SEMUD

 

Şahmerdanlar gömmektedir şimdi

Aşkımızın göğsüne

Yadırgı hüzünleri

Kaypak bir çamur olan mayamız

Kinle bereketlenmektedir.

 

Uyuyan bebekleriyle

Üşüyen köpeklerini bir yana bırakıp

Bir sabah vakti dudaklarımda

Direnmiş yüreklerin isyanını taşıyan keskin bir ıslık

Ellerim ceplerimde

Bu şehri yerle bir edersem

Bana deli

Bana çılgın diyecekler biliyorum

Gönlümü

Âsi bir tohuma gizleyerek toprağa gömüyorum

 

Bu şehr ki amansız

Göğünü bile çekti üzerimden

Dört nala koşan ayaklarına şiirimin

Bukağılar vurdu

Yürütünce fillerini zarif ve soylu

Arab atlarının üzerine

Ebabil kuşları uçuruyor bir adam

Gözünün bebeğinde

 

Bilinmez mi elimiz değdiğinde buz gibi pınarların

Köze kestiği

Yürüdüğümüzde dağların yok olduğu

Öfkeyle baktığımız solgun

Nice görkemli taş tapınakların

Yerle bir ettiği

Bilinmez mi?

 

Ahdimi kavruk ağaçlara

Kanadı kırık kuşlara

Yivleri aşınmış bir tabancaya

Bir de yetim çocuklara

Utancından küçülüvermiş haritalara

Yani

Onurlu yorumlayıcılara

Bırakıyorum.

 

Ben ki saçına çokça aklar berkitilmiş bir Semud’um

Ağlamak için başına uygun duvarlar arayan

Unutulmuş çiçekleri tozlu raflar arasından

El değmemiş kitaplardan

Yüreği üzre koyup örselemeden çıkaran

Her kelimeyi

Gereği üzre akıp giden hayata uygulayan

Karanlık kuytulara sarkıtılmış bir Semud’um

 

Şimdi

Ölümden arda kalmış acılar yazılıyor

Bizim alnımıza

Tasdikli mühürlü kağıtlarımıza

Güneş döner

Ay peşimizde vay gülüm

Bu çılgın adamlar sığmaz dünyaya

 

Ve korku içimizde

Uzanıp yatmış köpek

Anten olmuş her sese

Kulak kabartmış köpek.

 

Biliyorum

Biliyorum bir oda gibi coğrafya atlasına

Sınırları kanla değil kalemle çizilmiş bir ülkeyi

Bankalar, bankerler, tröstler, tecim evleri

Kravatlı, rüzgarsız saçları, boyalı potinleri

Yüzleri kara bir gecede ışıldayan faiz hadleri

Cepleri teberru çekleri, piyango biletleri

Evleri tıka basa ölü çocuk kemikleri

Yanmış genç bedenleri

Acıyla yok edilmiş adam iskeletleri

 

Biliyorum

Basarak kan deryasına yürüyor onlar

Ve ayaklarının altı lekesizdir, biliyorum

 

Ben kendimi sokaklara karşı denemedim

Çekilirken üstümden boz bulanık sel suları

Önce hüznü belledim

Su verilmiş çeliklerden

Sabrı bilendim

Bir çok harfi sağır olan alfabeden

Karanlığın buzul topraklarında

Bir kar çiçeği gibi

Göğermeyi öğrendim

 

Ben kendimi sokaklara karşı denemedim.

 

Onlar hep benziyor birbirilerine

Kendini dinleyen bir böcek gibi duyargalarını

İçlerine çevirdiklerinde

Zalimdir, gururludur, yeryüzü titrer yürüdüklerinde

Bilirler her şeyi, bakışları keskindir de

Bir ağır makineli saniyede kaç mermi atar

Bir çırpıda söylerler de

Yeni açmış bir çiçeğe eğilen adam

Zindana atıldığında da Fatiha okur

Bu bir

Sakalı zorla kesilmiş birisi

Sarıklı, cübbeli, sakallı bir gizli kimlik taşımıştır

Ve bir kaya kütlesi oluncaya kadar

Dağlara bakmamaya yemin etmiştir

Bu iki

Sonbahara direnmiş

Kışı göğüslemiş ağaçlar

İllâ da patlatacaktır domurlarını ilkbahara

Ve yaz hasat mevsimidir

Bu üç

 

Bilinmektedir

Ve onlar

Hep birbirine benzemektedir.

 

Biliyorum ana, biliyorum

Bedenimde bu zulüm

Kara geceyi bir örtü gibi düşlerimize saran

Berrak sulara bir damla kan olup yayılan

Günlere eriyorum

Sabır sayfaları okunup üflenmiş yüreğime

Ben ki korkulara efsunluyum

 

Akrep topraklara beleyip

Av’cuma yılan kavisler sürerdin de

Saçıma ki ana deli çırpınmalar eklerdin

 

Daneleyin ekilmezsem vay beni

Gök tırpanla biçilmezsem vay beni

Senin’çün dâre

çekilmezsem vay beni

Ey bu harfi yüreğime ilikleyen

Ayetini buğdayıma çizen yar

Savruk yapraklar ağlıyor güzün kararttığı suyumuzda

Sarı ve savruk

Yanık yanaklarımızı sürüyoruz toprağın

Serin

Ve diri yüzüne

 

Ben şiirini söylemedim daha

Dıştan durgun ve sessiz

İçten içe lavlarını kaynatan bir yanardağın

Yuvası dağıtılmış kartalların

Ve gözlerine

Sonsuz Güzünlerin mili çekilmiş çocukların

Şiirini söylemedim daha

 

Vurulduğu gece

Toprağa düştüğü yere

Taşlardan bir kin anıtı olarak

‘düşek’ler yapılmamış

Kanlısı kargışlanmamış

Ve ölümün ter ü taze gözlerinin

Çok renkli bir nakış olarak

İşlendiği gömleğine

İncecik kadın yüreklerle

Evlâd, iyâl

Ana, bacıseslerle

İlençlerle ağlanmamış

Kimsiz, kimsesiz bir ölü gibi yatırılmış

Unutulan yüreğin hey

Şiirini söylemedim daha.

 

Uzun

Nefeslerle düşünmekten sakınan bir güneş

Minicik serçelerin yumulmaz gözlerine gizlenerek

Bir çırpıda çakılıyor arza

Ben o zaman

Elimi kaldırıp

El yordamıyla

Gözü bağlı

Tetiğe dokunuyorum

Yaşamanın sivri yanları çakılıyor göğsüme

İnsanlar kayıp gidiyor tırnaklarımın arasından

Göğsümde kargılarını unutuyorlar.

Ben yine

Onikiden vuruyorum

 

Atlayıp üstüne şavkı vuran sözcüklerin

Gümüş sağrılı küheylanı

 

Yormadan

Dörtnal

Koşturuyorum

Ben

Akkor demirlerle ağlamak köprülerini sağlayan cerrah

Kanayan bir yaraya çifte nağralar çiçeklendiren

Yitik çocukların rahmısıla közlerine bastığı

Bu umut merhametini karartan göğe

Düşen yaprağa

Hasretinden çatlamış toprağa sürüyorum.

 

Anlamazsa

Pençesini dağa vurmuş vay gülüm

Kartallar bizi anlamazdı

Dokunan mı var akıp giden buluta?

Ağustos ortasını hercai

Yağan

Yağmur bizi anlamazdı

 

Bu Fırat ne Fırat’tır

Uyuyan bir adamda

Gün yanığı surattır

/uzaktan

Kıldan ince, kılıçtan keskincedir

Sırattır

/yakından

Dağı deler, taşı ezer, ak köpüklü ordulardır

Fırat bizi anlamazdı

Anlamazsa

Gözünü yol eylemiş vay gülüm

Gül gibi yârimiz

Çocuklar bizi anlamazdı.

 

Yârim

Kısa konuşmak

Gövdesi zindanlara sığdırılmış

Bileğinde

Zayıf bırakılmış insanlar kıyama durmuş

Kafasında düşünceler kardaşlanan

Dar zamanlı adam işi

 

Yargımız okunmuş bizim

Bigünah

Yüzümüze karşı

Bir idam mahkûmunun son gecesinde

Sabahı bekleyişi

Bekleyişimiz

Gülüşümüz

Dünyaya duruşumuz

 

Su vuruldu akacaktır

Bent tutulsa taşacaktır

Nadasa bırakılan düş

Bir gül gibi

Sabaha

Açacaktır.

Önce ilkel bir kılınç gibi kelimenin anlamını

Gökyüzünü ve toprağın yüzde yüz yalnızlığını

Yere düşer düşmez eriyen

Kar tanelerinin hıncını

Bir bir düşündük

Ve gördük ki

Dar gelen bir hiyisi gibi dökülüyordu

Ağaç kabukları

Yaşlı dalların ağır kamburları

Toprağa karılıyordu

Ve deniz

Tokmaklamakla dövülen bir bakırın

Gürültüler çarşısıydı

Neydi hayat?

Sımsıcak bir bedende kayıp giden hangi ipekti?

Yani

Ölürken yok olan şey.

 

Dönüyorken dünya

Ve kokuyorken toprak

Kısır bir kadının mağrur yüzünün

Kopyasıyken kayalar

Birden bire duru verdi hayat

 

‘Yarabbi, yarabbi bari kar yağıyor olsa’

 

Birden

Salih geldi

Kar yağdı

Helal lokma, haram lokma ayrıldı

İnsanlar hayatı kavradı

 

Sonra yine kar yağdı

 

Bunu ben söylüyorum

Ey semud!

Her yükselen bina göğün ilminde intihardı

Kara bir balçık caddeleri, sokakları sardı

Evleri kuşattı

Oysaki ömrümüz ey Semud

 

Biçildiği kadardı

Sonra yine kar yağdı

Sonra

Bir Semud vardı

 

Cumali Ünaldı Hasannebioğlu  1981 (Bir Gecenin Şiiri- Andolsun Aşka)

 

Said Kotan ç-alıntıladı