Şam, insanoğlunun en eski yerleşim yerlerinden biri. Biz Müslümanların  Şam’ı fethi Hz. Ömer’in devrinde gerçekleşir. Yüzyıllardır bağrında Müslümanları, ilmi barındıran Şam’ı ziyaret etmek bu sene bize de nasip oldu.

Mekke’nin hemen ardından   

Şam Mekke’nin ardından hemen akla gelen şehirlerdendir. Aslında Şam; Filistin, Lübnan, Ürdün gibi bazı devletleri barındıran bir coğrafyadır. Büyük bir coğrafya! Bizim Şam diye adlandırdığımız  yerleşim merkezi aslında Dımaşk diye adlandırılır, tabelalarda Dımaşk’ı görürsünüz. Ama Türkiye’de Şam denilince, genellikle Suriye’nin başkentidir akla gelen. Nedense Şam, Suriye’yi aşıyor. Ünü, önemi içinde bulunduğu ülkeden taşıyor kilometreler ötesine. Şam bende cesareti, samimiyeti, mütevazılığı simgeliyor. Şam’a gidişimde masallardaki Arap şehirleri gibi bir şey beklemedim. Şam düşündüğüm gibi mütevazı ve insanı kendine sevdiren bir şehir. Dağların arasında yeşilin pek olmadığı, sıcağın insanı etkilediği, Mekkevari...

Şam

Bize sadece 5 saat

Otobüse Hatay/Reyhanlı’dan bindim ve yaklaşık 5 saat gibi bir sürede Şam otogarına vardım. Şam’da Antepli bir abi beni karşıladı. Şam’da özellikle Arapça öğrenmek için gelen çok sayıda öğrenci var. Ülkemizin birçok tarafından gelen öğrencilerden özellikle Karadenizli ağabeyleri görmek daha bir hoşuma gitti. Demek ki insanın ufku genişleyince kilometre taşları hiç de önemli değil. Kalacağımız ev “Cebeli Kasyon” diye anılan Şam’a sırt veren, kucak açan  dağın eteklerinde. Burası Rukneddin. Rukneddin dar sokakları, etrafta gezen yabancı öğrencileri içinde barındırdığı Ebunnur dil okulu, yukarılara çıkıldığında Filistin posterleri ve Kubbetu-s Sahra resimleriyle ilim ve mücadele kokan bir yer. Ev Rukneddin’de “Şeyh Halid” diye bir yerde. Şeyh Halid diye anılan kişi: Şeyh Halid-i Bağdad-i’dir. Bu zat ile Türkiye’de Nurlu Said diye anılan Bediüzzaman Said-i Nursi arasında manevi bir bağ vardır. Şeyh Halid üstada hırkasını bırakmıştır.

İlerleyen zaman Şeyh Halid’in kızını Afyon’a sürükler ve burada emaneti teslim eder. Evimizin dışında, türüne vakıf olmadığım bir ağaç pencerenin demirlerine doğru uzanıyordu, rüzgâr eserken onun hışırtısı bana: “ İyi ki geldin Şam’a” diyordu. 

Bir yanıyla hüzünlüdür Şam

Şam! İçinde barındırdıklarıyla bizim şehrimiz. Camiler, türbeler, toprağın altında yatan ashab, yürüyen ve yatan âlimler, ilim talebeleri, zulme uğrayıp bu şehre sığınan mülteciler, Osmanlının hatıraları, Sultan Vahideddin, şarkın şanlı sultanı Selahaddin ve nicesi. Şam’a sırf bunlar için bile gelinir. Şam’da bir taraftan gördüklerimin manevi mutluluğunu yaşıyor, bir taraftan da buralarda hüküm sürmüş İslam devletinin yıkılışını hatırlıyor ve “Hey gidi günler.” diyoruz.

Hey gidi günler! Çünkü o günlerde; Şam, Mekke, İstanbul, Üsküp, Manastır, Erzurum, Kilis birdi, aynı devletindi, ümmet vardı. Şimdi şairin dediği gibi: “Bunca telefon direğine rağmen kimse kimseyi duymuyor.” Nasıl da sınırlarla Şam’ı Üsküp’ten ayırdılar. Sanıyoruz ki Şam ve Erzurum farklı dünyalar... Hayır değil! İnşallah bu katı sınır mefhumunu yıkacağız ve Şam’ı, İstanbul’un Mekke’nin yanına alacağız. Madden değil belki ama manen.

Şam, Selahaddin Eyyubi

Bu mihrap o mihrap mı?

Şam’ı gezerken kilitlendiğim birkaç yer oldu. Emevi Camii ve Sultan Selahaddin’in mezarı. İsmini sıkça duyduğumuz Emevi Camii gerçekten çok güzel. Kiliseden camiye çevrilen bu yapı belli ki İslam’a hemen alışmış. Duvarları sizi sıcacık sarıyor. Öğle namazını burada kıldık, tesbihat ve duadan sonra da nazarım mihraba doğru döndü. Bu mihrab aynısı mı bilmiyorum ama Osmanlının yıkılışına doğru dertli bir gönlün; Bediüzzaman’ın İslam dünyasının sorunları ve çözümlerini ele aldığı bir yer. Bu mihrap beni etkiledi. Demek ki; eğer biz kendimizi geliştirirsek, ufkumuzu geniş tutarsak Müslüman kardeşlerimizden haberdar yaşarsak Cibuti’de bir camide, böyle bir hutbe irad edebiliriz. İşte sınırları yıkmanın bir yolu da bu; Cibuti’deki camiyi alıp Süleymaniye’nin yanındaki Şehzadebaşı Camii yapmak.

Şam, Selahaddin Eyyubi

Selahaddin Eyyubi'nin kabri

Selahaddin ile dertleşmek 

Emevi’den çıkıp Sultan Selahaddin’i ziyarete gittik. Kudüs’ün fatihi küçük bir kubbenin altında yatıyordu. Vazifesini yapmış, haçlıların korkulu rüyası olmuş bu komutanın yanındaydık. Aslında ölene Yasin okunur ama ben “inne fetahneleke fethan mubine” diye başladım. Şam’da bulunduğum on günün sekizinde burayı ziyaret ettim ve deyim yerindeyse içimi döktüm.

Sahabe mezarlarına dikkat edilmeli

Şam birçok sahabeyi barındırıyor sinesinde. Mute savaşı ile buraya birçok sahabe gelmiş. Ebu Derda, Ebu Hureyre, Ümmü Mektum, Bilal Habeşi, Efendimizin zevceleri ve daha niceleri. Özellikle Babus Sahir denilen mevkide binlerce sahabeden bahsettiler. Hz. Hüseyin’in kızı Hz. Zeyneb’in mezarı da  burada, Seyid’i Zeynep diye anlıyor. Genelde bu mezarları Şii Müslümanlar ziyaret ediyor. Mezarların içi gayet güzel döşenmiş; aynalar, altın kaplama demirler, klimalar, pervane. Aynı şeyi diğer mezarlar için söylemek zor, bu konuda Suriyeli Müslümanların daha dikkatli olması gerekiyor aslında.

Şam, Bilal Habeşi
Muhyiddin i Arabi'nin türbesi

Türk mimarlar burada 

Sahabe mezarlarından sonra Emevi Camiine de yakın olan Süleymaniye Külliyesi’ni ziyaret ettik. Külliye şu an Türkiye’den gelen mimarların denetiminde restore ediliyor. Külliyenin bahçesinde Osmanlı hanedanın mezarı var. Mekânın türbedarı 30 yıldır buradaymış. Öğrendiği Türkçe bir kaç kelimeyle bize mezarları tanıtıyor. Birçok padişahın kızı, oğlu, torunu var burada. Fatihalar okuyarak ilerliyoruz en sonunda “burası final” der gibi uzun bir takdim ve Sultan Vahideddin... Yıllarca ülkesinde yanlış tanıtılmış bir padişahın mütevazı mezarı. Naaşı borcu yüzünden bir süre kaldırılamıyor. Güç bela gömüldükten sonra devrin Şam valisi nâşı buraya aldırıyor. Sultan Vahideddin halen kendi topraklarında ama torunlarının ona sahip çıkmamasından dolayı belki de mahzun. Mezardan ayrılırken amcayla musafaha yapıyoruz ardından da “amcam bu mezar sana emanet” diyor ve ayrılıyoruz.  

Yaşayanları da gez

Şam’a giderken bir abi nereleri gezeceksin diye sormuştu. Başlamıştım saymaya, bitince  yaşayanları da gez demişti. Gülmüştük. Bundan mülhem yaşayan ağabeylerden birini ziyaret için aradım. Adem Özköse. Kendisi Şam’da yasıyor. Yaptığı röportajlarla tanıdığımız Adem ağabeyle Ebunnur Dil Okulu’nun camiinde buluştuk, namaz kıldık ve birkaç Müslümanla tanıştık. Bir tanesi Kanada’dan gelmiş. Müslüman olduğu için ailesi abimizi dışlamışlar, O da: “Rabbim bana yeter.” der gibi çıkmış yola ve Şam’a gelmiş.  

Evimize yerleşiyoruz

Adem ağabey hâlâ heyecanını diri tutan bir abimiz, ümmetin umudunu kestiği bazı şeylerin, yarın olacakmış gibi heyecanını yaşıyor. Yeise düşmüş biz Müslümanlara nispet yaparmış gibi; ümitvar. Suç bizlerde, heyecanını her sabah yenilemeyen “ya eyyühellezine amenu amenu” çağrısına kulak vermeyen, bizlerde. Reel politika deyip döşeklere yaslanan, filmin sonunu bekleyen bizlerde. (c.z.)

 Adem ağabeyle Perşembe günü buluşmak üzere ayrıldık. Evde 8 kişiyiz ve hepsi çok güzel insanlar. Ev imamımız Türkiye’de de imamlık yapan Hasan Abi. Kendisi  güleç biri bunun yanı sıra bizi de çok güldürdü. Evde en boş olan benim çünkü diğerleri Arapça öğrenmek için gelmişler. Bu yüzden Şam’da birkaç gün yalnız gezdim. Bazen belli belirsiz bir sokağa giriyor etrafa bakıyordum. Eğer Şam’da kapı kolları nerede satılır diye sorarsanız söyleyebilirim. İnsanlarla dil bilmesem de konuşuyordum... El kol hareketiyle... Türkiye’den gelmemizden ötürü bize ayrı bir sevgileri var birçoğunun.

Şam

35 yılda sadece 3 yıl

Perşembe günü yeni aldığım cellabiyle (uzun elbise) sözleştiğimiz üzere Adem ağabeylere gittim. Ağabey ince düşünüp beni Suriye’ye özgü humus, mübeddel gibi yemekleri yemeğe götürdü. Giderayak konuşuyorduk. Gündemimiz Patani’ydi. Patani Tayland’ın güneyinde %80 civarında müslümanın yaşadığı bir yer. Ciddi bir zulmün altındalar ama pek bilinen bir yer değil. Patani kurtuluş örgütü bağımsızlık için çabalıyor. Liderleri Abdurrahman Tenvira yakın zamanda Şam’da vefat etti. Hanımının söylediği şu cümleler çarpıcı “35 yıllık evlilik hayatımızda 3 yıl beraber olmuşuzdur, o Patani’ye sevdalıydı”. Şam’daki Patanililerle Adem ağabeyin arası iyi. Adem ağabeyle sohbetimiz tatlı yemeye giderken de devam ediyordu. Ümmetin sorunları, Gazze ve dahası... Ufku geniş insanla konuşmak farklı, bana: “Güney Amerika’ya git, oraları gör.” diyor. Biraz kafasındaki Müslüman genç profilini çizdi anladığım kadarıyla; ibadetine sadık, fedâkâr, kardeşlerinin derdini paylaşan, iyi okuyan, siyaseti ve politikayı bilen donanımlı bir genç. Böyle gençlerin yetişmesini arzuluyor.

En ünlü tatlıcı

Daha sonra yolculuğumuz Şam’ın en ünlü tatlıcısında tatlı yiyerek devam etti. Kullandıkları yağlar biraz farlı olduğu için tatlıya ısınamadım. Hatta içine kolonya dökmüşler ne hikmetse. İkindi vaktinde Adem ağabeyle ayrıldık. Teşekkür ve hayır dualarından sonra güzel bir Müslümanla tanışmanın verdiği mutlulukla eve doğru yol aldım. Ertesi gün Türkiye’ye gitmem gerekiyordu. Açıklanacak olan ÖSS sınavı için... Buraları gördükten sonra “Öss’de neymiş resmen Afyon!” diyorum. 

Şam’a selam olsun  

Cuma günü Fıkhu’s Sire’nin müellifi Ramazan el Buti’nin -anlayamasam da- hutbesini dinledikten sonra hazırlanıp, akşam 10 arabası için yola koyulduk. Şam’da geçirdiğim 10 günden hayli mutlu oldum. Ümmet olduğumuzu hatırladım, pekiştirdim. Bu ziyaretlerin kardeşlerimizle yakınlaşma açısından önemine vardım. Şam otogarından ayrılırken Şam’a selam veriyordum “es selamun aleykum ve rahmetullahi ve berakatuhu” toprakların bereketli, insanların rahmete mahzar olsun güzel şehir...

 

Taha Yasir Balcı gezdi gördü.