Prof. Dr. Osman Turan Hoca’nın 70’li yılların sonu ve 80’li yılların tamamında gündemde kalan Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi adlı baş eserinin yayınlandığı tarihten bu yana, özellikle üniversitelerin ilgili bölümleri ve muhafazakâr, milliyetçi okurlar nezdindeki halen süregelen popülaritesine şaşırmamak gerekiyor. Bahsetmiş olduğumuz akademik ilgi başta olmak üzere akademi dışından da beslenen bu ilgiye bakarak bu kitabın neredeyse bir efsane haline geldiğini söylemek bile mümkün.

Alanında vazgeçilmez bir başvuru kaynağı niteliğindeki bu kitap hakkında, Füruzan’ın Kırkyedililer adlı romanında da, romanın kahramanı, sol örgüt mensubu Emine’nin kitaplığına bakarken sayım dökümünü yaptığı kitaplardan biri olarak, edebiyat tarihimiz açısından önemli bir kayıt düşüldüğünü de söylemeden geçemeyeceğim.

Osman Turan Hoca’nın kuşakları birbirine bağlayan, ortak bilgi ve başvuru kaynağı halindeki bu efsane kitabından başka, her biri bir başka ustalığı gösteren diğer kitapları ise şöyle: Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, Oniki Hayvanlı Türk Takvimi, Selçuklular Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti, Selçuklular ve İslamiyet, Selçuklular Zamanında Türkiye, Türkiye Selçukluları Hakkında Resmi Vesikalar, Türkiye’de Manevi Buhran Din ve Laiklik, Türkiye’de Siyasi Buhranın Kaynakları.

Selçuklu Tarihi’nin kurucusu

Osman Turan’ın tarihçiliği elbette çok daha geniş bir tarih alanını kapsamakta ise de, o daha çok Anadolu, Türk ve Selçuklu Tarihi üzerinde durmuş, neredeyse Selçuklu tarihinin bütününü bölümler halinde inceleme başarısı göstererek, başka bir anlamda da kendi tarih tetkik metodunu kurarak Selçuklu tarihine yeni bir kavramsal dizge oluşturmuştur.

Özellikle ortaya çıkardığı ve titizlikle incelediği vesikalardan yola çıkarak, İslam’la şereflenmiş bir Selçuklu Medeniyeti tarihini seslendirmiş oluşu ise, bir bakıma genel tavrındaki Anadolucu tarih anlayışını açıklayacak biçimde onu akademinin içindeki Selçuklu haline getirmiştir.

Osman Turan Hoca’nın bu tavrını, yaşadığı dönem içerisindeki İslam öncesi Türk tarihini mitolojik bir biçimde ele alan resmi tarih anlayışına karşı verilmiş bir cevap olarak görmek mümkün. Bundan da öte, altını çizmiş olduğu Türklük, İslam ve Medeniyet gibi olgulara yüklediği derin kavramsal çerçeveden bakıldığında onu o devir için bir medeniyet ve bir inanç ekseninde konuşan bir büyük aydın olarak görmek gerekiyor.

Tarihçilikten siyasete dolu dolu bir ömür

Osman Turan Hoca aslen Trabzonlu. 1914 yılında Trabzon'un Çaykara ilçesine bağlı Soğanlı köyünde doğmuş, ilkokulu Çaykara'da, ortaokulu Bayburt'ta, liseyi Trabzon’da okumuş, sonradan lise tahsiline Ankara'da devam etmiş. Zamanın pek çok çalışkan öğrencisi gibi, memleketinde başlayan öğrenim sürecini merkezi bir ilde devam ettiren Osman Turan Hoca için bu eğitime dayalı göç, ona memleketi daha başka bir zaviyeden görüp izleme şansı vermiş, bir bakıma şehirli bir aydın haline getirmiş.

İşte bu bakımdan Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde başladığı üniversite öğretimi ve özellikle bir şans olarak denk düşen Ortaçağ Tarihi Kürsüsü’nde Fuat Köprülü'nün talebesi oluşu aynı zamanda Osman Turan’ın akademik hayatının da başlangıcı olmuştur. Fuat Köprülü’den almış olduğu ders ve ilhamla Ortaçağ’dan yola çıkarak daha çok Türk tarihine yönelen Osman Turan, mezuniyetini takiben Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Ortaçağ Kürsüsü’nde asistan olarak göreve başlayıp, doktora tezi için “12 Hayvanlı Türk Takvimi”ni konu edinerek, 1941 yılında tarih dalında doktor unvanını almış.

Devir, pek çok anlamda hem bir akademik sıkışıklığın hem de o sıkışıklık içerisinde uç veren bir akademik özgürlüğün başladığı bir devirdir. Sessiz bir biçimde de olsa siyaset, akademinin içinde ilginç bir yayılım içindedir. Osman Turan bu anlamda akademi içinde tek parti anlayışının tersine bir özgürlük arayışıyla dikkati çeken grup içinde yer alır. Bu bakımdan onun doktora tezi ve sonraki çalışmaları her ne kadar İslam Öncesi tarih anlayışıyla şekillenen resmi tarih tezi ile örtüşüyor gibi görünse de, bu tezi işlerken ortaya koymuş olduğu arkeolojik ve mitolojik zenginlik dolayısıyla Osman Turan’ı ideolog bir tarihçi olarak görmek isteyen resmi görüşle arası pek hoş olmamış ve bir bakıma bağımsız bir aydın olarak kendi konumunu kendisi kazanmıştır diyebiliriz.

Sonuç olarak da, aradığı akademik enginliği sağlayacak bir siyasal değişim arzusuyla Osman Turan Hoca, 1951 yılında da profesör olduktan sonra tıpkı hocası Fuat Köprülü gibi Demokrat Parti saflarında siyasete geçecektir. 37 yaşında genç bir profesör olarak zaten birçok tartışmanın ve kıskançlığın odağında kalan Osman Turan Hoca’nın bundan 3 yıl sonra 1954 yılında Demokrat Parti Trabzon Milletvekili olarak meclise girişi ise bu kıskançlık ve dedikoduların artmasına neden olmuştur.

Ülke çapında hem genç ve başarılı bir akademisyen hem de yeni kurulan millet eksenli bir partinin milletvekili olarak mecliste oluşu dolayısıyla oldukça muhataralı bir akademi ve siyaset hayatını birlikte sürdüren Osman Turan Hoca’nın özellikle milli tarih şuuru konusunda mecliste yapmış olduğu konuşmalar, akademisyenliği bir yana, siyasetçi kimliğinin de ne kadar zengin ve oylumlu olduğunu gösterecek niteliktedir.

27 Mayıs ihtilalinden sonra tutuklanan ve Yassıada'da on altı aydan fazla tutuklu kalan Osman Turan’ın siyaset hayatına ait bu dönem hakkında fazlaca konuşmamış oluşu ise hayli düşündürücüdür. Yassıada süreci sonunda kırgın ve küskün bir biçimde akademik hayatını nerdeyse bitiren Osman Turan Hoca; bir süre Trabzon’da kendi köşesine çekilmişse de, 1965 yılında yeni kurulan Adalet Partisi saflarında tekrar Trabzon Milletvekili olarak meclise girmiş ve Adalet Partisi’nin Genel Başkan Yardımcılığı'na kadar yükselmiştir.

Siyasette bulunamayan aktivite ve Aydınlar Ocağı

İlk başta içinde yer aldığı Demokrat Parti’deki siyasi çalışmaları bir yana, Osman Turan Hoca’nın özellikle Adalet Partisi saflarındaki siyasi çalışmaları onu yakından tanıyan pek çok dostuna göre, çok da istekli bir siyaset süreci olarak geçmemiş, parti üst yönetimiyle sürekli tartışmalar yaşamış ve sonunda akademik çalışmalarını devam ettirmek üzere Adalet Partisi’nden ayrılarak siyasetten tamamen çekilmiştir.

Osman Turan Hoca’nın hemen hemen bütün eserlerini ortaya çıkardığı bu emeklilik süreci başka bir anlamda da onu ilimle birlikte yürütülecek alternatif bir siyaset arayışına yöneltmiş ve çok önceden içinde yer aldığı Türk Ocakları’nda da tartışmaya açtığı pek çok eksikliği gidermek üzere, özellikle milli kimlik üzerinde yoğunlaşarak ciddi ve alternatif bir Türk milli kimliği oluşturmaya yöneltmiştir.

Bu anlamda 1959 yılında Türk Ocakları Genel Başkanı olarak seçilmesi ve o zamanın önemli dergisi niteliğindeki Türk Yurdu dergisine katmış olduğu milliyet ve İslam eksenli açılım hayli önemlidir. Osman Turan Hoca’nın Türk Ocakları’nda 10 yıldan fazla bir zaman sürdürmüş olduğu bu çaba, bir yandan Türk Ocakları’nın kolayca popülarize edilerek lümpen milliyetçiliğe akabilecek model biçimini değiştirmiş, öbür yandan da Türk Ocakları’nın ve Türk Yurdu dergisinin zeminini zenginleştirerek bugünlere kadar gelen bir okuma ve yayın sürecinin önünü açarak Türklük, kimlik ve İslam eksenli bir geniş yelpazenin uzun zaman içinde var kalmasını sağlamıştır.

Bu bakımdan onun Türklük, kimlik ve İslam eksenli çabasının en son ürünü olarak şekillenen Aydınlar Ocağı girişimini de aynı minval üzere değerlendirmek gerekmektedir. Aydınlar Ocağı’nın sentezci görüşündeki fikrî kırılma bir yana; Osman Turan Hoca’nın adeta Anadolu’yu bir istatistiğe tâbi tutarak ortaya koymuş olduğu kronolojik ve istatistik çalışmalarına bakıldığında ise, oldukça ciddi bir tarihçilik endişesiyle birlikte aynı ölçekte şekillenen bir sağduyuyu görmemek imkânsızdır.

Osman Turan’ın kitapları ufuk açıcı tespitler barındırıyor

“Anadolu ve Nüfus”, “Anadolu ve Medeniyet”, “Anadolu ve Şehircilik”, “Etnisiteler”, “Bizans”, “Kürtlük”, “Türklük ve İslam”… gibi pek çok konuda fikir üreten ve hemen hiçbir ezbere kapılmadan tarihî gerçeklik her ne ise onu ortaya koymaya çalışan Osman Turan’ın özellikle Kürtlük ve Türklük konusunda yapmış olduğu çalışmalar ve bir milli kimlik arayışı yolundaki bağlayıcı ve birleştirici unsur olarak yapmış olduğu İslam ve medeniyet vurgusu ise bugün için bile önemli bir başvuru kaynağı niteliğindedir.

Sözgelimi, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi adlı kitabından yola çıkarak ona kulak verecek olursak; Anadolu’nun bir yurt olarak şekillenmesi, hemen her ezberi aşacak nitelikte bir içeriğe sahiptir. Her şeyden önce Malazgirt sonrası bu topraklara gelen Türk beyliklerinin burada yerleşik din ve etnisitelere yönelik büyük saygıları söz konusudur. O kadar ki, o zaman burada yerleşik Süryaniler ve Ermeniler tarafından dostça karşılanmış ve o tarihten bu yana bu topraklarda bir Türk-Ermeni ya da Türk-Süryani savaşının yaşanmamış oluşu üzerinde düşünmek gerekmektedir.

Bölgenin İslamlaşması hususunda ise, tarih olarak Hz. Ömer'in 7. yüzyılda başlatmış olduğu fetihleri veren Osman Turan Hoca, bugün Diyarbakır ilini oluşturan topraklara o zaman Arap soylu Bekir Bin Vâil aşireti yerleştiği için buraya "Diyar-ı Bekir" denildiğinin altını çizmektedir.

Osman Turan Hoca’nın tespitine kadar, hemen hiçbir tarihçinin değinmemiş olduğu bir detay ise hayli ufuk açıcı bir niteliktedir. 7. yüzyıldan 8. yüzyıla kadar Anadolu coğrafyasında yaşayan Müslüman nüfusun, değişen oranlarda Türk, Kürt ve Araplardan oluştuğu hususudur. Selçukluların Anadolu üzerinden Ortadoğu'ya girişleriyle Anadolu'ya doğru başlayan büyük göçler sonucunda, hem Türk göçü, hem de Doğu İran'daki orijinal dağlık yurtlarından kuzeye ve batıya, yani Anadolu'ya göçmeye başlayan Kürt göçü adeta bir büyük tanışma ve kaynaşmanın da başlangıcı gibidir.

Osman Turan Hoca’dan öğrendiğimize göre, uzun zaman boyunca Anadolu’ya yönelen Kürt göçlerinin bir başkası da Eyyubiler zamanında olmuş, Yavuz Selim'le Şah İsmail'in kavgasında bazı Alevi Türkmen aşiretleri İran'a, İran'daki bazı Sünni Kürt aşiretleri Türkiye'ye (Anadolu’ya) göç etmişlerdir.

Osman Turan Hoca’nın değinmiş olduğu bir başka önemli husus ise, Kürtlerin Fırat'ın doğusuna yayılmasında, Selçukluların Bizans'ı geriletmesinin rolünün çok büyük olduğu hususudur. O kadar ki, gerileyen ve son bulan Bizans sonrasında bölgede yerleşen Türk beylikleri, Saltuklular, Sökmenliler ve Artuklular ile Türkleşmiş Kürt Mengücek hanedanları arasında adeta bir kader birliği oluşmuş, Anadolu’ya gelen Türkler, Kürtleri "cihat arkadaşı" olarak görmüşler ve bir büyük kaygının birleştirdiği bir büyük kavgada birlikte hareket etmişlerdir.

Yayınlanan kitapları dışında, Osman Turan Hoca’nın Türk tarih bilimine kazandırdığı nice metinler, belgeler, vakfiyeler, İslâm Ansiklopedisi'ne yazmış olduğu oylumlu maddeler,  yabancı dergilerde yayınlanan ve hemen hepsi uluslar arası ilgi gören çokça makalelerini de belirtmeden geçmemek gerekmektedir.

Akademinin büyük Selçuklusu, tarihçiliğimizin milli kimlikçi, mücadeleci aydını Osman Turan Hoca, 17 Ocak 1978 yılında üzerinde çalıştığı ‘Ortaçağda Türkiye İktisat Tarihi’ adlı son çalışmasını yaparken vefat etmiştir.

Kitapları, Türk klasiklerini yetişen kuşaklarla buluşturma gayreti içerisindeki Ötüken Yayınevi tarafından yeniden yayınlanmıştır.

Şahin Torun