“İşte o kartal
Renksiz ısı vermeden
Ürkmeden, ürkütmeden
Kendinden geçerek süzülür
Dikine batar dikine çıkar
Coştu mu
Vurur kendini dağa – ölürdü parçalanarak” (Cahit Zarifoğlu)
Nisan yağmurları şifa dağıtır gibi durmaksızın yağıyor. Tükenmişliklerimizin, acılarımızın, merhem bekleyen yaralarımızın üzerine öylece yağıyor. Çiçekler bahara durmuşken, ağaçlar gelinler gibi süslenmiş, deniz çarşaf gibi uzanmış, bulutlar öbek öbek mavinin dayanılmaz saydamlığında öylece akarken birden bastırıyor Nisan yağmurları. Gözlerimizin akışına ortak bir akışı, yüreklerimizin yangınına serin suları taşımak ister gibi durmaksızın yağıyor günler ve geceler boyu. Dertlerimize derman olsun diye yüzümüze aksın, sadrımıza doğru öylece yürüsün diye avare yağmur sularıyla coşmuş sokaklara atıyoruz kendimizi ve sırılsıklam ıslanıyoruz.
Sırılsıklam acılar içindeyiz… Islanmak ve öylece yetim çocukların gözlerine gözlerimiz değmesin diye kuytulara kaçma telaşındayız. Hızlı gündemler akıyor, kanlı, katliamlı günlere açıyoruz gözlerimizi. Hep umut, hep ümit dedikçe bir yerlerimize hançerler saplanıyor. Derin yaralar alıyoruz ama bahar bize durmaksızın gülümsüyor her köşe başında. Ve usul usul dirilten bir aşk yürüyor damarlarımıza.
İşte o damarlarımıza yürüyen, hep yürüyen, dirilten, yeniden başlatan, hiç terketmeyen aşkı gördüm bir annenin gözlerinde, suskun teslimiyetinde. Beyaz tülbendinin çevrelediği vakur çehresinde acının iklimlerinin en dayanılmazı konuklarken gördüm ve ürperdim. Derin yaralara bezenmiş yüreğinin ilmek ilmek acılarının durağında, teslim durağında ağıtlar öylece içine düğümlü, gözleri ıslak, usul usul ağlarken gördüm ve ürperdim. Bir Anadolu anasıydı gördüğüm, nasırlı avuçları, basma eteği, beyaz yaşmağıyla evet sade temiz, ağzı ve yüreği ığıl ığıl dualar okuyan her dem bir Anadolu anası.