Tarih sayfalarına bakılınca kimilerince hüzünlü bir sayfası kimilerince de başarısızlıkla sonuçlanmış bir taarruzdan geriye kalan bir felaket tablosu olarak görülen Sarıkamış üzerine bugüne kadar birçok şey yazıldı. Mustafa Kutlu’dan Özhan Eren’e, Bingür Sönmez’den Cavit Marancı’ya kadar birçok isim dili dönüp kelâmı yettiğince kalem oynattı bu mesele üzerine.

Tarih ve edebiyatta âdettendir, genelde kahramanlıklar ve zaferler kaleme alınır ki hem milletin her ferdine örnek olsun hem de, sanki böylesi mümkünmüş gibi, koskoca bir milletin tarih kitabını yalnızca başarı vesikaları doldursun.

Belki de bu yüzden Sarıkamış yazılırken hep bir şeyler eksik kaldı. Ne vakit bu meseleyi ele alan bir kitap kaleme alınıp, bir film çekilse resmî olanla gayrî resmi olanın arasındaki ince çizgide gidip geldi söylenenler. Ve çoğunlukla da tarihimizin kar altında kalmış bir kör noktası olarak kaldı Sarıkamış.

Ay VaktiArtık bu buzdan perdeyi kaldırmalı!

Ay Vakti Dergisi'nin Şubat sayısında okuduğum Sarıkamış’a dair iki yazıda tarihimizin üzerine çığ düşmüş bu meselesine farklı bir bakış açısı gördüm.

Sarıkamış Harekâtı ve 91. Alay adlı kitabıyla meseleye daha evvel de eğilmiş olan Cavit Marancı her şeyden önce Sarıkamış’tan ne kadar haberdar olduğumuzu soruyor bizlere yazısında. Ardından da “eşi benzeri görülmemiş bir fenomen olarak tarihimize çığ gibi düşen” Sarıkamış ile alakalı yapılması gerekenlerin hamasetle karışık bir gözyaşı mesabesinde kalmaması gerektiğinin altını çiziyor.

Sadece kara değil sansüre de gömüldü

Cavit Marancı’nın yazısında dikkatimizi en çok çeken nokta Hem İttihat ve Terakki’nin gölgesinde geçen dönemde hem de cumhuriyet sonrası kurulan ilk hükümet devrinde Sarıkamış’a yönelik uygulanan çift taraflı sansür.

Birincisi harekâtın başında olan Enver Paşa’nın zaten kan kaybetmekte olan ve varlığını borçlu olduğu tüm unsurlar arasındaki bağ günden güne zayıflayıp kopma noktasına gelen devletin bu facia ile daha da sarsılmaması ve halkın kendisine karşı tükenmekte olan güveninin daha zayıflamaması için harekâttan bahsetmeyi matbuata yasaklanması.

Sarıkamışİkincisi ise, sanki evveliyatı yokmuşçasına ve kurucuları ağaç kovuğundan çıkmış gibi yeni bir devlet ve insan modeli hedefleyenlerce Osmanlı’ya ve İslâmiyet’in kabulünden sonraki tüm unsurlara yönelik menfi tutumun bir yansıması olarak Enver Paşa’nın Birinci Cihan Harbi’ndeki başarısızlığının bir göstergesi olarak Sarıkamış’ı göstermek. Tabii bunun bir de Cumhuriyet Halk Fırkası ile İttihat ve Terakki arasında kimi zaman açıktan kimi zaman da gizliden gizliye süren iktidar mücadelesinin de payının olduğunun altını çizmek gerekir. Atatürk’ün Cumhuriyet'in ilanından İzmir suikastine kadar olan süreçte neden İstanbul’a gel(e)mediği sorusunu da işin içine kattığımızda iki tarafın da birbirine saldırmak için her yolu deneyeceğini görebiliyoruz.

Cavit Marancı, Sarıkamış Harekatı ve 91. AlayKafire güvenip taarruza girişmenin hazin sonu!

Muzaffer Taşyürek Kuvveyi Külliye Mahvoldu isimli yazısında Sarıkamış’ta ne olup bittiğinin birkaç sayfada gözler önüne seriyor. Bir zamanlar mücahitleri, âlimleri ve cihan padişahları olan bir imparatorluğun basiretsiz ellerde dünyayı titretip kafirin korkulu rüyası olan İslâm sancaktarlığından nasıl hasta adama dönüştürüldüğünü de bu satırları okuyunca daha iyi anlıyoruz.

Harekâtı olumsuz etkileyen şartlara göz gezdirirken keşke “Ben bu planın gerçekleşeceğine ihtimal vermiyorum.” diyen ve mazur görülmesini arz ettiği için görevinden edilen Hasan İzzet Paşa’nın sözüne itibar edilseydi diye iç geçirmeden edemiyor insan.

Müslüman ordusunun, Müslüman topraklarda asırlar boyu İslâm sancağını o topraktan söküp atabilmenin hayaliyle yanıp tutuşmuş bir medeniyet halkasına mensup bir müttefik(!) tarafından çizilen dahiyane(!) bir planla dağlarda karla kefenlenip buz altında kalması, üzerinden neredeyse bir asır geçen bu olaya dair bulduğu her satırı okuyan bu fakiri Sarıkamış’ı her aklına getirdiğinde hüzünlere gark ediyor.

Kar altında Enver Paşa’nın verdiği kat’i emri yerine getirebilmek ve kara kışla boğuşabilmek için komutanları tarafından sırtlarından kaputlarını ve yiyecek torbalarını atmaya mecbur edilip zeytin ekmeğe talim eden vatan evlatlarını düşününce ağlamak sanırım hamasetle ve meydan boş bulunup gökte dolunay çıkması beklenmeden çıkarılan uğultuyla kirletilen millî hislerle bir tutulamaz.

Muzaffer Taşyürek’in yazısı hem gözümüzün önünde Sarıkamış’ı canlandırıyor hem de üzerinde hamasetten yahut millî karizmamıza halel gelmesin diye devamlı bir sansür perdesi gerili olan bir vakanın olanca hakikatiyle ortaya çıkmasına katkıda bulunuyor.

Cahit Saçak