Kimileri evliliğin kişilerin kendi tercihi olduğuna inanıyor bunu savunuyorlar. Ben evliliğin kader olduğu inancını taşıyanlardanım. Bu beni pasifize etmiyor. Allah benim ne yapacağımı bana göstermek istiyor. Ne yapacağım diye alternatifler sunuyor; niyetim ne, adımlarım neler? Öğlen saatlerinde evlenmek üzere olan bir çiftle görüştüm. Bir perşembe akşamı kınaları olmuş, ertesi gün Cuma namazından sonra ayrılmışlar. Yani biz bir yola gireriz ama Allah dilerse o yolu neticelendirir, dilerse neticelendirmez.
Bir insan evliliğin kendi seçimi olduğuna inanırsa olumsuz neticelendiğinde de onu teselli edecek hiçbir cümle yok. Kendim yaptım, bunu ben kendi elimle kendime yaptım derse o zaman bu eziyetten kurtulmaya çalışacaktır.
Peki, böyle bir durumda sebat mı gerekir?
Sebattan önce daha çok bileşenler var. Aile yapısının ne kadar etkili olduğuna minicik bir temas edelim. Bir defa çocuk ailede ne öğreniyor? “Psikososyal açılardan siyer” diye bir dersimiz var. Orada şöyle bir şey dinledim: Abdulmuttalib, Kabe’nin sorumlusu iken kendisinden başka kimsenin oturamadığı bir minderi varmış. Peygamber Efendimiz 6 ile 8 yaşlarında iken bir gün o mindere çıkmış. Herkes, O’nu oradan indirmeye çalışırken Abdulmuttalib, “torunumu bırakın” demiş: “O geleceğin büyük insanı olacak, bırakın oraya otursun!” Çevresindekilerden gördüğü muamele ne kadar; saygın, seçkin ve değerli değil mi?
Ailede kazanmamız gereken en önemli kişisel vasıflarımızın başında; kendilik algımız ve değerlilik duygumuz geliyor. İnsanın kendisini nasıl algıladığı ailede şekilleniyor. Takıntı, vesvese dediğimiz, psikolojide kullanılan adı ile opsesif kompulsif bozukluğu, fobiler korkular, panik atak, panik bozukluklar, depresyon ya da diğer bozuklukların çoğu; neredeyse %90’ı ailelerinde travmatik süreçler yaşamış, kendisini değerli görmeyen, öz güvensiz, kendini yetersiz gören, birileriyle kıyaslanmış, sürekli sözlü ve fiili şiddete maruz kalmış, taciz tecavüz öyküsü olup da terapisi yapılmamış… Öyle ki şöyle bir yazı yazdım: yaralarınızı sarmadan asla evlenmeyin diye…
Kendisini var olarak değerli görmüyor ki kendisiyle savaşını bitirememiş ki karşısındakiyle barışık yaşasın! Kendisiyle savaştayken evleniyor, karşısındaki de kendisiyle savaştayken evlenirse bunların savaştan başka seçenekleri yok! Kendi hallerini düzeltmedikçe... Nasıl barışık yaşayacaklar? Ayrılanları da anlıyorum, kavgaları da anlıyorum aile hayatlarına bakınca…
Bir örnek vereyim: Bir beyefendiyle bir genç kız tanışıyorlar, evlenecekler. Anne; damadı beğenmemiş, onunla evlenmeyeceksin, diyor. “Anne ben sevdim! Ahlakında bir sıkıntı var mı?” Yok. “Dininde, kişiliğinde bir arızası var mı?” Yok. “Ben onu sevdim, o da beni sevdi; biz evlenmek istiyoruz.” Hayır evlenmeyeceksin! Sonuçta kız diretiyor, evleniyorlar. Ancak beyefendinin bir yere 5-10 dakikalık bir gecikmesi de dahil olmak üzere damadının ne zaman bir olumsuz özelliğini görse o anne: “Bak, seçtiğin adama bak! Bunu yapıyor sana. Ne zaman boşanacaksın bu adamdan?” deyip duruyor. Çocukları oluyor, kucağında çocukları var. “Hala vazgeçmedin mi bu adamdan?” diyor… Nasıl bir anne? Bu nasıl bir mantık?
Bu genç kız bana diyor ki: “Saliha abla, eşimden soğumaya başladım. Annem beni eşimin olumsuzluklarıyla o kadar dolduruyor ki…” Dedim ki: Eğer bundan dolayı eşinizden soğursanız, sorumlusunuz! Dinlemeyeceksiniz annenizi! Anne, eşim hakkında bana bir şey söylüyorsan kusura bakma şu anda telefonu kapatıyorum” diyeceksiniz.
Bir anne; “Bak kızım bu çocuğun hali vakti yerinde; bir elin yağda bir elin balda olacak. Hem nikâhta keramet vardır, evlenirsen seversin” diyerek sırf ekonomisi düzgün diye kızını evlendirirse; koltuk takımlarını benim istediğim gibi almadın diye nikâhın arifesinde bir evliliği bitirtirse; kızımı falanca yere tatile götürmeyeceksen ben kızımı çeker alırım diyecekse… Bu annenin yetiştirdiği kız hangi hayat dinamiklerine, nasıl bir algıya, nasıl bir anlayışa, nasıl bir değere sahip olur da güçlü bir yuva kurar?
Soruyorum size!
Meyve dibine düşüyor. Otu kopar köküne bak diye bir atasözümüz var bizim. Aldığı telkinler neler? Kızına evlenmeden önce diyor ki: “Ben seni, elin oğluna hizmetçilik yapasın diye doğurmadım. Kayınvalidenin ayağının altında paspas olasın diye doğurmadım.” Bunları nasıl sözler! Buna maruz kalan birinin sağlam bilgi kaynakları olmalı ki bunu pasifize edebilsin. Daha güçlü bir fikri yapılanma ortaya koyacak ki o, onu sürüklesin. Ya da sağlam bir çevresi olacak, o çevredeki var olan değerler onu kuşatacak ve akledip davranacak ki olumlu neticeler ortaya çıksın. İkisi de yoksa ne yapsın?
Kadınlar çalışma hayatına da girdikten sonra eğer beyefendiler kendilerini eğitmezlerse; beyefendiler telefonun, bilgisayarın, televizyonun içinden çıkmazlarsa; evde muhabbet yoksa; evde paylaşım yoksa; eve para geliyor helal mi değil mi kimsenin derdi değilse; ya herkes yapıyor ne var bunda diyerek parantez arası ilişkiler yaşanıyorsa o evde huzur nasıl olur?
İki tarafın da ben eşime nasıl daha iyi bir eş olabilirim, ben bu yuvayı nasıl daha sağlıklı hale getirebilirim diye bir derdi yoksa o ailede nasıl iyi davranışlar olabilir?
Anlayış olarak birbirlerini destekleyen, eksileri gideren, yanlışlarını toparlamaya çalışan, hatalarını örten, daha iyi olmak için tabiri caizse birbirlerini terapi eden eşler varsa dünya hayatı orada cennettir.
Dolayısıyla bunlar, aile hayatı içerisindeki dengemizin bozulma noktaları. Ailede dengesi bozulan toplumda düşer, ailede çatlayan toplumda kırılır, ailede almayan toplumda vermez. Çocuk genel olarak aile hayatında; babası ile annesinde ne görürse onu yapıyor. Mesela, bir hanımefendi ve eşiyle ilgili bir anektod paylaşayım. Hanımefendinin babası annesine o kadar bağırıyormuş ki: “eşimin sesi azıcık yükselse babamın bağırması aklıma geliyor, annemin ne kadar ezildiği aklıma geliyor, eşimin de beni o pozisyona getireceğine dair adeta bir alarm çalıyor ve çok yüksek tepkiler veriyorum” diyor. Annem babamı aldattı; ya eşim de beni aldatırsa diyerek masum tertemiz bir insanı -tabiri caizse- canından bezdirecek kadar takipçisi oluyorum. Niye? Korkuları var... Babası, annesini sürekli aldatmış. Üstüne bir de annesine “sen sorunlusun, sen arızalısın” modunu yüklemiş… Kadın da depresyona giriyor, başka seçeneği yok ki.
Depresyondan bahsedince şu beylik sözün üzerinde mutlaka durmak lazım: “Müslüman depresyona girmez.” Kim dedi bunu? Çok yanlış bir söz.
Söylenmesi gereken: “Müslüman depresyona sokmaz!” ya da “Müslüman depresyona girmez ama ne zaman girmez?” Birbirine insan gibi davranırsın, Allah’a teslim olursun, karşısındakini Allah yarattı demeden -tabiri caizse- her ağır söyleyebileceğin bir meta olarak görmezsin… O zaman tabii ki girmez.