“Asya ile Avrupa’nın ortasında boşluğa kurulmuş muazzam bir örümcek ağı gibi her telini bir kıtaya iliştirmiş olan bu şehrin manevî fezasında dolaşmak üzere” bir gün seçelim ömür nimetinden. Bütün bir dünya meşakkatinden, koşturmacasından, maddi/manevi yüklerinden azâde, felekten bir yirmi dört saat tanımlanmış olsun bize. Denilsin ki “Sen seçilmiş kişisin; evvelden ezele, semadan arza, hafsalanın alabileceği bütün çağları ve konumları eleyerek geldin ve sana şu kâinat sahnesinde Dersaadet’e nüzul etmek şerefi bahşedildi. Öyleyse cennetten bir kesit yaşayacağın şu günü, eline verilmiş yirmi dört altın imkânıyla değerlendir ve günün sonunda eteğine doldurduklarınla bize döndüğün vakit; seni seçmiş olmaktan ötürü esef etmeyelim.”
Nereden başlardık bu iki kapağı bir türlü bir araya gelemeyen kitabı okumaya? Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işlerken hangi semtine paye verirdik de öbürü arkamızdan ağlamazdı? Hep anlatırlardı; vaktiyle altın sırmalarla, pırlanta bezeli yüzüklerle, kristal iğnelerle kapısını çalanlara hiç yüz vermezken bu şehir… Sarayları, camileri, konakları, yalıları bir görenin bir daha asla aklından çıkmazken… Gözü pek bir terzi makasını gökyüzüne uzatmış ve bir hamlede masmavi semadan kocaman bir parça kesip onunla yamamak istemiş iki yaka arasını. İşte o vakit, şehrin iki yakası bir daha asla kavuşmamacasına ayrı düşmüş, araya deniz girmiş çünkü.Terziye gelince kaş yapayım derken göz çıkardığını fark ettiği an, ince ve çalak vücudunu serin sulara bırakıvermiş. Bir dal çıtırtısı çıkmış kırılan boynundan ve tek damla yaş süzülmemiş açık gözlerinden… Burnundan kıl aldırmayan, gözden çıkarılmaya, ihmal edilmeye ve fütursuz müdahalelere asla boyun eğmeyen; tek ve yek sevgili olmak konusundaki hasisliğiyle nam salmışken kendisine ihanet edenlerin hakkını avcuna bir şekilde verdiği bilinen Fatih’in emaneti için Samiha Ayverdi, “İstanbul, ehlini meczup kılan bir ‘maraz’dır.” der. Bu marazın kendisinden başka devâsı yoktur. Her hasta ‘plasebo’ bir ilaçla aldatılıp teskin edilebilir de İstanbul ‘hasta’sını sadece ve sadece İstanbul teskin eder. Dolayısıyla divânesi olan herkes İstanbul’u yaşamaya mahkûmdur.”