Gittikçe ahengini yitiren, kaosa ve her türden gürültüye teslim olmuş bir çağın çocukları olarak yaşadığımızı hissetmek, aslımıza, esasımıza dönük bir ses duymak, dinlemek istiyoruz. Derin bir nefes çekmek ciğerlerimize, bir ses duymak, bir güzelliğe sahiden dokunmak arzusundayız. Mihengi kırılmış olsa da dünyanın, kıymetini bir yerlerde bulsun diyoruz ruhumuz.
Marifetin metalaşması, iltifatın letafetini kaybetmesi, sanatı ve sanatçıyı da özgünlükten uzaklaştırdı ne yazık ki! Sektörel kaygıların gölgesinde hakikatini kaybetti çoktan sanat mefhumu. Sanatın her bir alanına teşmil edebileceğimiz bir sahtelik revaçta.
Bu giriş cümlelerini biraz daha uzatırsam farkındayım ki mızmızlığımı ele verecek, moral bozacak ve pencereyi kapattıracağım size. Durun acele etmeyin. Maksadım sizi güzel bir şeyden haberdar etmek aslında. Kontrastı biraz artırmak istedim sadece güzel haberi vermeden önce. Merak ettiniz tamam hemen söyleyeyim: Sedat Anar harika bir albüm daha çıkardı Kalan Müzik’ten. Albümün ismi: Santur.
Belki ilk benden duymadınız bu haberi, kabul. Her seferinde öyle güzel tazeliyor ki kendisini, sanatını Sedat Anar, heyecanlanıyorum işte böyle kusura bakmayın. Abartmıyorum. Sedat Anar hakkında kuracağım hiçbir cümle abartının kenarından geçmez. Öyledir çünkü hakikati işin. Tam olarak öyledir.
Kulağını veren, onun tutkunun ötesinde aşk dolu çabalarını duyuverir hemencecik. Karanfil Sokak’ta yürürken soğuk kaldırım taşlarına sinen sesi duyar o kulaklar. Niyazî Mısrî’den tutun da günümüz şairlerine kadar daha nice şairin şiirlerine ses olur soluk olur. Bir yerlerde unutulmuş ya da sıkıcı tezlerin bir şekilde malzemesi olmuş irfan ve hikmet dolu mısraların, beyitlerin santurun ritmi ile nasıl canlandığını, nasıl da kalbe işlediğini zevkle duyar durup ince şeyleri düşünmeye vakit bulanlar. Sanatçı o kimse değil midir zaten, sana neyi kaybettiğini hatırlatan.
Sanatın içtenlik ve emek yoluyla kalplere nasıl ulaşabildiğini santurun tellerine dokunarak gösteriyor iyi ki bir kez daha Sedat Anar.
Anar’ın santur ile kurduğu ilişki formal ya da profesyonel bir mahiyette değil. Yüzyıllar öncesine uzanan bir hafızayı gün yüzüne çıkarıyor her bir dokunuşunda; şiirin musikiye dokunan hatta onunla birleşen noktasında bir rezonansı yakalıyor. Can kulağınızdan içeriye giriyor hiç bağırmadan, abartmadan, yormadan. "Yunus’un İzinden", sizi dosta çağırıyor hem de hiçbir ücret istemeden. "Ayrı Dilden Aynı Gönülden", "Suyun Ayak Sesi"ne katıyor sizi Halfeti’nin vefa yüklü çocuğu.
Sedat Anar son albümünde santur ile bir hasbihal halinde sanki. Oldum demiyor; yandım, bittim havasında hiç değil. Hayatın bin bir haline santuru tercüman tutuyor, şahidim ol diyor. Dertleşiyor onunla, derdi pay ediyor inceden inceye yükü ağır vefalı dostuna. Muhasebesini de yapıyor sanki sokakta başlayan, uzak yollara yoran yolculuğun.
Zor olanın, sarp yokuşları göze almanın, gözden ırak olmanın, susmanın, sevdanın, terkin, terk edilmenin, uzayan yolların, dökülen yaprakların, ağaran saçların, içilen çayların, ertelenen şeylerin, unutulanların, hatırdan düşenlerin, yalnızların, düşmüşlerin, yorgunların, savrulanların, yenilmişlerin, tekrar ayağa kalkmak isteyenlerin, tutunamayanların, yanlış yerden tutanların, mevsimlerin ama en çok sanki sonbaharın, her dem yeniden doğanların, ölümle barışanların, küsüp geri koşanların, susamışların, çocukların, kadınların, ateşin, toprağın, havanın, suyun hatırına dokunuyor santurun teline.
Sedat Anar, aynı tellere dokunuyor aynı ellerle lakin sanatını aynılaştırmıyor. Başka bir yere çağırıyor her parçasında, başka bir yere koşarken buluyorsunuz hislerinizi. Sedat Anar bir kompozisyon kuruyor her defasında. Kararında her şey. Yazının sonuna gelirken bitirdim bu güzel albümü. Söyleyeceklerim de bunlar şimdilik, gerisi bende kalsın. Tekrar dinlemek için müsaadenizi isterim.