Toplum hayatında yazılı olmayan ancak ihlal edildiğinde bir dışlanma sebebi, bir ayıplama vesilesi olan kurallar vardır. Ahlak, adabımuaşeret, teamül gibi dinden, örften, an’aneden beslenen bu kurallar, toplumu ayakta tutar, birbirine bağlar; bazen yazılı kurallardan daha çok etkilidir. Uyulmaması bir suç teşkil etmez, kişi mahkemede yargılanmaz, mahkûm olmaz ve fakat devletin mahkemesinden daha tesirli olan maşeri vicdan onu yargılar. Bundan dolayı tarihi, kültürü, geleneği derin olan milletlerde toplumun huzuru, geleceği biraz da yazılı olmayan bu kurallara uymaya bağlıdır.
Toplumun bu işleyişini bilen idare sisteminin de yazılı olmayan bu kurallara kendini teslim ettiği görülür. Teamüller devlet işleyişinde böyle ortaya çıkar. Devlet-millet kaynaşmasının müşahhaslaştığı bu tür uygulamaların başında “saygı” kavramı gelir. Manevi bir mekân olarak camilerin, türbelerin, millete hizmet etmiş kişilerin hatırasına hürmet bu cümledendir; onu ziyaretin bir adabı vardır, işlemler yazılı olmayan bu adaba göre yapılır.
Çerçevesi yasal olarak tanımlanıp sınırlandırılmamış olsa da ziyareti kuralına göre yapmak veya yapmamak suç değilse de zihinlerde, gönüllerde, dillerde yargılama o rutinler üzerinden yapılır. Basın yayın organlarında yer alması da farklı bir yaptırım olarak karşımıza çıkar.
Milletimizin çok büyük değer atfettiği ve daha sonra yazılı kural haline gelen davranış kalıplarından olan saygı/hürmet; özel olarak milletin ortak malı, ortak değeri olan şeylerde daha açık görülür ve bu davranış tarzı daha sonra bir milli kural, milli görgü, milli saygı hâline gelmiştir; İstiklâl Marşı’na olan saygı böyle bir saygıdır.
İlkokuldan lise son sınıfa kadar bütün talebeler; bayrağa, İstiklâl Marşı’na saygıyı törenlerde, kutlamalarda, anmalarda gösterdikleri bir dizi davranış kalıbını idareci ve öğretmenlerin uygulamalarından hareketle öğrenirler. Okullarda kazandırılan bu tür davranış kalıpları, bir zaman sonra yaptırımı olan disiplin kurallarına dönüşmüştür. Bazı anma ve kutlamalarda trafiğin durduğunu, insanların sokakta saygı duruşuna geçtiğini bu bağlamda hatırlamak yerinde olur. Bir disiplin gereği olduğu, biraz zorâkilik barındırdığı için bazı kişilerin saygısı görünüştedir. Özellikle okulların bayrak törenleri başta olmak üzere, resmi kutlamalar ve anmalar rutinleştiği, konuşmalar gereksiz uzatıldığı için böyle törenlerden uzak durmak, öyle yerlerden kaçmak da okul dönemlerinden beri görülen bir şeydir.
Gönülden, içten gelmesi gereken bir duygu olarak saygının/hürmetin bu tür yaptırımlarla sağlanamayacağı açıksa da genel olarak uygulama budur. Askeri okullarda, polis kolejlerinde, güvenlik merkezli eğitim kurumlarında bu hususa daha milli, daha devletçi bir anlam ve değer yüklenir, yaptırımlar daha ağır olur. Bu yerlerde davranış tarzı; içten sevmek, benimsemek, gönüllülük gibi yazılı olmayan uygulamaları aşar; şekilsel, törensel bir davranış hüviyeti kazanır ve bu hal esas olanın yerine geçer. Saygı duruşu olarak isimlendirilen bu hareket tarzı artık kalıplaşmıştır. Vücut diktir, bakışlar serttir, gözler ileri bakar, eller yanlara yapışmıştır, vs. Sinek uçsa duyulur; ortam o kadar sessizdir. “Yılan soksa duruşunuzu bozmamalısınız” derler ve de bozulmaz. Bu aşamadan sonrası artık sevgi, saygı değildir; içine korku, cezalandırma katılmış bir disiplin, bir davranış kalıbı, bir şekilciliktir. Özde değil, sözde saygı söz konusudur.
Konu İstiklâl Marşı da olsa durum değişmez. İnsanlar anlamlarını bilmedikleri, telaffuzunu beceremedikleri sözleri tekrar ederken bulur kendilerini. Genellikle söyleyişte birlik sağlanamaz. Son zamanlarda dinleyicilerin “playback” yani ses cihazından gelen sese dudak uydurmasıyla birliktelik sağlanır oldu. Uygulamadaki bu tür aksaklıklara, yer yer uyumsuzluklara rağmen İstiklâl Marşı, hem resmi düzeyde hem toplum nezdinde yine de saygı, hürmet hissi ile birlikte anılan, icra edilen bir ritüeldir. Bunun dışına çıkıldığı yerlerde hele medya çağında bu tür aksamalar hemen haber olur, oluyor. Ses düzeninin bozukluğu, sözlerdeki şaşırmalar, bazı kişilerin okumaya katılmayışı, az katılması, tören esnasında “hazır ol” hâlinin bozulması gibi hususların bu bağlamda yazılı ve görsel basına haber olarak yansıdığını biliyoruz.
“Hazır ol” yoksa darbe yaparım
Sivilliğin baskın olduğu dönemde kısık sesli bir kınama, “daha dikkatli olalım lütfen” uyarısı ile geçiştirilen İstiklâl Marşı’na saygısızlık, askeri darbeye gerekçe olmuştur. Evet; İstiklâl Marşı’nın okunmaması, okunmasının engellenmesi, marş okunurken gösterilmesi gereken saygının vücut diline yansıtılmaması; 12 Eylül Darbesi’nin gerekçelerinden biridir. Bir ritüele olduğundan daha fazla hem de şeklî anlam yüklerseniz, bir gün gelir onun kötüye kullanacaklara gün doğar. Kendileri içten hissetmeseler de, verilen mesajı tam anlamasalar da hatta metnin ruhuna aykırı davransalar da bir şekilci, bir merasimci olarak onlar bunu tepe tepe kullanacaktır ve nitekim kullanmışlardır.
İstiklâl Marşı’nın okunması/okunmaması olayını darbeye gerekçe yapmak isteyen 12 Eylülcüler’in hazırlıklarını bir plana göre yaptıkları anlaşılıyor. Bunu Kenan Evren’in hatıralarından öğreniyoruz. 27 Ağustos 1979 Pazartesi, günlüğüne şöyle yazıyor Kenan Evren:
“Ordunun tansiyonunu kontrolde tutmak gittikçe güçleşiyor. Bir yandan alt kademelerin huzursuzluğu, bir yandan komutanların sabırsızlığı. Ekonomik durum bir yana, ODTÜ'de öğrencilerin İstiklâl Marşı’na ayağa kalkmamaları, marş bittikten sonra kalkıp Enternasyonal Marşı’nı söylemeleri gibi olaylar karşısında hiç olmazsa yaklaşan ara seçimlere kadar sakin olmaları ve bizim müdahaleyi düşündüğümüzü bilip sabırla beklemeleri açısından, zafer haftasından yararlanarak bir mesaj yayımladım.”
Dikkat edilirse darbeye daha bir sene var. Ve fakat gerekçeler üretiliyor. İstiklâl Marşı’na gösterilen saygısızlık da bu bağlamda yerini alıyor. Paragraf bize aynı anda birden fazla gerekçe sunuyor. ODTÜ’lü gençlerin İstiklâl Marşı’nda ayağa kalkmamaları (muhtemelen bazıları okumamıştır, okumaya katılmamıştır) ve buna alternatif olarak söyledikleri “Enternasyonal Marş.” Talebeler ve üniversite yönetimi bilmemektedir ki disiplin suçu bağlamında ele alınabilecek bir husus, darbenin gerekçesi olarak tarihteki yerini almaktadır.
Denilebilir ki komünist zihniyet İstiklâl Marşı’na karşıdır. Bu karşı oluşta ideolojinin çizdiği üniversal anlayış önemli bir faktördür. Komünist anlayışın İstiklâl Marşı’nın muhtevasına itirazını; şairin Mehmet Âkif oluşu ve muhtevası bağlamından bakarsak bunu anlaşılır da bulabiliriz. Onlara göre Türkiye Cumhuriyeti gerici, faşist bir devlettir. Bu gericilik ve faşizm, ritüellerle kendini ifade etmekte, korumakta, kutsallaştırmaktadır vs. 12 Eylül darbeci askerlerin bunu bir vesile olarak kullanmalarından, darbeye daha birkaç sene öncesinden benzeri hadiseleri kayda geçirmelerinden anlaşılıyor ki bu tür hadiseler özel olarak kurgulanmış, provokasyon hadiselerdir. Şüphesiz eylemin isnat edildiği kesimde bu anlayış ve benzeri tavırlar vardır.
İstiklâl Marşı’na saygısızlık, marşı okumamak ya da laubali okumak, İstanbul’daki üniversiteler başta olmak üzere büyük şehirlerdeki hemen bütün sol örgütlerin gösterilerinde görülen ve zamanın basınında yer alan hadiseler cümlesindendir. Tekraren diyoruz ki -eğer tamamen provokasyon, kurgu değilse- ODTÜ’lü öğrenciler Marksist ideolojiyi savundukları için İstiklâl Marşı’na saygısızlık yapmışlardır, çünkü onların “Enternasyonel Marş”ları var. 12 Eylülcüler bunun izahında ve propagandasında zorlanmaz. Çeşitli çevrelerden bir destek bulmaları da kolaydır. Ancak İslâmcılar yani 12 Eylül öncesinde MSP’nin temsil ettiği siyasal İslâmcıların İstiklâl Marşı ile bir meseleleri olabilir mi? Onlar İstiklâl Marşı’na protesto edebilirler mi? Böyle bir anlayışa nasıl gelmiş olabilirler. Türk düşünce tarihinde İslâmcılık düşüncesinin en önemli kalemi ve portresi; üstelik Cumhuriyet’in gadre uğrattığı şair Mehmet Âkif’e ait; muhteva olarak siyasi söylemlerinden daha derin, daha köklü, daha edebi ve etkin, resmiyetten aldığı destek ve kuvvetle bütün okullarda okutulan İstiklâl Marşı’na MSP ve onun gençlik kollarının, MSP’ye oy veren kitlenin, gençlik kolları ile MTTB’li, Akıncılar veya Akıncı-Güç gibi gençlik kuruluşlarına mensup olabileceği tahmin edilen protestocu gençlerin Marş’a karşı olmak, ona saygısızlık etmek gibi bir tavrı olacaksa; “Peki neden?” diye sormamız gerekir. Eğer provokasyon değil, kurgu değilse bu sorulara cevap bulmak gerekir. O günkü İslâmi basına baktığımda buna bir cevap buldum.
Bu cevapta şunlar var:
1.İstiklâl Marşı tahrif edilmiştir.
2.İstiklâl Marşı o günkü yükselen İslâmi hareketin gençlerine hitap etmemiştir, yetersiz bulunmuştur.
3. İstiklâl Marşı, başka İslâm ülkelerinin marşları ile karşılaştığında milli oluşla maluldür. Oysa gençler ümmetçi bir anlayışa sahiptir.
4. İstiklâl Marşı, o günkü İslâmcı gençlik için kendi geleneklerinin, düşünce tarihlerinin bir parçası, bir ifadesi değildir; tam tersine laik, Atatürkçü statükoyu kuvvetlendiren, ona payanda bir metindir.
5. İslâm dini/Müslümanlık gibi evrensel ve kıyamete kadar yaşayacak bir değer varken İstiklal Marşı bir consensus olarak kabul edilemez.
6. “Vatan, bayrak, milli ordu, milli para, milli marş” gibi modern değerler Müslümanların kardeş oluşu ilkesine/itikadına aykırıdır.
İstiklâl Marşı’nın tahrif edilip edilmediğine dair tartışmalara ve yakın siyasi tarihimizde bu konuya dair yaşanmış önemli mücadelelere yazımızın ikinci bölümünde yer vereceğiz.
Dipnot:
[1] Baskın Oran, Kenan Evren’in Yazılmamış Anıları, Bilgi Yayınevi, Ankara-1989, s .26, 6.basım
İstiklal marşı yılında cok önemli bir yazı. Yazara teşekkür ederim.