Hakan Şarkdemir: “Bazıları, vesveseyle ilhamı karıştırıyor sanki. İster gönle doğsun, isterse biri bize fısıldasın, ilham denilen şeyi ya da sağlam bir bilgiyi kuruntulardan ayırt etmek endişesi taşıyorsak, öncelikle nasıl yaşadığımıza bakmalıyız. Ayrıca, her fısıltıya gönlü kaptırmak da doğru değil diye düşünüyorum. Öte yandan yazılan her metin, şiir olmadığı gibi, her şiir de yazılmak zorunda değil.”Hakan Şarkdemir - Kahramanın Dönüşü

Özgeçmişiniz bize askerî liseden mezun olduğunuzu söylüyor. Askerliği liseden sonra devam ettirmeyişinizin şairliğinizle ilgili bir tarafı var mıydı?

Şiirle, okuyucu olmak dışında o yıllarda bir ilgim yoktu.

Askerî liseli oluşunuzun disiplin ve ciddiyet anlamında şiirinize yansıyan bir tarafı var mı?

O yılların yazdıklarıma yansıyan bir tarafı var elbette. Ancak, dayatılan o tip bir disiplin benim dünya görüşüme ters. Disiplin ve ciddiyet benim askerî liseden edindiğim şeyler değil.

Şair olmanın sivil olmakla doğrudan bir ilgisi olabilir mi? Üniformalı olup da çok sıkı şiirler yazamaz mı insan?

Hakan Şarkdemir“Üniforma giymeyen insanlara kendilerinin sivil olduğunu düşündüren nedir” diye sormak gerek. Sana kim olacağın telkin edilmiş değil mi? Bunu sana içinde yaşadığın çevre yapmış. Şiirde de, gündelik hayatta da durum bu. Mesele üzerine giydiğin ya da giymediğin üniforma değil, içindeki ezik, itaatkâr birey. Tabii sen doğuştan asker/şair olduğuna da inanabilirsin. Öyle ya da böyle, kul olmaya mecbursun; ama kime kul olmayı seçeceksin? Kimin hükmüyle hükmedeceksin? Boyun eğenlerin, eğdirileceklerin otoritesine mi boyun eğeceksin? Müslümanlar için bu konuda bir muhayyerlik olmaması gerek. “Allah’ın hükmüyle mi hükmedeceksin yoksa birilerinin heva ve heveslerine mi uyacaksın?” sorusu karşısında ara bir formül aramak boşuna. Bana kalırsa, “sivil itaatsizlik” ve “kulluk” kavramları üzerine tekrar düşünmek gerek. Zira bu kavramların şiirle sıkı, sağlam şiirle çok sıkı bir ilişkisi var.

Şiir denildiğinde Hakan Şarkdemir en yalın haliyle ne anlıyor?

En yalın haliyle hayret etmeyi anlıyorum. İnsan teki olarak şiirle bağımızı kuran şey hayret edişimiz. Kavramakta güçlük çektiğimiz herhangi bir durum karşısındaki acziyetimizi şiir aracılığıyla ifade ediyoruz. Yani şöyle demek daha doğru olur belki de: Biz hayran olduğumuz için değil, hayret ettiğimiz için şiirle uğraşıyoruz. Şairler hayran olmaz, hayran olunacak kişiler de değildirler. Şiirin ne olduğuna değil, ne olmadığına dair kesin yargıları olan kişiye şair diyoruz.

Şiire yönelmenizin en temel sebebi nedir peki?

Hiçbir mesleğin bana göre olmadığını anladığımda şiire kafa yormaya başladım. Üniversitenin son yıllarında, yaşıtlarımın harıl harıl devlet ve banka sınavlarına hazırlandığı sıralarda şiir yazmaya başladım. Bana göre şiir, -hiçbir işe yaramasa bile, en azından- anlaşılamayanı, anlatılamayanı anlatmaya yarar. Bu, şiirin anlaşılabilirliğini garanti eden bir şey olmayabilir tabii. Anlaşılmak da şaire bir fayda temin etmeyebilir. Sana dünyanın kaç bucak olduğunu söyleyenlerin boyunun ölçüsünü şiirde alabilirsin. Ama ilk önce kendi kendinin boyunun ölçüsünü alabilmen gerekir.

Şiir kitaplarının pek alıcısı olmadığı söylenir her zaman. Bunun sebepleri nedir sizce? Yoksa okur ile şair arasında bir uçurum falan mı var?

Hakan Şarkdemir
(+)

Bu soruyu dağıtım şirketlerine, yayınevi patronlarına, kitap dergilerinin editörlerine falan sormak gerek. Ayrıca, eğitim sistemini, kültür politikalarını ve akademik kurumları da bu açıdan sorgulamak gerek. Yoksa okuyucu ile şair arasında ne olduğu meselesi açıklanabilir bir mesele olmaktan çıkar.

Peki, günümüzde şiirin insanlar üzerinde bir yaptırım gücü olduğunu söyleyebilir miyiz?

Mesela şiirin, yani şiirle iştigal ediyor oluşun, herkesi değilse de bazı insanları yaşamaktan, bazılarınıysa adam olmaktan alıkoyduğunu söyleyebiliriz.

Yazdığınız bir şiirin çok okunması için okurun eğilimlerini göz önüne alır mısınız?

Belli bir okuyucu profiline göre yazmıyorum. Ancak, şiir hakkında, Türk şiiri hakkında belli bir fikri olmayan bir kişinin de, bu alanda kayda değer bir birikimi olan kişinin de, kendisine yakın hissedeceği bir şeyler olmalı diye düşünüyorum. İdeal bir okuyucu var sayıyorum. Entelektüel seviyesi ne olursa olsun, onu aldatmak mümkün değil. Tıpkı barkot okuyucusu gibi; ama değil.

“Artık şiir yazmayacağım” dediğiniz zamanlar oluyor mu hiç?

Şimdiye dek olmadı.

Sizi daha çok “Monarşi”, “Zorbaların Düğünü”, “Nebulae” şiirleriyle tanıyoruz. Fakat son zamanlarda çıkan şiirleriniz bir anlamda deneysel ağırlığı olan şiirler. Şiirinizdeki bu değişimin sebebi nedir?

En başından beri, bir şiirde yaptığımı, ya da denediğimi diğerinde tekrar etmemeye çalıştım. Şiirde tutulacak en doğru yol budur, diyemem. Ama benim için geçerli olan bu. Saydığın şiirler ile bugün yazdıklarım arasındaki fark çok belirgin olabilir. Öte yandan bu şiirler arasında ortak birçok özellik de bulunabilir. En azından, belli bir dönemin, aşamanın ürünü olmaları itibariyle aralarında bir ilgi olduğu söylenebilir. “Deneysel ağırlığı var” dediğin şiirler de, henüz çıkmamış bir kitaba ait olmak bakımından birbirine yakınlar. Bu şiirlerle deneysel ağırlığı olduğu söylenen başka şeyler arasında ne türden bir ilişki var, ona da ayrıca bakılabilir.

Hakan Şarkdemir - TadatBir yayın yönetmeni olarak edebiyat dergilerini şüphesiz takip ediyorsunuz. Takip ettikleriniz arasında en çok hoşunuza giden dergiler hangileri?

Son dönemde en çok ilgimi çeken dergi, Ege Üniversitesi Şiir Topluluğu tarafından çıkarılan Sonat.

Genç şairler hakkında ne düşünüyorsunuz? Geleceğinden umutla söz edilebilecek gençler var mı aramızda?

Umutla söz edilebilecek pek çok isim var. Ama isim saymak bazen kalp kırıcı olabilir. Açıkçası ben, genç şairlerin çıkmasını, şiirin çıkmaza girmemesinin teminatı olarak görüyorum. Ancak esas olan, şiirde genç kalmaktır. Türk şiirinde başköşeye genç şair oturur.

Şu aralar ne tür okumalar yaptığınızı merak ediyorum?

Dergi programı çerçevesinde, genç arkadaşların şiirlerini yeniden okuyorum. Ayrıca, şair-devlet ilişkisi etrafında, devlet teorisi üzerine kafa yormam gerekiyor. Birkaç düzine kitap var okumam gereken. Bir yandan da gündemdeki haberleri izlemeye çalışıyorum. Bir de, Mehmed Âkif’in Düzyazılar başlıklı kitabını okuyorum bu aralar. Âkif’in makalelerini ve tefsirlerini içeren bu kitabın yayımlanmış olması sevindirici. Heidegger’ın Varlık ve Zaman’ı ve Bachelard’ın Uzamın Poetikası adlı kitabı da bu sıralar okuduğum kitaplar arasında.

Peki, Hakan Şarkdemir vaktini nasıl geçiriyor? Neler yapıyor, dinliyorsa hangi müzikleri dinliyor, sinemaya ne sıklıkta gidiyor?

Bir kurumda işçi statüsüyle çalışıyorum. Açıkçası, yoğun olmadığında bile işte geçen zaman insanın enerjisini belli ölçüde tüketiyor. Kalan zaman da, dinlenmek, kitap okumak ya da dergi hazırlıklarıyla geçiyor. Eskisi kadar sık müzik dinlemiyorum. İhtiyaç duymuyorum pek. Ama yeni çıkan, izlenmeye değer filmleri fırsat buldukça seyrediyorum.

Şiirden sonra en çok hangi tür kitapları okuyor ya da daha çok kimleri takip ediyorsunuz?

Tarih, felsefe, dilbilim gibi alanlarla ilgileniyorum. Belli isimler üzerinden değil de, belli meseleler etrafında okumalar yapmaya gayret ediyorum.

Hakan Şarkdemir - Yerçekimi Bilgisi
(+)

Anladığımız kadarıyla etrafta görünmekten pek hoşlanmıyorsunuz. Edebiyat ortamlarından uzak durmanızın bir sebebi var mı?

Bir değil, birçok sebep var. Genel olarak ortalıkta dolaşmanın şaire bir şey kazandırdığına inanmıyorum. Öte yandan ilişkileri tümden koparmak da doğru değil.

Gündelik hayatta olup bitenlerin şiirinize yön veren bir tarafı var mı?

Olup bitenlerle, gündelik hayatta başımıza gelenlerle şiir arasında kopmaz bir bağ olduğunu düşünüyorum. Bir insanın derdi ile içinde yaşadığı toprağın, dilin meseleleri arasında temel bir ilişki olduğuna inanıyorum.

Günümüz dünyasında ilhamla şiir yazmak pek makul karşılanmıyor nedense. Şiire ilhamla dalmanın bu kadar dışlanmasının nedeni nedir sizce?

Sevgili Yavuz, aslına bakarsan bu, sandığımızdan daha karışık bir mesele. Dahası ilhamla yazmanın makbul karşılanmadığı konusunda sana pek katılmıyorum. Genelde, ilhamın ne olduğunu anlamak konusunda bir sıkıntı var. Bazıları, vesveseyle ilhamı karıştırıyor sanki. İster gönle doğsun, isterse biri bize fısıldasın, ilham denilen şeyi ya da sağlam bir bilgiyi kuruntulardan ayırt etmek endişesi taşıyorsak, öncelikle nasıl yaşadığımıza bakmalıyız. Ayrıca, her fısıltıya gönlü kaptırmak da doğru değil diye düşünüyorum. Öte yandan yazılan her metin, şiir olmadığı gibi, her şiir de yazılmak zorunda değil.

Bir kehanette bulunmak olarak kabul etmezseniz eğer, size geleceğin şiirinin nasıl olabileceğini sormak istiyorum?

İnsanlar artık, neredeyse 150 karakterle kendilerini ifade ediyorlar. Yani bir bakıma elektronik ortama aşinalık, bazılarını kuşdiliyle konuşmaya ikna etmiş durumda. Bu tür olguların şiire yansıyan bir tarafı olacağını söylemek, kehanette bulunmak olmasa gerek. Ama sanırım sen daha çok teorik açıdan soruyorsun bu soruyu. Günümüz şiiri üzerinden bir projeksiyon yapmak mümkün. Artık, sadece imge, ritim ya da aklın şiiri ölçmeye yetmediğini söyleyebilirim. Klasik, modern ya da postmodern şiirin şartları günümüz şiirinin şartlarını anlamaya yetmiyor diye düşünüyorum. Şiire ait unsurların ağırlıkları ve geçerlilikleri sürekli değişiyor. Öte yandan, Türk şiirinin geçmişi hakkında yeterli bir birikim edinmeden günümüz şiirini anlamak ve geleceğin şiirini kurgulamak da pek mümkün değil.

Son olarak genç şairler için tavsiyeleriniz nelerdir?

Şiire başladığım sıralarda büyük bir şairimiz bana şöyle demişti: “Şairsen bir başkasına ihtiyacın yoktur.” Bir başkasının seni taşımasına ihtiyaç duymaman gerekir. Ezra Pound da benzeri bir şey söylemiş: “Master thyself, then others shall thee beare.” Yani kendi kendinin ustası ol, ki başkaları hoşnut etsin seni. Kendinin ustası olmak daha çok, kendine sahip çıkmak, hakkıyla öğrenmek, kendine hâkim olmak anlamlarını taşıyor. Genç arkadaşlara, görünme hevesiyle yeteneklerini heba etmemelerini âcizane tavsiye ederim. Ne demişler: “Çalışan kazanır, elması kızarır.”

 

Yavuz Altınışık sordu