Ele aldığı konular itibariyle bir bütünlük arzetmeyen hiç bir kitabı tam anlamıyla 'baştan sona okudum' diyemem. Neler girer bu tür kitaplara; mesela deneme kitapları girer, gazete ve/ya dergi yazılarının, hiçbir derleme kıstası gözetilmeden toplandığı kitaplar girer. Hatta misal bir düşünürün "batılılaşma"yı çeşitli yönlerden incelediği (yani bir derleme kıstası gözetilen) kitaplar bile girer bazen bu "baştan sona" okumadıklarıma. Bunlara son bir tür daha ekleyeceğim birazdan; ama önce…
Niye sadece onları okuyunca bitiyor?
Diyeceksiniz ki "ee zaten kitap kalmadı." Evet, acı gerçeği yani 'iyi' bir okur olmadığımı itiraf ediyorum. Peki 'iyi' bir okur olunca ne değişiyor ki? Bütüncül bakabiliyor musun kardeşim mesela "aşk"a; yahut "dostluk" kavramına misal? Kendi 'dar' çevremizden konuşacak olursak, Türk fikir tarihine, Türk edebiyatına damgasını vurmuş, 'okul' olmuş insanların bir konuya hasredilmiş makalelerini, denemelerini karşılaştırmalı olarak okudun mu ya da? Sezai Karakoç'u okudun, bitti. Erol Güngör'ü okudun, bitti. Sâmiha Ayverdi'yi okudun ve orada bitti.
Aslında bu mesele önemli. Bütüncül, kucaklayıcı okumalar yapmadığı meseleler hakkında ulu orta konuşanları tahtaya kaldırıp, onlara tek ayak üzerinde durma cezası vermeli bence. Zaten onlar konuşmuyorlardır; ya Sezai Bey konuşuyordur, ya İsmet Bey, ya Arvasi Bey, ya başka bir bey. Ee kardeşim ben onları zaten okurum istesem; ben asıl seni, senin ne düşündüğünü merak ediyorum. Konuşacağın konu hakkında değişik fikir çevrelerinden yazarların düşüncelerini bilmeden, meseleye nasıl tam hâkim olup da ahkam kesebilirsin ki?
Hani İletişim Yayınları'nın serisi var ya; Muhafazakârlık, İslamcılık, Milliyetçilik, vs. Bize evvela öyle kalın ciltler lazım Dostluk, Aşk, Fedakârlık, Adab, vs. diye giden... Her bir ciltte de, dönemlere ayrılacak şekilde, o dönemin tüm aydınlarının o konu hakkındaki düşünceleri toplanmalı. Çünkü bu kavramlardan sonra geliyor o ilk saydığımız siyasi/sosyolojik ayrımlar.
Aşkın Diyalektiği ile neyi karşılaştıralım?
Neyse, bunlar iki sebepten aklıma geldi. Birincisi; geçenlerde bir arkadaş "Aşkın Diyalektiği'ni yazayım" dedi. "Madem öyle" dedim, "öyle kuru kuru yazmak olmaz, başka bir kitapla karşılaştır mesela." Bunu dedim ama aklıma hiç bir kitap gelmedi tercihen Rasim Bey'in akranı yahut yakın dönemlerinden yazarların yazdığı, o seviyede ve “aşk” her yönüyle eğilebilen. İyice düşündüm, yok arkadaş. (Bu arada bana ve de tabii o arkadaşa öyle aşkın felsefesini yapacak bir kitap değil; bizzat herkesin bir şekilde yaşadığı şeyi anlatacak bir kitap lazım. Elmayla armut karşılaştırılmaz.) "Sahi, niye yok yaşadığımız ve/ya bir şekilde şahit olduğumuz aşkı tüm yönleriyle anlatacak bir kitap?" diye sorup buraya nokta koyuyorum.
![]() |
(+) |
Sayfa atladığın kadar özgürsün
Gelelim ikinci sebebe... Dün dunyabizim.com toplantısındaydık. Toplantıya Ankara'dan katılan arkadaşlarımız M. Fatih Kutan ve Abdullah Başaran, sitemizin diğer yazarlarına da Müfredat'ın yeni çıkan ikinci sayısını hediye etme inceliğinde bulundular. Bir ara sigara molası için dergiyi aldığım gibi dışarı çıktım. Biraz göz attım, arka kapağa gelince takıldım kaldım. Arkadaşlarımız arka kapağa Daniel Pennac'ın Roman Gibi kitabından bir bölümü almışlar: "Sayfa Atlama Hakkı". Başlık ilgi çekiciydi, hele benim gibi 'iyi' bir okur olmayanlar için daha bir ilgi çekici. Kimbilir ne gerekçeler bulacaktım ‘iyi’ bir okur olmamama…
Sadece Nataşa’nın kalbiyle ilgilenmek için
Pennac küçüklüğünden bahsediyor. Yaz tatilinin sonlarına yaklaşan bir orta iki talebesiyken, abisinin elinde, yazın sürekli okuduğu bir kitap görüyor: Savaş ve Barış. Abisi, romanın ne anlattığını soran ve "gönül yangınlarından hoşlandığını bildiği" bu küçük kardeşinin merakını gıdıklamak için "Bir herifi seven ve üçüncü bir kişiyle evlenen bir kız" cevabını veriyor. “Gönül yangınlarından hoşlanan” küçük kardeş artık zokayı yutmuştur. Kitabı ödünç alıyor ve yatılı öğrenci olduğu okulun yeni döneminde okuyor ama sayfaları atlayarak: "Kitabın dörtte üçünü atladım, sadece Nataşa'nın kalbiyle ilgilenmek için. (...) Ebedi Rusya'nın tarım meselelerini işlerken Tolstoy'u yalnız bıraktım.”
Burayı okudum, bittim, eridim, kayboldum zaten ben oracıkta. Ne müthiş bir ifadedir bu Ya Rabbim: “… sadece Nataşa’nın kalbiyle ilgilenmek için.” Şimdi Pennac’a, yani onun küçüklüğüne kızacak mıyız romanın dörtte üçünü atladığı, okumadığı için. Ne münasebet. Fakat bunu, “abi şuna baksana, bunu ç-alıntıya koysak ya sitede” diye bir heyecanla götürdüğüm GYY’miz Asım Gültekin’e anlatamadım. ‘Ceyar’ mübarek!? Neymiş, roman sayfa atlayarak okunmazmış. Asıl derdi Nataşa’nın kalbiyle ilgilenmek, onun kalbine, sayfalara dokunup “bak ben de buradayım, zalim Anatoli serserisine aldırma” demek olan bir çocuğa ne Rusya’nın tarım meselesinden; öyle ya olay Rusya’da geçiyorsa yeter, yetmeli yani!
Şimdi kim haklı, söyleyin a dostlar!
“Sayfa atladım” diyen yazarım-adamım (nasıl sahiplendim nasıl) Pennac, bakın devamında neler söylüyor: “…Ve bütün çocuklar bunu yapmalı. [Okudukları romanda] İstedikleri sayfaları atlayarak neye erişebileceklerine kendileri karar vermezlerse, onları büyük bir tehlike bekliyor demektir: Onların yerine başkaları yapacaktır bu işi. Birileri budalalığın koca makasıyla donanacak ve çocuklar için fazla zor olduğunu düşündükleri(!) her şeyi biçeceklerdir.” Devamında yazar kitap özetlerine, koskoca Sefiller’in 150 sayfalık baskılarına falan getiriyor işi.
Onu bunu boş verin de; GYY mi haklı editör mü, yani ben mi?
Sayfa atlamak hakkımız, söke söke alırız.
Gökten üç elma düşmüş; biri Nataşa’ya, biri bay Pennac’ın çocukluğuna, düşerken mitoz bölünme geçiren elmalardan biri Müfredat’a, biri de ‘uzun atlama’cılara…
Mehmet Emre Ayhan da sadece Nataşa’nın kalbiyle ilgilenmek istedi belki, kimbilir...
GYY'nin notu: GYY “atlaya atlaya okuyacağın romanı okuma kardeşim” diyerek şerhini koydu!