylemek mümkündür sanıyorum. Kitabın bütününün filme uyarlanabilir olmasının yanında, her öykü içinden uzun başka eserlerin de çıkabileceği düşüncesi, bir gün değerlendirilebilir umarım.