Şehirlerin ruhu ya da Van üzerine şiirsel bir biyografi

Şehir ve insan birbirini besleyen, birbirinden güç alan varlıklar. Yüzyıllar içinde bu beslenme sonucu hem insanın hem şehrin ruhaniyeti, şahsiyeti meydana gelir. Zamanla insan ve şehir birbirine nüfuz eder. Aralarında kalıcı bir rabıta peyda olur. Şehrin dokusu, sokakları, havası, edası insanın kanına işler. Yaşamın tadı, tuzu değil esası olur. Adeta onsuz yaşama faaliyeti düşünülemez hâle gelir. Bir insanın bir şehre ait olması böyle bir şeydir.

Böyle insanlar olmadan o şehri hayal edemezsiniz. Öte yandan böyle şehirler olmadan o insanları hayal edemezsiniz. Onlar şu dünyada birlikte var olmuşlardır. İyisiyle kötüsüyle, acısıyla tatlısıyla dünyanın hâllerini birlikte yaşamışlarıdır. Ama ille de birbirlerini derinden hissetmişlerdir. Şehrin kimliğinin parçası olan bir evi, binayı, ağacı kaybettiğinizde insan, bir uzvunu kaybetmiş gibi olur. Hayatından önemli bir anlam eksilmiştir. Aynı şekilde böyle bir insanı kaybettiğinizde şehrin bedeninden bir uzuv koparılmış gibi olur. Yollar, ağaçlar, evler, hatta sokaktaki kediler öksüz kalır.

Sözün burasında Sezai Karakoç’u kaybeden Şehzadebaşı geldi aklıma. Kim bilir belki tam tersine, kazanmıştır. Belki onu kaybeden biziz. Neyse ki Üstad’ı Şehzadebaşı’ndan ayırmadılar. Yüzyıllardır bu şehirden güzeran eden sevdalılar arasındaki yerini aldı. Bu şehrin sokaklarına adadığı şiirleri; dillerde, gönüllerde varlığını sürdürüyor.

Şehirler; yüzyılların çilesiyle, sevinciyle, hüznüyle meydana gelen ruhani varlığını sadece kendisini anlayacak olgunluğa sahip olanlara açar. Sokaklarında, bağ ve bahçelerinde biriken irfanı nadana karşı sır gibi saklamakta ustadır. Nice sırlara vakıf olmuş bir ermiş gibi başına gelenleri sabırla karşılar. Ama kendisine kifayetli bir duyarlıkla yaklaşabilenlere, bu sırları ötesinden berisinden açma nezaketini gösterir. Bu iş sabır ister, çile ister, feraset ister.

Bu açılma bazen mısralar şeklinde olur. Şehzadebaşı şiirinde olduğu gibi. Bazen işaret taşlarını açığa vurur. Evliya Çelebi’nin nice şehirlerle ünsiyeti vardır. Birçok şehir biyografilerle taltif edilmiştir. Ama şehrin ruhaniyetiyle ne ölçüde temas kurduğu ayrı bir konudur. Bu anlamda Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Beş Şehir adlı eserinde geçen İstanbul, Ankara, Bursa, Konya ve Erzurum’u şanslı şehirlerimiz sayabiliriz. Tanpınar gibi bir ustayla hem dem olmuşlar, onun kalemiyle insanlara açılma imkânı bulmuşlardır.

Şehirler üzerine nice araştırmalar yapılmış, ciltler dolusu eserler meydana getirilmiştir. Ama bütün bu eserler, burada sözünü ettiğimiz ve bir şahsiyet olarak gördüğümüz şehirleri anlatmaktan uzaktır. İnsanın ve şehrin serüveninin kesiştiği alanlar vardır. Bu alanlara akılla girilmez. Anlatılmaz, yaşanır. Ancak yaşanabilecek olan şeyleri nasıl anlatacaksınız? İşte yazarın ustalığı buralarda ortaya çıkıyor. Tanpınar, bize beş kadim Osmanlı şehrini şehirli irfanıyla, üslubuyla çok güzel anlatıyor.

Buna benzer nice şehir biyografileri vardır. Fakat Beş Şehir gibi hakkı verilerek yazılmış olan şanslı şehirlerin sayısı o kadar fazla değildir. Aklıma Sivas geliyor. Hakkında Altıncı Şehir yazıldı. A. Turan Alkan’ın Tanpınar’dan farkı, doğma büyüme Sivaslı bir yazar olması. Bu nedenle yaşanmışlığı bir süreç olarak, gerçek bir hikâye olarak sunabiliyor. Yazar, tam anlamıyla bir şahsiyet olarak Sivas’ın kitabını yazmıştır. Aynı şekilde Ahmet Yüksel Özemre Hoca’nın Üsküdar üzerine kitapları hatırlanabilir; Üsküdar’da bir Attar Dükkanı, Üsküdar, Ah Üsküdar

Şimdi bunca sözü sarf etmemin nedeni olan kitaba gelelim; Mektepten Memlekete Bir Şehir Estetiği-Van. Eser Sait Ebinç tarafından kaleme alındı. Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nde akademisyen olan yazar, doğma büyüme Van’lı. Fakat onu aynı şekilde doğma büyüme Vanlı olan hemşehrilerinden ayıran önemli özellikleri var.

Ayıran derken yanlış anlaşılma olmasın. Bir yere ayrıldığı yok. Yazar şehrinden, insanlarından, coğrafyasından hiç ayrılmıyor. Çevresindeki canlı cansız tüm varlığı hemşehri olarak görüyor. Esasen ona göre “cansız” varlık diye bir şey yok. Çocukluğundan beri içinde bulunduğu dünyanın tüm unsurları anlamlı, değerli, karakterli, capcanlı varlıklardır. Hepsinin kendine göre havası, tadı, rengi, ruhu vardır. Hepsi de ilgiyi, özeni, korunmayı ve başka nesillere aktarılmayı hak etmektedir.

Sait Ebinç şehirle olan diyaloglarını, hissiyatını dönemin en içten duyguları ve oraya ait kelime ve deyimleriyle ifade etme bakımından pek de benzeri olmayan bir iş yapıyor. Van şehrinde hem kentsel dokuda hem de sosyal hayatta ömrü boyunca gözlemlediği değişimi içeriden bir yaklaşımla ele alıyor. Bunda akademik tecrübenin ne kadar avantaj sağladığını takdir etmeyi kendisine bırakalım. Biz, onu daha çok kadim Van’ın ahir zamandaki bir hemşehrisi olarak görüyoruz. Adeta Van şehrinin ruhaniyeti, insanlara sızdırmak istediği bazı hikmetler ve hakikatler için onu seçmiş bulunuyor.

Bir şehrin varlığını neler meydana getirir? Kültürünün unsurları nelerdir? Nüfus, yaşam biçimi, tarih, coğrafya, antropoloji, arkeoloji, dil, inanç haritası… Sait Ebinç böyle konularda kaybolmuyor. “Görgü, gördüklerimizin toplamıdır” diyor. Bunların hepsini, günlük yaşamla daha ilgili olan insani bir düzleme çekiyor. Burada bilgiden çok onun ruh verilmiş hâli olan hikmetler devreye giriyor. Düşünce, duygu, hasret, sevgi, saygı, hürmet örgüsü vardır. Aile, akraba, komşu, dost ve arkadaş vardır. Sevinçlerin hüzünlere karıştığı, en temel insani duyguların başrolleri oynadığı bu dünyada coğrafi konumu veya dili ne olursa olsun mutlaka bizden bir şeyler vardır. Hiç duymadığınız, yöresel kelimelerle ifade edilen şeyler içinizi ısıtır, sizi kendine çeker. Yabancı bir dünyada olmadığınız hissi benliğinizi kaplar.  

Yazar, birçok yerde geçmişin hayaliyle zamanın sularına yelken açarken düz yazının sınırlarını zorlar gibidir. Eserin yer yer şiir tadı vermesi bundandır. Belki de bazı hisleri anlatmanın başka yolu yoktur. Yazar, bize kendi tecrübelerinden yola çıkarak öyle bir malzeme sunuyor ki şehir araştırmacılarının bunları başka yerde bulması pek mümkün değildir. Sosyal yapı, sosyal psikoloji, tarih, sanat tarihi, mimari… Bir de dil ve edebiyat tabi. Bana öyle geliyor ki kadim Van’ın yüzyıllar içinde yoğurarak günümüze kadar taşıdığı unutulmaya yüz tutmuş nice gelenekler, inanışlar, anlayışlar ve onları ifade etmeye yarayan kelimeler, deyimler, anlatım özellikleri Said Ebinç’in kaleminde ihya oluyor. Ve yeni dünyaya onun akıcı üslubuyla sunuluyor.

Bu noktada eserin en önemli özelliklerini bulmaya çalışalım. Geleneksel anlatım biçimlerini hatırlatan, bilinçli bir şekilde bilimsel olmaktan kaçınan, akıcı bir dil. Karşılaştığı olaylarda doğru yanlış diye kategorik yaklaşıma kapılmadan kendine ait kuvvetli bir “humor” anlayışı sergileyen üslup. Bundan sonra Van şehrinde yazarın ömrüne sığan bir dönemde “eski iyi günler”de var olan her şey. Çocukluğun dünyası sadece kendi geçmişimiz olduğu için önemli değildir. O dönemde bunun ötesinde bir şeyler vardır. 

Şehrin mimari ve sosyal dokusu çok farklıdır. Yazarın çocukluğunda Van öyle bir şehirdir ki “bahçeler şehrin içinde değil, şehir bahçeler içindedir”. Kentsel dönüşümden çokça söz edilen günümüzde şehir plancılarının bu eserden öğreneceği çok şey vardır. Bu eser, sadece kaybolan bir geçmişe ağıt değildir. Tabiatla barış içinde bir yaşam tasavvurudur. Burada tabiata, insanlar da dahildir. Bu nedenle geçmişin hayal dünyasında gezinirken insani bir geleceğin ipuçlarını içinde barındırmaktır.

Van şehrinin eski zamanlarını okuyup hayal ederken iki can alıcı soru takılıyor insanın aklına; şehrin nüfusunun 20 bin bile olmadığı zamanlarda nasıl böyle şenlik içinde zengin bir sosyal hayat vardı? Bugün milyonu bulan nüfuslarda onca gürültü patırtı arasında neden bir ıssızlık ve yalnızlık hissi hâkimdir? Neden hayatımızda geleceğe aktaracak özgün bir şeyler bulunmamaktadır? İkincisi öyle küçük bir nüfusta, ulaşım ve haberleşme araçlarının kıtlığında, bunca gazetesi ve güngörmüş insanıyla nasıl şehirli, kültürel bir atmosfer meydana geliyor? Ve bugün yazarın ifadesiyle onca modern “münakale ve muhabere” araçlarına rağmen neden bir kültürel yoksulluk yaşanıyor? Bunlar modern zamanlara dair hayati sorulardır.       

Sait Ebinç’in eseri, Van’da bir gurbet tecrübesi yaşayan Celil Güngör’ün nefis sunuş yazısıyla başlıyor. Daha sonra Ebinç’in kaleminden eski Van’ın unutulmayan zenginlikleri, başlıklar hâlinde birbirini izliyor; Gosberin Bağı, Taşına Toprağına Selam Olsun Memleketimin, Vuslatın Uzun ve Serin Şarkısı; Akköprü, Van’da Eski Zaman Bahçeleri, Kanlı Meşe, Şipana İskelesi, Möhreli Bağda Mahrem ve Elim Bir Macera, Van’da Bir İzdivaç Seremonisi, Penceredeki Uşkun, Hüsrev Paşa Camii’nde Bir Ruh Şehrayini, Çocukluğun Kışları, Van’da Eski Zaman Ramazanları…

Buraya eserden seçtiğim birkaç paragraf almak istiyorum;

Uzun bir günün gecesinde bütün ahalisi göçüp gitmiş, dört bir yanı sularla çevrilmiş bu şehirde sular muttasıl bir zamanın sükunetine bürünmüş gibidir. Bir akşam dönüşü şehrin esrarlı bağlarından geçen yolcunun viranhaneye dönmüş harap bir şadırvanın başında, şehrin bahtiyar zamanlarından kalmış eski günlerini bir bir yad ettiği yerdir burası. Şehr-i dilara’nın, bir zamanlar hayat ve neşe dolu zamanlarının günbatımında suya düşen hayallerinde varlık bulduğu yerdir burası.(…)

Her şehirde, muhite kendi hüviyetini katan mekânlar vardır. Bu mekânlar gündelik hayata estetik duyarlılık katan unsurlardı. Nesilleri terbiye eden, şehirlerdeki bu bağlar ve bahçelerdi. Şehirler en büyük zenginliklerini mazisindeki bu eserlerden alırdı. Ruh ve his terbiyemizde bu mekânların büyük rolü vardı. Bir şehri ruhundan tanımak istiyorsanız onun bahçelerine, bağlarına, türkülerine ve evlerine bakmanız icap eder. Sanatın ve mimarinin bir mekân bilinci olduğunu sonradan anlayacaktım. 

Eski Van evlerinin geniş duvarlı dikdörtgen pencerelerinin içinde alnını cama dayamış, düşlere dalmış bir çocuğun kalp saffetiyle hangi uzak dağların, hangi eski zaman bahçelerinin vakitlerini terennüm ettiğini bilmeden mekânın hususiyetleri anlaşılamaz. O dönemin bağlarından hâlen gönlümüzde kalmış tatlarını hatırlayınca gülümsemeyen bir fani var mıdır acaba? Hâlen gönlümüzün en güzel köşesindedir o vakitler, o mekânlar, bizdedir, bizimledir. Burası, bizim geçmişimizin barınaklarıdır. Hayallerimizin, rüyalarımızın barınakları. Bunlar tarih kitaplarında görünmezler.(…)

Van sokaklarını hatırlar mısınız? Mağrip vakti ufukta güneş batar, başlayan koyu ve çok yüklü karanlık içinde küçük pencereli evlerin kırmızı perdelerinden yansıyan ışıkla kapılarının önünden geçerken çok defa bin bir gece masalı okuyor gibi bir vehme kapılırsınız. Eski zaman evlerinin bahçeye açılan arka kapılarından bir bahar bahçesine girmek, toprakla, türküyle, masalla beraber yürümek ruhun en saf rüyasına dalmak gibidir. Bayram sabahlarının taze badana kokulu odaları yadıma düştü. Şehrin eski bahçeleri ve eski mevsimleriyle kurulan uzlet duygusu içimizde susmuş gibi eski sesleri besteler. Bizim kuşağın zihin ve estetik terbiyesinde müşterek bir zevkin yaratılmasında bu bağların, bu peyzajın yeri büyüktür. (…)

Bir şehrin sokakları, evleri, bahçeleri, her zaman bir musiki gibidir. Zaten Alman filozof Schiller öyle dememiş mi; “Mimari, musikinin dondurulmuş hâlidir.” Bir kentin evlerine, sokaklarına baktığınızda evlerin size bakan yüzü, gönül tellerinizi titretiyorsa şehir o kadar şehirdir. İnsanın hayal ve hafızası ile şehir arasında her zaman gizli bir dil, gizli bir yol vardır. Eğer yaşadığınız şehirde evlerin ve sokakların size bakan yüzleri gülmüyorsa, içinizde derin tedailer uyandırmıyorsa o şehrin hâllerinde bir hâl var demektir. (…)

Sait Ebinç, Mektepten Memlekete Bir Şehir Estetiği-Van, Ötüken Yayınları, İstanbul 2021.

  

          

YORUM EKLE
YORUMLAR
Musa Kırca
Musa Kırca - 2 yıl Önce

Teşekkürler Kemal, inşAllah böyle şehirlerimizi anlatan kitapların arkası gelir. Kültürel zenginliklerin nesillere aktarılması konusundaki hassasiyetinizi tebrik ediyorum. Selamlar...

HAYRİ BOSTAN
HAYRİ BOSTAN - 2 yıl Önce

Sayın Kemal Kahraman'ın, "Şehirlerin ruhu ya da Van"adlı kitap üzerine yazdığı nefis yazısını okudum. İlk fırsatta kitabı da okumam gerekiyor. Teşekkürler Sait Ebinç, teşekkürler Kemal Kahraman.
Sait Ebinç Vanlı olduğu için Van'ı anlatmış; ama hangi şehrimiz için böyle güzel anlatımlar yazılmaz ki? Amasya için, Manisa için, Trabzon için, Elazığ için, Edirne için, Sinop için, Bursa için de yazılabilir böyle eserler. Tanpınar Beş Şehir'le bu işin öncülüğünü yaptı. Sait Ebinç bu kitabıyla güzel bir çığır açmış oldu ya da Tanpınar'ın açtığı çığırı sürdürmeyi denedi. Umarım arkası da gelir.