Şehirlerimizin yeniden düzenlenmesi gündeme gelmişken biz de Dünyabizim olarak, şehir meselesine ayrı bir başlık açalım istedik. Birkaç farklı başlık altında, şehre temas eden konulara değineceğimiz bu dizimizde, şehir uzmanları, mimarlar yahut şehre bakan değil şehri “gören”, “okuyabilen” insanlarla söyleşiler ve soruşturmalar yapmak, şehre temas eden kitapları bu dikkatle belki tekrardan değerlendirmek ve bu konuda yer yer ufak yer yer derinlemesine konulara temas eden yazılar yayınlamaya niyetlendik.

Bu kapsamda Ebubekir Aytekin, yaptığımız soruşturmaya cevap verdi.

Adıyaman’ın en çok neyini/ neresini seviyorsunuz? Bu yer/lere ne sıklıkta gidebiliyorsunuz?

Adıyaman’da en çok kendi köyümü, doğduğum ve çocukluğumun bir kısmının geçtiği köyümü seviyorum. Sıklıkla gidemiyorum. Bir cenaze, taziye vb. sebeple ancak gidiyorum.

Yaşadığınız şehirle kurduğunuz ilişkiyi kısaca anlatır mısınız? Kurduğunuz bu ilişkiyi etkileyen “unsurlar” nelerdir?

Yaşadığım şehirde hemen herkes tanıdık. Çoğunu tanımasam da birçok insanın beni tanıdığını görüyorum. Karşılaştığım insanlardan çoğu selam verip halimi hatırımı soruyor. Ama yaşça benden küçük olanların çoğunu tanımadığım için mahcup oluyorum. Şehrimizin her mahallesinde en az bir taziye evi var. Her taziyeye gitmek durumundayız. Zira hangi taziyeye gitsem orada mutlaka çok tanıdık biri bulunuyor. “Gittiğimiz iyi olmuş. Gitmeseydik sonra adamlara karşı mahcup olurduk” diyoruz.

Adıyaman’da yıllarca öğretmenlik yapmış olmam, sivil toplum kuruluşlarında seminerler ve önemli günlerde konferanslar vermiş olmamı bu ilişkiyi etkileyen unsurlar olarak değerlendiriyorum.

Siz Adıyaman’ın “neresindeniz”?

Merkeze bağlı “Artan” (Pınaryayla) köyünde doğmuşum (1951). 5-6 yaşlarına kadar köyde yaşadıktan sonra Adıyaman’a göçtük (1956). Daha sonra bütün yaz tatillerimi dini tahsil ve terbiye için köyde geçirdim.

Bulunduğunuz muhitin değişim/ dönüşüm hikâyesine dair hafızanızda neler var? Geriye dönüp baktığınızda meydana gelen değişimler/ farklılaşmalar sizde nasıl bir duygu uyandırıyor?

Çocukluğumda şehrin nüfusu 16 bin civarında idi ve şehir küçük bir kasaba iken şimdi 250 bin nüfuslu bir kent oldu. Daha doğrusu çok büyük bir köy... Zira şehir nüfusunun %90'ından fazlası köyden gelip şehre yerleşen insanlar. Atatürk baraj gölünün su tutmasıyla sular altında kalan bir ilçe (Samsat) ve yüzlerce köyün göçüyle beraber çok kısa bir sürede şehir büyüdü. İlkokula gittiğim yıllarda şehirde üç tane ilkokul, bünyesinde ortaokul da bulunan bir lise vardı. Şimdi ise onlarca lise ve ilkokul ile bir üniversite mevcut. Bunlar hayal bile edilemeyecek gelişmeler.

Çocukluğumda Süryanilerin yaşadığı ve adına “Gâvur mahallesi” denen bir mahalle vardı. Bunlarla çok iyi komşuluk ilişkilerimiz olurdu. Aynı evin farklı bölümlerinde kiracı olarak oturduk. İlkokula Bedros adlı bir Süryani’nin evinde kiracı iken başlamıştım. Daha sonra bu vatandaşlar taciz edilince İstanbul’a, oradan da yurtdışına göç ettiler. Geriye dönüp baktığımızda meydana gelen değişimler bu kâğıda sığmaz. Bir kitap olacak kadar geniş yer tutar.

Maddi anlamda bunca gelişme olurken ahlaki anlamda da o derece yozlaşma var. Dünyayı da büyük etkisi altına alan, Batıya ve Batılıların hayat tarzlarına olan özenti giyimden inşaata, konuşma tarzından yemek kültürüne kadar her bakımdan değişim meydana getirdi. Bunun yanında sivil toplum örgütlerinin rejime rağmen yaptığı faaliyetler, geniş halk kitlelerinde bir uyanışa da vesile oldu.

Her insanda olduğu gibi bunca gelişmeye rağmen geçmişe olan özlem de inkâr edilemez. Geçmişi hatırladıkça da değişimin ne kadar hızla meydana geldiği ve hayatımızdan neleri silip götürdüğü insanı duygulandırıyor.

Bir sabah uyandığınızda şehirde neler kaybolsa üzülür, neler kaybolsa sevinirsiniz?

Sevdiklerimin ve sevenlerimin kaybolmasına üzülürdüm. Kaybolmasından dolayı sevineceğim bir şey bulamadım.

Yaşadığınız şehre kendinizi ait hissediyor musunuz? Sizi bu şehre bağlayan veya uzaklaştıran şeyler neler?

Bir arap şairi mealen “Uzayın boşlukları düşmanla olduğunda insana dar gelir. Ama iğne deliği ahbapla (sevdiklerinle) beraber olduğunda meydandır.” der.

Adıyaman’da yaşamasaydınız nerede yaşamak isterdiniz?

İstanbul’da yaşamak isterdim. Üsküdar veya Fatih’te.

Yaşadığınız şehre baktığınızda gördüğünüz bütün insani etkinlikleri, şehrin genelinde yürütülen faaliyetleri düşündüğünüzde, neyin yavaşlamasını ve neyin hızlanması isterdiniz?

Yapılan insani yardımların hızlanmasını isterdim. İş adamlarımızın toplu iftar vermeleri yerine işçilerinin ücretlerini tam ve doğru vermelerini, sigortalarını düzgün yatırmalarını isterdim. Aykırı davrananlara da var olan müeyyidelerin uygulanmasını…

Adıyaman’a dair bir film çekseniz konunuz ne olurdu? Böyle bir filmde ilk sahne nereden başlardı?

1950'den 2014’e Adıyaman’ın gelişimini anlatan, Adıyaman’ın eski kültürünü seyirciye sunan bir film çekmek isterdim. İlk sahne de tarlada karasabanla çift süren veya bağbozumunda üzümü sıkıp şıra yapan bir adam; ya da ekini orakla biçen, dövenle döven bir sahne olabilirdi.

 

Mehmet Erken sordu