Sabitelerinden ve kendi yerinden her kopuş beraberinde bir savruluşu getiriyor. Sığınacak bir limanı olmayanlar dalgaların arasında yalpalıyor. Tutunacak bir dalı olmayanlar fırtınaların önünde kuru bir yaprak gibi savruluyor. Yanlış yerlerden beslenenler zehirleniyor ve zehirliyor. Kalbini rahmet yerine nefretle dolduranlar kin kusuyor, şiddet kusuyor. Şiddet şiddeti tetikliyor. Şiddet medyayı besliyor. Medya şiddeti besliyor.
Şiddetin şahidi olanlar haberin de bir parçası olmaya çalışıyorlar. Görünmek, göstermek, gösterilmek istiyorlar. Çekmek, paylaşmak, like’lanmak, tıklanmak için didiniyorlar. Kendi hayatlarında anlatacak güzel bir hikâyesi olmayanlar başkalarının acı hikayelerine fütursuzca dâhil olma peşindeler. Gece boyunca ekranlardan izlediklerini bir de gündüz gözüyle canlı canlı izlemek derdindeler. Kalbi ölenler “The Walking Dead” gibi sokaklarda kan kokluyor, parçalanmış insan cesetleri arıyorlar.
Gösteri ve hız çağı duyguları da saniyeleştirdi. Şapkasından on tavşan çıkaran sihirbazlara benzetti insanları. Ekranı on dakika izle, her on saniyede bütün insani duyguları yaşa ve bitir! Acı, hüzün, aşk, nefret, merhamet, sıla, gurbet… Hepsi on dakika. On dakikalık hayatlar.
Dijital çağ insanı da hayatı da sanallaştırdı. Gerçek ile sanal arasındaki farkı yok etti. İnsanlar artık şahit oldukları gerçekleri sanal, ekranda izlediklerini gerçek sanıyorlar. Alıştılar. Bu yüzden bir annenin ölümünü sanal bir oyunu izler gibi izliyorlar. Hem oradakiler hem de ekran karşısındakiler.
“Oradaydım” diyebilmek adına cinayete ortak olmaya çalışanlar oluyor. Başkalarının acısını izliyorlar, kaydediyorlar. Kendi hayatlarındaki boş ve lüzumsuz şeyleri marifetmiş gibi “An itibariyle…” diyerek anbean gözümüze gözümüze sokmaya çalışıyorlar.
Bütün yayın akışını ahlaksızlık, yalan, kan ve gözyaşı üzerine kuran kanalların ve onların gönüllü kölesi haline gelenlerin timsah gözyaşlarına inanmıyoruz. Akşam sizden ne öğrendilerse gündüz sokaklarda onu uyguluyorlar o caniler. Hayatı oyun, insanı oyuncak gibi görüyor ve kendi senaryolarınızı dayatıyorsunuz. Katil sizsiniz, suçlu biziz.
Biz bu toplumda yüksek sesle konuştuğu için komşusunu öldüren, yol vermedi diye levye ile adam döven, bir liralık para üstü için akrabasına silah çeken, uyuşturucu için para vermeyen annesi boğan, kediyi köpeğe parçalattıran sonra da kameralara dönüp “Çek, âlem yakışıklı görsün. Ben seni vursam bile üzülmem, kediye mi üzüleceğim. Yaşımızın yetmediği yerde yaşantımız yeter. Ağabeylere selam, çatışmaya devam.” deyip sırıtan 13 yaşında insan kılıklı gençler görüyoruz. Onlarla aynı şehirde, aynı mahallede, aynı sokakta yaşıyoruz.
Nasıl bu hale geldik?
Nasıl bu kadar savrulduk?
Çünkü bizi biz yapan rahmet dilinden ve değerlerimizden koptuk. Oysa insanları hatta evrendekileri birbirine bağlayan, onları da Allah'a bağlayan ana unsur merhametti. Allah âlemlere rahmet olarak bir elçi gönderdi. (Enbiya Suresi, 107) O Elçi “Ben rahmet peygamberiyim” diyerek geldi. Allah kullarına gönderdiği kitabın başına ilk ayet olarak besmeleyi koydu. (Besmele Fatiha Suresinin 1. Ayetidir.) Allah daha ilk ayette kullarına kendini Rahman ve Rahim olarak tanıttı.
O Allah ki “Ehli kitapla en güzel şekilde mücadele et.” (Ankebut Suresi, 46)
“Firavuna yumuşak söz söyle.” (Taha Suresi, 44)
“Ana-babanı azarlama, onlara güzel söz söyle.” (İsra Suresi, 23)
“Gidişatında/hayatında dengeli ol. Sesini alçalt. Çünkü seslerin en çirkini eşeklerin sesidir.” (Lokman Suresi, 19)
“Sen onlara Allah’ın lütfu sayesinde yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı kalpli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onların bağışlanmasını dile, iş hakkında onlara danış, karar verince de Allah’a güven, doğrusu Allah kendisine güvenenleri sever.” (Âl-i İmran Suresi, 159) buyurdu.
Allah bize bu kopuş ve savrulmadan kurtulmanın ve yeniden şefkat diline, merhamet milletine kavuşmanın yolunu gösteriyor:
“Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın; bölünüp parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirine düşman idiniz de Allah gönüllerinizi birleştirdi ve O’nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi Allah kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklıyor ki doğru yolu bulasınız.” (Âli İmran Suresi, 103)