Karadeniz kıyısı… Dalgaların taş duvarlarını köpükten öpücüklere boğduğu bir ev… Muhayyileyi kışkırtan, bir yanda denizin bir yanda dağın mırıldandığı, haykırdığı, usulca söylediği bütün kelimeleri kaçırmadan dinleyen dikkatli bir çocuk… İnsan çokça çocukluğudur ve çocukluğunu böyle bir evde geçiren insan şair olmalıdır.

Yalnızca şair mi?

İnsanın doğayla kaynaştığı yerden başlıyor müziği de… Sözleri he ne kadar günümüz şairlerinden, her ne kadar arkadaş çevremizden ve elbette biraz protest olsa da, müziğe dönüşürken o özge adada yıkanıyor ve kanatlanıyor.

Selçuk Küpçük çocukluğunu saklayarak değil, eksilterek ve yıpratarak değil, çoğaltarak büyüyenlerimizden… 1971’li…

Selçuk Küpçük

Tebessüm… Tebessüm… Tebessüm…

Kalbindeki denizlere ayna tutuyor, tuzunu kendi yaralarına basıyor;  yosunlardan yaptığı merhemi dünyanın yoksul ve ezilen insanlarının yaralarına...

Onda dünyaya, akıp giden hayata, dile, düşünceye, arayıp sormasanız da, arayıp sormasa da aynı hassasiyete sahip dostların yürüyüşlerine karışan kederli bir gülümseme var. Allah biraz da tebessümden yaratmış...

Hani ilk karşılaşmada bile “şeker gibi adam” diyeceğiniz ve yargınızın sizi kırk yıl yanıltmayacağı bir kişilik…

Bir iyilik heykeli olarak dolaşıyor aramızda varlığıyla… Yoksa üniversite öğrenimi hariç hep doğduğu şehirde…

Mesleği gereği toplumsal değişimi yakından izliyor. Sadece toplumsal boyutuyla değil elbette, onu besleyen, şekillendiren ruhsal boyutlarıyla da…

Meşrebi gereği ise, dünyanın bütün acılarına, çatışmalarına, kırılma ve kırılganlıklarına kulak kesiliyor.

Kişisel tarihini Hazreti Âdem’den başlatsa da her ne kadar, gözlerini açtığında tanık olduğu Türkiye acılarının da kaydını tutuyor. 80 öncesini en iyi bilenlerimizden.

Küpçük’ten sert mısralar...

Kum Yazıları dergisini çıkardı bir süre… Daktilo ile… Tek başına…

Hayatın bir kum yazısı olduğu ironisi de içinde…

Şiirlerinin bir kısmı “Kirletilmiş Ölümler Kitabı” adıyla kitaplaştı… Toplumun, tarihin, kendi ve Karadeniz’in ruhunun olanca hırçınlığı şiirinde…

Bu şiirleri bu adam mı söylemiş diyecek kadar çatık kaşlı şiirler… Oysa besteleri denizin durgun hali daha çok…

Yüzü mutmain olmuş bir yüz…

Yüzünden ilk defa açan çiçeklere renk, ilk defa uçan kuşlara kanat çırpışı, ilk defa koşan atlara rüzgâr…  Bebeklerin ilk ağlayışına ve ilk gülümsemesine refakat…

Temiz ve titiz… Kardeşimiz.

İyi biliriz.

Mehmet Aycı tanıştırdı