Bahadır… Boyu posu, duruşu bakışı, gözü kaşı, karşılaştığı her insana güven veren bir adam… Hani “dağ gibi” derler ya, onlardan… İnsanlar arasında bahadırlığıyla seçilenlerden… Bir ahir zaman akıncısı… Kılıcına merhamet suyu verilenlerden… Buğdaya ve ekine saygısı da kendisi gibi, “dağ gibi”… Yanında yürürken dünya üzerinize gelse kendinizi güvende hissedeceğiniz nadir insanlardan… Bir “bahadır” kıyafeti eksik… Hani boylu poslu olmasa, bir eski zaman heykeli gibi değil de, ortalamanın altında bir endama sahip olsa bile bahadır diyeceğiniz bir intibası olurdu. Tamlama dile aykırı olsa da bahadır-ı maderzat olanlardan… Kişiliğinin üç giysisinden birisi bahadırlık…
Celal… Evrensel bir Celalî… Dünyanın neresinde bir haksızlık, zulüm, savaş, kıyım, kişi hakkının ihlali olsa, yüreği orda… Az konuşsa, dudaklarını ısırsa da gözünü budaktan sakınmayanlardan… Bir iyilik savaşçısı… Hışmından ve öfkesinden eline kan bulaşanların korktuğu, ezilenler için aynı hışmın ve öfkenin merhamete dönüştüğü bir celallik bu. Kişiliğinin üç giysisinden birisi celallik…
İslam… Allah koşturmak, yetişmek, adamak, adanmak, teslim olmak için yaratmış. Kafa kâğıdıyla değil, selamıyla, duruşuyla, yönelmesiyle ve yönlendirmesiyle de İslam olanlardan… Kişiliğinin tek giysisi bu aslında; bahadırlığı ve celalliği de bu giysinin iç içe geçmiş astarı…
Gözleri Balkan yeşili… Yangın düşünce gözleri de kalbi de kan ağlayanlardan… Safi gözyaşından bir hançer çalışıyor içinde bir yara gördüğünde. Sadece gözleri değil, rüyaları da Balkan yeşili…
Hekim… Bosna Savaşında, savaşın en çetin günlerinde, kuşatma altındaki Saraybosna’da Lokman Hekim’in sünnetini devam ettiriyordu. Sardığı her yarayla duygusal bağı var.
Parmakları yaşatmak ve sağaltmaya ayarlı.
Kahveyi sever, kahverenginin çağrışımlarını sevmez, sadece kahvenin rengi olduğu için sever.
Bir şeye gönüllü olmasına, gönüllü yazılmasına, gönüllü gitmesine gerek yok; adam her zamanda ve zeminde gönüllü…
Şeytanın yoldan çıkarılacak ilk yüz listesinde; henüz muvaffak olduğu söylenemez.
Bahadır Celal İslam…
Yirmi yıl önce Bosna Dayanışma Grubu’nda, Ankara’da safi yardım eden ve etmeye devam edecek bir el kesilmiş olarak tanımıştım onu. O el sabitkadem olmaya devam ediyor.
Saçlarına ak düştü, düşsün. Gözlerinin altında belli belirsiz halkalar, olsun… Yüzündeki merhamet haritası değişti mi, hayır…
Saçları tarifsiz.
Böyle biliriz.
Mehmet Aycı yazdı
Fotoğraflar: Selçuk Azmanoğlu