Lise yıllarında titizlikle okuduğum Suyu Seveni Derin Batırın Irmağa kitabının hemen girişine şair Celal Fedai şu notu düşer: “Onların bir aşkı, bir derdi, bir cehdi, bir bilgisi ve bir ameli vardı. Cahit Zarifoğlu’nun ve Sezer Tansuğ’un peşi sıra.” Bendenizin Sezer Tansuğ ismiyle ilk karşılaşması, bu cümleyi okuduğum vakittir. Bu notu okur okumaz, Sezer Tansuğ’un da bir şair olduğunu düşünmedim değil... Bu düşünceyle beraber kafamda dolanıp duran asıl mesele, bir şairi peşine düşürecek bu adamın kim olduğuydu.
Biraz izini sürdüğüm vakit ilk karşılaştığım kısa hayat hikayesi oldu Tansuğ’un. 1930 yılında doğmuş ve benim anaokuluna başladığım yaşta, 1998’de, terk-i diyar etmiş. Erzurumlu bir Türk sanat tarihçisi. İstanbul Üniversitesi’nin Sanat Tarihi bölümünde araştırma görevlisi olarak görev yapmış. Akademik camiada da yeri olan bir isim. Kısa bir süreliğine de olsa sinema sektörüne ilgi duymuş, bu alanda çalışmış. O vakit, 20’li yaşlarının sonları. Yolu Ayasofya Müzesi’ne de düşmüş Tansuğ’un. Daha sonra reklamcılık işleri ve son olarak Dokuz Eylül ve Mimar Sinan Üniversitelerine bağlı Güzel Sanatlar Fakültesi'nde öğretim görevlisi olarak çalışmış.
Bir dedektif gibi iz sürerdi
Sezer Tansuğ’un kısa hayat hikayesini okuduğumuzda görüyoruz ki hayatı ‘sanat’tan hiçbir vakit uzak düşmemiş. Her vakit ‘sanat’la iştigali taze Tansuğ’un. Lakin Tansuğ üzerine eğildiğim vakit gördüm ki, sanat camiamızda irtifası tartışılır nicelerin isimleri anılıp, Tansuğ’un ismi bertaraf edilmeye çalışılmış. Bu duruma epey kafa yordum. Meğer, Tansuğ’un kılı kırk yaran titizliğiyle, ‘sanat’ alanında kendilerini bir portre olarak tasarlayıp geleceğe hazırlayan şark kurnazlarının maskelerini tek tek düşürmesi, kendi dünya görüşüne yakın olsa da, Ümmet-i Muhammed’in gençlerini zehirleyen zihniyetleri tek tek ifşa edişi, gavur da olsa hakikat adına bir eser ortaya koyana hakkını verişi ve ‘bu bizden abi’ kafasıyla değil, sanatta hakikati yakalamak üzere emek harcayanlara hakkını teslim edişi, Tansuğ’un bertaraf edilmesi için yeterli sebepler...
Tansuğ’un bu kişiliğini rahmetli Ayşe Şasa da doğrular ve onun hakkında şunları söylerdi: “Sanatımızın, düşüncemizin, hayatımızın üzerinde hegemonya kuran her şey hakkında bir dedektif gibi iz sürmüş, bulduklarını derhal ifşa etmiş ve bu uğurda son derece etkili bir mücadele yürütmüş biridir.”
Resim sanatı üzerine tespitleri
Sezer Tansuğ, sanat tarihi, mimari, arkeoloji, resim sanatı gibi birbiriyle ilintili pek çok alanda yetkin bir isimdir. Tansuğ, bu alanlar içinde bilhassa resim sanatı üzerine bir dedektif gibi eğilmiştir. Mâlumunuz, ülkemizde resim sanatı yıllarca birbiriyle ideolojik ve parasal bağı olan bir entelektüel çevrenin tekelinde yürütülmüştür. Sezer Tansuğ, bu tekeli tespit etmiş ve buradaki sığlığın iç yüzünü açıklığa kavuşturma adına ciddi uğraşlar vermiştir.
Tansuğ’un tespitiyle söylersek, “Türklük ve İslamlık’tan kaçan ve resim sanatını uzun yıllar tekelinde tutan bu entelektüel zümre için Avrupa’nın önemli ressamlarından olan Beuys, komplekslerini uyarmanın ötesine geçmeyen bir ressamdır.” Tansuğ, bu müthiş tespitini, resim sanatı üzerinden sosyal ve siyasal olana yönlendirir. Tansuğ’a göre Beuys’un konseptlerinin tümünde “ulusal kimlik”e dair “ağır bir dram ve yoğun bir siyasal içerik” söz konusudur. Oysa o vakitler Türkiye’de entelektüel çevrelerin kaçtığı hususlardır bunlar. Çünkü bu minval üzerinden yapılacak bir tartışmanın ucu “Türkük ve İslamlık” sorununu gündeme getirecektir. “Bu da Beuys’un resimlerine bir imza gibi koyduğu alt ucu silinmiş haçın anlamını Türk entelektüellerinin görmesini sağlayacaktır.” Resim sanatını tekelinde tutan entelektüel çevreyi, yüzleşmeleri gereken gerçekle karşı karşıya getirmişti Tansuğ. Aslında o tespitleriyle, bu entelektüel tekelin maskesini düşürmüştür. 1990’lı yılların sol çevreleri için yaptığı bu tespit- eleştiriler, Türk resim sanatı için bir dönüm noktasıdır.
Yenilenen kalitenin dinamizmi her zaman muhalefettedir
Tansuğ ‘avangart’ kavramı üzerine de eğilir. Ona göre avangart: “Dünyanın her yerinde kendini yenileyen bir sanatsal dinamizmin göstergesi olan avangart, ülkemizde azgelişmişlik kompleksinin yansıdığı bir hırs çöküntüsünden başka hiçbir anlam taşımamaktadır. ‘Böyle bir paradoks açmaza çare nedir?’ diye sorarsanız, sanatçılara çağdaş akım modaları ve markalarını izlemeyi bir yana koyup, kendi dünyalarının kültürel geçmişine ve bugüne bakmalarını öneririz. Kendi kaynaklarının ruhsal coşkularını çağdaş mecralarda akıtabilenler, sürekli bir oluşun ve yenileşmenin de gizlerine ulaşabilirler. Ancak bu gizlerin hiçbiri iktidarı amaçlamaz. Çünkü sanatsal kaliteye iktidar ortaklığı hiç yaraşmadığı gibi, zoraki yollardan kendini benimsetmeye kalkışmak da yaraşmaz. Kısaca yenilenen kalitenin dinamizmi her zaman muhalefettedir.”
Tansuğ’un şu müthiş tespiti, sanat camiamızdaki ‘avangartları’ görmemizi nasıl da kolaylar. Azgelişmişlik kompleksiyle hırsa kapılmış, çağdaş akım modalarının peşinde marka olma hevesiyle koşan ve yalnızca iktidarı amaçlayan sanatçılarla dolu değil mi sanat camiamız? Avangartlar her yerdeler bugün. Bilhassa da yapıp ettikleriyle iktidarı amaçlama ve bu iktidar ile kendi markalarını oluşturma yolundaki hâllerini göreydi Tansuğ, acaba kalemine nasıl da ‘av’ ederdi onları.
Sene-i devriyesinde Sezer Tansuğ’u, ‘sanat’ dünyamıza olan katkılarından ötürü hürmetle anıyor ve Tansuğ gibi kalemlerin sanat camiamızda sayılarının artmasını Allah-u Azimüşşan’dan niyaz ediyorum. Çünkü sanat camiamızdaki şark kurnazları, avangartlar, kendi çarklarını, onlarca ayıpları içinde, bin bir hile-hurda ile döndürüp, ümmetin gençlerini de kendilerine benzetirlerken, ayıbı örterek değil, ayıbın içindeki kurnazlığı gün yüzüne çıkartarak, Tansuğ gibi haddi bildirecek kalemler ancak sanat camiamızı dölleyemeyip-döllenemeyen şu kısır hâlinden kurtarabilir.
Metin Erol yazdı