Birkaç günlüğüne iş için Van’a gitmiştim. O sıralar Van’da diş hekimi olan, üniversite yıllarımda tanıştığım, hikmet sahibi bir ağabey vardı. Adı Salih.  Şu an yaşıyor lakin ömrü nihayete erdiğinde (Allah hayırlı, uzun ömür versin) arkasından gani gani rahmet okunacak bir büyüğümüz. Van’a gidip de onu görmemek olmazdı. Ben de gitmeden birkaç gün evvelinden kendisini aramış, geleceğimi söylemiş, geldiğimde de kendisiyle görüşmek istediğimi dile getirmiştim. Van’a mesai saati içerisinde vardığımdan dolayı Salih Ağabey işte idi. Ben de sürem de kısıtlı olduğundan hemen işime koyulmuştum.

Akşam oldu. Salih Ağabey ile görüşme vakti gelmişti. Kendisini aradım, nerede buluşacağımızı sordum. Bana Hz. Ömer Camii’nin orada olduğunu söyledi. Ben de gün içerisinde caminin yerini bellemiştim çünkü işim oralardaydı. Olur, da yolları karıştırabilirim ihtimali üzerine ve kendisine rahatsızlık vermemek adına, telefondan navigasyona bakıp gelebileceğimi söyledim. Bunun üzerine Salih Ağabey tatlı bir serzenişte bulundu. Telefondan bakmak yerine insanlara sorarak gelmemi istedi. Böylece insanlara selam vermiş olacaktım. Allah’ın selamı, eminlik, selamet…

Belki de bir çoğumuza absürt, gereksiz, yersiz serzeniş gibi gelen bu hadisede Salih Ağabey haklıydı. Bana o gün vermiş olduğu ders, üzerinden seneler geçse de hala hafızamda. İnsanlara selam vermek, hallerini hatırlarını sormak, sormasak da efkârlarına dikkat etmek… Samimi şekilde yapıldığında insana tatminlik ve tat veren o güzel haslet.

Teknoloji geliştikçe insanlarla aramız açılır oldu. Selam vermek şöyle dursun, sokakta yürürken tanıdık birini görmemek için yol değiştirmek, karşılaşıldığında ise sahte, emanet bir gülüş atmak ya da ufak bir el hareketi ile geçiştirmek gibi garip, yabancı, kof bir davranış biçimi türedi.

Alışverişlerde sohbet edilir, kahve içilirdi

Eskiden üst baş, kıyafet alınacaksa hep aynı giyim mağazasına gidilir, alışveriş süresince hoş beş edilir hatta kahve içilirdi. Bunu yapmak muhabbetin yanında birçok olumlu getirisi de olurdu. Dükkân sahibi tanıdık olduğundan dolayı makul fiyat, fiyatına göre kaliteli mal, ödeme kolaylığı ve alınan maldan insanın gönlünün rahat etmesi. Bu sadece giyim mağazası için geçerli değildi. Bakkaldan kırtasiyeye, kasaptan manava hep aynı yerlere gidilirdi. Bütün bu alışveriş süresince geçirilen vakit zaman kaybı değil kazancı olurdu. Bakkaldan mahallede kim ölmüş, nerede ne olmuş, kasaptan ülkeye dair havadisler, eğer canımız sıkkın ise manav ile dertleşmeler vs.

Evet tüm saydıklarımı şimdi de birebir uygulamaya çalışmak çare değil. Mesele zaten o da değil. Mesele insanlığımızı kaybetmemek... Eski yaşantımızda kokan manayı günümüzde de sürdürebilmek. Bunun için örneğin bugün her şeyi internetten sipariş vermek yerine arada sırada çevremizdeki esnaflardan alışveriş yapmak. Onların sıcak bir çayını içmek bizi mutlu edecektir. Hem onlar hem de biz bu alışverişten fazlasıyla kazançlı çıkacağızdır.

Çay içmek için kafeteryalara gidiyorum. Masada oturan insanlara dikkat ettiğimde gördüğüm manzara, bebeğiyle ilgilenmek yerine onu susturmak için telefondan çizgi film açan anne, hanımının yüzüne bakmaktansa telefonuna dalıp giden eşi. Başka bir masada genç bir arkadaş topluluğu. Belli ki “muhabbet ederiz” diye yola çıkıp gelinmiş fakat herkesin elinde telefon. İroniktir, telefondan baktığı arkadaşı karşısında ve hala telefondaki paylaşımlardan mutluluk, keyif arıyor. Oysa aradığı şey hemen karşısında. ‘Koyu muhabbet’ nedir tatmamış insanların büyüdüğüne inanıyorum. Dertleşmek, kalbi münasebet içinde bulunmak, insanın sevdikleri ile hemhal olması, cana yakınlık, göz göze gelmek, hissetmek… bunları elimizdeki telefon sağlayamaz. Dijital ortamda okunan yazı ile kâğıttan okunan yazı arasında fark vardır.

Misalleri çoğaltabiliriz. Yaşadıklarımızda teknolojinin suçu yok. Elimizdeki imkânlar yerinde kullanıldığında oldukça faydalı ve bize mutluluk verebilir. Fakat iş Kemal Sayar’ın “işimiz kolaylaşsın ve kendimize daha çok zaman kalsın diye ortaya çıkan teknoloji, bugün tam tersine zamanımızın çoğunu alır oldu” dediği yere geldiğinde ahlaki, yani davranışsal olarak zaaf içerisindeyiz demektir. Bu sözü ‘haddini aşan her şey zıddına inkılap eder’ kaidesi ile düşündüğümüzde bazı noktalarda haddimizi aştığımızı söyleyebiliriz.

“Teklifsiz tenkit yıkıcıdır”

Yapılan yanlışlar üzerinden dem vurmak, eski ile yeni ayırımı yapmak, modern dünya eleştirileri yapmak oldukça revaçta. Bunlar üzerinden yazıyı uzatabilirim. Fakat asıl olan niyetin hâsıl olmasıdır, “teklifsiz tenkit yıkıcıdır” der Yusuf Kaplan. İnsanlara teklifler yani çözüm önerileri, doğruyu sunarak eleştiri yapmak uygun olandır. Bu konudaki teklif ise insanlığımızı unutmamak, unutanlar için hatırlatmaktır. Yanımızdakinin kıymetini iyi günde bilir isek ihtiyacımız olan kötü günde de yanımızda olur. İlgi ve alakamızı, muhabbetimizi, sohbetimizi, sıcakkanlılığımızı, güzel duygularımızı, hislerimizi, gülüşümüzü ve dahasını başta ailemiz olmak üzere insanlardan esirgememek gerek. Şefkati, merhameti, telefondan görüntülü konuşurken veya mesajlaşırken tam anlamıyla gösteremeyiz. Teknoloji ile kendimizi kaybetmemek için kimi zaman telefonu bir köşeye bırakalım, sürekli bakmak zorunda değiliz.

Bu yazıyı bir alışveriş sitesinin reklamını gördükten sonra yazmak istedim. Kıyafet, çiçek, yemek, kitap hemen hemen insanlarla iletişime geçebileceğimiz her konuyu telefondan halledebiliriz. Lakin bütün ihtiyaç ve isteklerimizi internetten karşılamak kolaylığına, tembelliğine yakalanırsak bize, insanlığımıza dair ciddi kayıp ve eksiklikleri vuku bulur. Fakat biz akıllı ve düşünceli olur, bu tembelliğe yeltenmezsek teknolojiyi ölçülü kullanırsak asıl o zaman nimetlerinden faydalanmış oluruz. Aksi takdirde farkında olmadan kendimizi bireysel yaşamaya iteriz. Bireysel yaşam ise fıtratımıza aykırıdır. Hem de zorluklarla bireysel göğüs germeyi getirir. Bu ise bizi güçsüz kılar, mutsuz eder. Hayatı paylaşarak dünya imtihanımızı kolay kılabiliriz. Sanırım bundan sonra dünya döndükçe bu nevi hatırlatmaların sık sık yapılmasında fayda var.

Taşkın Aksu